|

Gazetecilik roman yazarken işime yarıyor

Omar El Akkad’ın ödüllü romanı Ne Tuhaf Bir Cennet dünyada büyük ses getirdi. Roman yazarken gazetecilik mesleğinden de faydalandığını söyleyen Akkad, “Romanlarımdaki birçok detay habercilik tecrübesinden geliyor. Bunun yanı sıra, gazetecilik deneyiminin alt yapısı, roman hakkında yaptığım araştırmalarımı ve planlarımı da etkiliyor” diyor.

04:00 - 15/01/2022 Cumartesi
Güncelleme: 04:31 - 15/01/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
Omar El Akkad
Omar El Akkad
GÜZİDE ERTÜRK

Omar El Akkad, geçtiğimiz aylarda “Ne Tuhaf Bir Cennet” romanıyla yeniden okurla buluştu ve 2021 Giller Ödülü’nün sahibi oldu. Kendisi Mısır’da doğmuş, Katar’da büyümüş ve gençlik yıllarını Kanada’da geçirmiş bir yazar. Şimdilerdeyse Amerika’da yaşıyor. Yazarlığının yanı sıra Afganistan’a, Guantanoma’ya giden bir gazeteci. 2017’de yayınlanan ilk romanı “Amerikan Savaşı” distopik bir tarzda kaleme alınmış ve Amerika’da çıkan yeni bir iç savaşı konu edinmesiyle dikkatleri üzerine çektiği gibi birçok ödülün de sahibi olmuştu.

“Ne Tuhaf Bir Cennet” romanı, mülteci bir çocuğun gözlerinden dünyaya bakıyor. El Akkad’ın kalemi gerçekliklerle çocuk masumiyetini ustalıkla birleştiriyor. Önce yabancısı olduğumuz bir adada can havliyle gözlerimizi açıyoruz. Sayfaları çevirdikçe kâh Suriye’den Mısır’a giden bir otobüste, kâh kaçak bir geminin içinde buluyoruz kendimizi. Mültecilerin Batı’dan beklentileri gerçeklerle çakışıyor. Roman karakterlerinin birbirinden farklı yaşam öyküleri var. Umutları hayal kırıklıkları takip ediyor. Hayal kırıklıklarını umutlar. Kıyılarına ölülerin vurduğu Yunan adası sakinlerinin yabancılara bakış açısını gözlemleyebiliyoruz. Omar El Akkad’ı, Portland Kitap Fuarı’nda dinleme fırsatı yakaladım. Şehrin sanat müzesi, her yıl kitap fuarına ev sahipliği yapıyor. Covid-19 sebebiyle yüz yüze buluşmalara ara veren fuar, bu sene yayınevleri ve okuyucuları yeniden bir araya getirdi. Fuar sonrasında, Omar El Akkad’a yeni kitabı hakkında konuştuk.

“Ne Tuhaf Bir Cennet” romanınız Amir Utu adındaki mülteci bir çocuğun kendisini Yunan adasında bulmasıyla başlıyor. Bu romanı yazmaya nasıl karar verdiniz?

2012 yılında Arap Baharının etkilerini bildirmek için Mısır’daydım. O sıralarda ülkeye Suriyeli mültecilerin akını başlamıştı ve insanların gördüğü zulüm beni, birçok insan grubunu canavarlaştırmanın ne kadar kolay olduğunu anlatan bir hikâyenin ilk taslaklarını yazmaya yöneltti. Yıllar içinde bu taslaklar “Ne Tuhaf Bir Cennet”in temellerini oluşturdu.

FARKLILIK ARASINDA KÖPRÜLER

Roman boyunca dokuz yaşındaki Amir’le, on beş yaşında genç bir kız olan Vänna’nın derinleşen arkadaşlığını okuyoruz. Aynı dili konuşmuyorlar ve pek bir ortak noktaları da yok gibi. Biri mülteciyken, diğeri adanın yerlisi. Sizce bu ikiliyi, farklılıklarının dışında birbirine yaklaştıran şeyler nelerdir?

İkisi de kendisini bulundukları ortamın tamamen dışında hissediyor ama çok farklı yollarla. Her ikisi de çocukluğun getirdiği doğal bir meraka sahipler, dünyayla bağ kurma arzusuna. Aynı dili konuşmayabilirler, aynı geçmişten gelmiyor olabilirler ancak çocukluktan gelen bu arzu, büyük kültürel ve deneyimsel ayrışmaların karşısında olsa dahi farklılıklar arasında köprüler kurmak, dostluklar oluşturmak gibi evrensel bir yöne sahip.

PETER PAN İLHAM VERDİ

Romanınız Peter Pan’dan bir epigrafla başlıyor. Peter Pan ve Amir Utu arasında nasıl bir bağ kurdunuz?

Peter Pan’ın kökeni, kitabın yazarı J. M. Barrie’nin çocukluğuna uzanıyor. Barrie’nin erkek kardeşi henüz küçük bir çocukken paten kazasında ölüyor. Masalın büyük bir bölümü, bu hiçbir zaman büyümeyecek olan oğlan fikrinden etkilenerek doğmuş. “Ne Tuhaf Bir Cennet” romanını yazarken Batılıların yıllardır çocuklarına anlattıkları rahatlatıcı bir masalı alıp onunla başka bir hikâye anlatmak istiyordum. Peter Pan, buna mükemmel bir şekilde uydu.

Akdeniz’de ilerleyen kaçak bir mülteci gemisindeki yolculardan Maher, “Kitapların ruha iyi geldiğini,” söylüyor. Sizce kitaplar, öyküler ve şiirler mülteci sorununu çözmeye yardımcı olur mu?

Dürüst olmak gerekirse bunu yapabileceklerini zannetmiyorum. Aslında dünyanın bugünkü haline bakarsak bu sorunu neyin çözebileceğıni de bilmiyorum. Ama şuna eminim ki, öyküler, insanlığın ne anlama geldiğini gösteren deneyimlerimizi yaymaya yardımcı olabilirler ve şu anda, özellikle küresel mülteci sorunu söz konusu olduğunda, insanlıktan yoksun oluşumuzun ceremesini çektiğimizi söyleyebiliriz. Hikâyeler bunu çözer mi bilemiyorum fakat herhangi bir hikâye anlatma eylemi doğası gereği ortak insanlık için bir alıştırmadır.

GAZETECİLİK DENEYİMİMDEN FAYDALANDIM

Yazarlığınızın yanı sıra gazetecilik de yapıyorsunuz. Afganistan’a Guantonama’ya gittiniz. Habercilik tecrübeniz kurgusal yazarlığınızı nasıl etkiliyor?

Yazdıklarımın birçoğu gazetecilik yaptığım süre boyunca yaşadığım deneyimlerden doğrudan etkileniyor. Romanlarımdaki birçok detay habercilik tecrübesinden geliyor. Bunun yanı sıra, gazetecilik deneyiminin alt yapısı, roman hakkında yaptığım araştırmalarımı ve planlarımı da etkiliyor. Ne zaman bir roman üzerinde çalışmaya başlasam, hikâyenin temellerini oluştururken ve neyin işe yarayacağını bulmaya çalışırken gazetecilikten öğrendiğim hünerleri uygulamaya meyilli oluyorum.

Yunan adasında yaşayan biriyle, Amerika’da yaşayan tipik bir Amerikalının mültecilere bakışında nasıl bir farklılık vardır?

Doğrusu, arada bir fark olup olmadığından emin değilim. Dünyanın neredeyse her yerinde mültecileri çözülmesi gereken bir sorun olarak gören veya bunun pasif bir işgal olduğunu düşünerek karşı koyan doğal bir eğilim var. Hakikatteyse evlerini kaybetmiş, düzgün bir yaşamın temel gereksinimlerini bulmaya çalışan insanlar söz konusu. Sığınak, güvenlik ve itibar arıyorlar.

Söyleşimizin sonuna gelmişken hangi yazarları okuduğunuzu soralım?

Neredeyse her şeyi okumayı seviyorum. Yazarlar ve türler arasında sıçramalar yaparım. En sevdiğim yazarlar arasında James Agee, Naguib Mahfouz, Toni Morrison ve Michael Ondaatje var.

#​Omar El Akkad
#Giller Ödülü
#Amerika
2 yıl önce