|

Fransa’da büyüyen İranlı bir sürgünüm

İran devrimi, Fransa’ya kaçış sonra Tahran’a geri dönüş. İki dil ve kültür arasında kalan bir çocuk. İranlı yazar Maryam Madjidi, kendi kişisel tecrübelerini bir romanda topladı ve ödül aldı. “Fransa’da büyüyen İranlı bir sürgünüm” ifadelerini kullanan Madjidi, “Paris benim evim. Ancak kendimi hiçbir kimliğe ait hissetmiyorum”diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 20/05/2018 Pazar
Güncelleme: 04:57 - 19/05/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
İranlı yazar Maryam Madjidi
İranlı yazar Maryam Madjidi

İranlı yazar Maryam Madjidi İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali programı kapsamında İstanbul’a geldi. Marx ve Oyuncak Bebek, adlı romanıyla Goncourt ilk roman ödülünü alan genç yazar İran devrimini farklı bir açıdan yorumluyor. Maryam Madjidi, kendi tecrübelerinden haraketle bir yere ait olamamak, yersiz ve yurtsuzluğu dokunaklı bir şekilde anlatıyor. Yazar ile Fransa’daki yabancıların şu anki durumunu, kültürler arasında uzlaşma, dil sorunu aynı zamanda bir kadın ve yazar olarak kimliğini tanımlamanın sancısı üzerine konuştuk. Madjiidi, “Fransa’da büyüyen bir İran sürgünüyüm. İkili kültürle büyüyen bir kişi olarak bu sürgün kimliğimden dolayı, kendimi bir anavatana, bir kültüre ve kimliğe ait hissetmedim.” diyor.

* Bir çocuğun daha annesinin karnındayken devrime şahitlik etmesi ve olayları anlatması. Bunu İran devrimine bir kadın yorumu olarak değerlendirmek mümkün mü ?

Hayır benim amacım devrimi İranlı kadınların gözünden değil, bir çocuğun gözünden anlatmaktı. Olayları bir çocuğun perpesktifinden görmenin daha doğru olacağanı düşündüm. Bu bebeğin doğumuyla birlikte hem yazar hem okuyucuyu yeniden doğuyor.

* Ancak sadece bir doğum yok.

Üç ardışık doğum var. 1980’de İran’daki ilk doğum. İkincisi, kimliği yeniden inşa etmesi gereken sürgün yılları. Son dönüşüm, on yedi yıl sonra İran’a dönüş. Bu üç metamorfoz birbiriyle birleşir. Bu farklı süreçlerin ardından, bir hayatın gidişatını göstermek istedim. Aslında görünenlerin bizim inanmamızı istediklerinden çok daha karmaşık olduğunu anlattım.


* Romanın başkahramanı Meryem siz misiniz, kendi hayatınızı mı yazdınız ?

Tüm karaterleri kendim yarattım. Romandaki Meryem’in annesiyle benim annem hiç birbirine benzemiyor. Annanne karakteri de İran’ın dilini temsil ediyor. Ben bu çocuğu yarattım. Gerçek hayatla ve karakterlerle çok bağlantılı değil. Roman kelimenin tam anlamıyla bir otobiyografi değil. Bunu kurgunun geldiği ve gerçekliği çarptığı yer olarak tanımlayabiliriz. Yazar gördüğü, hissettiği ve yaşadığıyla yeni bir dünya kurar.

* Siz İran’dan Paris’e göç ettiğinizde altı yaşındaydınız. İran Humeyni Devrimi’de 1979’da yılında siz doğmadan bir yıl önce gerçekleşti. Devrimi anlatırken nelerden beslendiniz ?

Romanda kullandığım kendi anılarım var. Ama çoğunlukla bana anlatılan hikayelerden beslendim. Ailemin, annemin, babamın, anneannemin hatıraları ve daha sonra görebildiğim her şey. Hafızamdaki bilgileri söyletmem gereken bir dizi karakterle yansıttım.

* Kendinizi Fransız ve İranlı kimliğinizden hangisiyle tanımlarsınız ?

Fransa’da büyüyen bir İran sürgünüyüm. İkili kültürle büyüyen bir kişi olarak, bu sürgün kimliğimden dolayı, kendimi bir anavatana, bir kültüre ve kimliğe “ait” hissetmedim.

AKLIMDA HEP
DOĞDUĞUM ÜLKE OLACAK
* İran’a gittiğinizde kendinizi oraya ait hissetmiyor musunuz ?

En son üç yıl önce gittim. Bir kişi kökenini unuttuğunda, tamamen kendisi olamayacağı ve sonradan iyi olamayacağına inanıyorum. Hayatımın ilk yıllarına denk gelen bu ülkeye bir tarafım hep bağlı kalacak. Ama orada asla yaşayamam. Kişinin yerleşik bir kimliği olduğu fikri var. Ancak sürgün onu bir başkasına dönüştürür. Mülteciler hangi nedenlerle gitmiş olursa olsun. Çoğu, “ kalsaydım hayatım nasıl olurdu?” sorusunu kendine sorar. Ben de hayatımın boyunca bunu kendime soracağım. Aklımın bir köşesinde hep doğduğum ülke olacak.

* Kitabınızda Ömer Hayyam şiirleri var, Farsça şiirler yer alıyor. Bu da İran edebiyatıyla olan bağınızın kopmadığını göstermiyor mu ?

İran’ın çok köklü bir edebiyatı var. Özellikle şiir kültürü muhteşem. Elbette içimde derinlerdeki otantik kültürüm ve Fransa’ya ait olan yanım arasında edebiyat bir köprü kuruyor. Bu nedenle yalnızca çeviri şiirler değil, orijinal alfabelerle yazılmış şiirlere de yer verdim.

* Peki neden Fransa’da büyüdüğünüz ve orada yaşadığınız halde kendinizi oraya ait hissetmiyorsunuz ?

Paris benim evim. Ancak Fransa’da yabancılar çok fazla sevilmiyor. Irkçı söylemler duyabilirsiniz. Ben kendimi daha çok Fransa’ya değil, Fransızça’ya bağlı hissediyorum. Örneğin Pekin’de dört yıl, İstanbul’a iki yıl yaşadım. Her iki ülkede de kendimi yabancı gibi hissetmedim. Ancak dediğim gibi Paris artık benim evim oldu, hep oraya geri dönüyürum.

* İstanbul’da nasıl bir tecrübeniz oldu ?

İstanbul’u koruyucu ve beni içine alan bir anne gibi hissediyorum. Hatta romanımı İstanbul’da tamamladım. Benim için her zaman özel bir kent.

  • Mültecilere bakış değişmeli
  • Romanız Goncourt Ödülü aldı. Kitabınızın bu başarısını neye bağlıyorsunuz ve yeni çalışmalarınız var mı?
  • Bu sürgün hikayesinin insanları etkilemesi benim için önemliydi. Umarım mültecilere bakışın değişmesine katkısı olur. Şimdi üzerinde çalıştığım bir roman var. Henüz şekillenmedi. Bu yüzden bahsetmek için çok erken.
#Maryam Madjidi
#İran
#Fransa
6 yıl önce