|

Görünmez olmak istedim

Aslıhan Ergün 28 Şubat’ta yaşadığı travmadan yola çıkarak eşi Fatih Ergün ile birlikte eser hazırladı. Ergün, başını açıp derse girdiğinde görünmez olmak istemiş ve bu duygusunu sanat eserine dönüştürmüş.

Ayşe Olgun
04:00 - 22/03/2020 الأحد
Güncelleme: 20:19 - 21/03/2020 السبت
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Gülhane’deki Darphane-i Amire’de açılan ancak geçtiğimiz hafta koronavirüs salgını yüzünden bir süreliğine ertelenen bir sergi var: Böyle Daha Güzelsin. 28 Şubat dönemini yaşayan ve yaşadıklarını eşiyle birlikte hazırladıkları Kapı-Duvar adlı video art ve Görünmezlik Kutusu adlı iki ayrı çalışmaya taşıyan Aslıhan Ergün ile konuştuk. Aslıhan-Fatih Ergün çifti NewYork’ta yaşıyor. 28 Şubat döneminden ABD’ye uzanan bir sohbetin ana konusu sergi olsa da sergiye ilham olan başörtüsü yasağının Aslıhan Ergün’deki hikayesi çok etkileyici. Buyrun.

Böyle Daha Güzelsin sergisine eşinizle birlikte iki eserle katıldınız. Bu eserlerin ortaya çıkış hikayesini sizden dinlesek neler anlatırsınız?

Sergimizin küratörü Yasemin hanım, böyle bir sergi projesinden bahsedince biz eşimle birlikte daha önce hiç konuşmadığım bu konu üzerine düşünmeye başladık. 28 Şubat döneminin yarattığı duyguları, bendeki izlerini, belirgin duygularını tek tek çıkarmaya başladım. 17-18 yaşında bir kız olarak pek de adını koyamadığım duygularımı, aldığım psiko terapi eğitimleri ve 15 yıllık iş tecrübesinin ardından ancak adını koyabiliyor ve konuşabiliyordum. Aklıma ilk gelen şey üniversitenin ilk iki ayında tecrübe ettiğim gizlenme, görünmez olma isteği oldu.

GÖRÜNMEZ OLMAK İSTEDİM
  •  Bunu biraz açabilir misiniz? Neden görünmez olmak istiyordunuz?
  • Başımı açarak derslere girdiğim ilk iki ayı sınıfta en arka sırada oturup derslerde konuşmayarak ve okuldaki varlığımı en aza indirerek adeta bir hayalet gibi geçirmiştim. Sonrasında kendimce ara bir çözüm bulup şapka takıp derslere girmeye başladım, o zaman fark ettim o ilk iki ay kendime ne kadar yüklendiğimi, yok olmaya gizlenmeye çalışırken harcadığım enerjiyi. Şimdi düşünüyorum da okulu o ilk iki aydaki gibi, o üstümdeki baskıyla bitirseydim muhtemelen hasta olurdum. Bu hatıra ve çağrışımları eşim Fatih’le paylaşınca aslında eserin duygusu ortaya çıkmış oldu. O dönem hissettiğim görünmez olma isteği, içine girilebilen, orada kimsenin seni göremediği, kendin olarak içinde var olabildiğin bir kutu, bir odacık olarak bizde yansıma buldu. Biz de bir metal karkas üzerine reflekste camdan bir kutuya tasarladık. Böylece ilk eserimiz görünmezlik kutusu ortaya çıktı.
 Kapı-Duvar nasıl ortaya çıktı?

Kapı-Duvar isimli video çalışması ile ard arda açılan kapanan, eşiğinde duranı içeri alan bir kapıyı izliyoruz, video aslında bir tüle oradan da bir duvarın üzerine yansıyor ve seyirci için aynı anda hem bir duvar, hem bir kapı olabiliyor. Burada iki türlü gerçeklik var. Tüle yansıyan kapı görüntüsü ya da ardındaki duvar görüntüsü. İzleyicinin gerçekliğin ne tarafında bulunduğuna bağlı olarak tecrübe ettiği duygu daha farklı olacaktır. Belki herkese açık bir kapı ya da görüntünün üzerine yansıdığı bir duvar görecektir. Bu eser, o dönemde eşiğinde durduğum açılacak mı açılmayacak mı belirsizliğini yaşadığım farklı farklı kapıları hatırlamam üzerine ortaya çıktı. Okul, stajlar, sınavlar, sempozyumlar vs. gibi kapıların içeri alıp dışarı bırakmaktaki keyfiliğini anlatıyor.

Bir kadın gözünden 28 şubat dönemindeki yasak şimdi nasıl görünüyor?

O dönemi 17-18 yaşlarındaki başörtülü öğrencilerin omuzlarındaki yükü, karşı karşıya bırakıldıkları seçimleri ve sorumluluğu görüyorum. Eğitimleri, gelecek hayalleri ve dini gereklilik ve dolayısıyla Allah’ın rızası arasında seçim yapması beklenen kadınları görünce, o dönemi yaşamış tüm başörtülü öğrencilerin karşı karşıya kaldığı bu ağır seçimden dolayı üzülüyorum. Şu anda daha çok bir şefkat uyanıyor o yaşlardaki kendime, benim gibi bu seçimi yapmak zorunda bırakılmış herkese karşı.

Başörtülü kesime önyargı muhafazakarlarda da var


Sizin yaşamınızı 28 Şubat nasıl etkiledi?

28 Şubat ve sonrası başörtülü kadınlarla ilgili önyargılar çok güçlüydü. En yaygın önyargı ise başörtülü kadınların aile baskısıyla örtündüğü, özgür düşünemedikleri, cahil ve eğitimsiz olduklarıyla ilgiliydi, Pek çoğumuz gibi benim için de can sıkıcıydı bu önyargılar, bunun bir sonucu olarak daha çok okumak, öğrenmek, kendimi anlatmak, ispatlamak ihtiyacı hissettim; zaman zaman da bu ihtiyacı inkar ederek, öteki uca savruldum çünkü aslında çok anlamsız bir çaba bu. Üniversiteden mezun olduktan beş yıl sonra, başörtülü olmanın eskisi gibi inancımla ilişkili olmadığı bir dönemim oldu ve bu dönemde inancımı güçlendirmek için verdiğim çabalar işe yaramayınca başörtülü devam edemediğim bir dönemim oldu. O dönemde başörtülü kadınlarla ilgili önyargıları bir de başörtüsüz bir kadın olarak tecrübe etmiş oldum. Bu dönemde esefle fark ettim ki başörtülü kadınlara yönelik önyargılar sadece seküler çevrelerden değil, aynı zamanda muhafazakar çevrelerden de besleniyor ve hem seküleri hem muhafazakarı başörtülüyseniz sizin üzerinizde söz söyleme hakkını kendinde görüyor.

Sanırım benim için başörtüsüz olduğum bu dönemdeki kontrastı fark etmek çok konforlu ama çok da acı olmuştu. Sonra yeniden örtünme kararımı hem bu dönemin öncesinde inancımın yeniden güçlenmesi hem de yurtdışında yaşama kararımız şekillendirdi.

İslomofobi 28 Şubat’ı estetize ediyor


  • Yurt dışında yaşıyorsunuz. İçerden ve dışardan baktığımızda 28 şubat dönemi için neler söylersiniz? İslamofobinin ‘yerli dili’yle dünyadaki özellikle ‘batı dünyasındaki dili’ arasında nasıl bir fark var sizce?
  • Biz New York’ta yaşıyoruz ve burada dünyanın her yerinden, her çeşit insan var, her çeşit insana yer var. O yüzden burada Müslüman olmak 28 Şubat’ın Türkiyesinde müslüman olmaktan çok daha kolay. Burada İslamofobi yok demiyorum ama İslamofobik olanın da bunu terbiye etmesi, davranışa dökerken estetize etmesi gerekiyor. Türkiye’de başörtülü olduğunuz gerekçesiyle işe alınmadığınız yüzünüze rahatça söylenebilirken, burada bu nedenle işe alınmayaşınıza başka bir kılıf uydurulur, aksi ciddi bir suçtur. Mesela geçtiğimiz günlerde bir AVM’de kendisi de göçmen olan bir kadın, başörtülü bir göçmen kadına “Burası senin evin değil, evine dön” dediğinde alışvermiş merkezi buna yeterince güçlü bir tepki göstermedi diye alışveriş merkezi boykot edildi ve önünde gösteriler düzenlendi. 28 Şubat döneminde kendi evimizde bize İran’a gitmemiz söylenirdi. Türkiye’de ciddi bir kutuplaşma var maaelesef. Bu tek taraflı da değil, farklı farklı tarafların ürettiği bir kutuplaşma ne yazık ki. Beraber yaşamayı öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu kadar stres ve öfke hem toplumu hem kişileri hasta ediyor.

Yaşadıklarımız çok ironik

Mimar ve psikolog olarak iki farklı mesleğin sanatla buluşması konusunda neler söylersiniz? Bu iki farklı bakış açısının sanat alanında kesişme noktası ne oldu?

Ben psikolog olarak seanslarda sık sık metaforlar kullanıyorum, metaforların iyileştirici gücüne inanıyorum ama bu metaforlar bir forma dönüşmüyor, duygu olarak, fikir olarak kalıyor ve iyileştiriyor. Eşimse bir mimar olarak bu metaforları forma dönüştürme becerisine sahip. Kendisiyle zaten sık sık mekanın psikolojisi, hissettirdikleri üzerine konuşuyoruz. İlk defa böyle bir böyle daha guzelsin sergisi için bu tarz ortak bir çalışmaya imza atmış olduk. Bugün dönüp o günlere baktığınızda 28 Şubat sizde ne yaralar açtı? Bu sorunun cevabı karmaşık, Türkiyeli bir kadın olmak, Türkiyeli dinini yaşamaya çalışan bir kadın olmak, 28 Şubat’ı yaşamış bir kadın olmak, eğitim almaya, çalışmaya devam eden bir kadın olmak, bunlar ve daha fazlası bir bütün olarak etki ediyor kapıların açılması ve kapanması konusuna.


Birlikte iyileşme için çabalıyorum


Çevrenizde 28 şubat özellikle dönemin başörtülü gençleri üzerinde nasıl izler bıraktı. Aradan geçen bunca yılın ardından o yaralarla insanlar yüzleşti mi? Bugünden 28 Şubat dönemine baktığınızda kendiinz ve çevreniz için neler söylersiniz?

28 Şubat toplumsal bir travma ve hepimiz geçmişten getirdiğimiz psikolojik hazırlığımızla o tehdit karşısında başka bir tepki verdik. Benim ilk tepkim saklanmak oldu görünmezlik kutusu eserinden de anlayacağınız gibi. Takip eden süreçte de saklanırken görünmek, görünürmek saklanmak gibi bir karmaşam oldu. Son yıllarda bu otomatik tepkiyi iyileştirmek üzerine çalışıyorum. “Böyle daha güzelsin” sergisinin de bu iyileşme sürecinde bir etkisi oluyor. İşlerin tümünün iyileştirici bir tarafı var, umarım üreten, karşılaşan herkes için şifaya vesile olur. Umarım toplumun her kesiminden her yara anlatılıp, duyulabilme imkanına sahip olur, beraberce iyileşiriz.

ESERLERİN DUYGUSAL KARŞILIKLARI VAR

  • Sergideki diğer eserler üzerinden de bir okuma yaparsanız yıllar sonra psikolojik olarak nasıl izler bırakmış?
  • Bu sergiyi benim için anlamlı kılan şeylerden biri eserlerin her birinin duygusal karşılıklarının olması. Serginin en çok biz mağdur olduk en çok biz mücadele ettik gibi bir iddiası yok. Çok daha zor şartlarda okulunu bitiren ya da eğitiminden vazgeçen ablalarımız, akranlarımız vardı. Biz daha çok kendimizce zorlanmış kişiler olarak, kendimiz olarak ne yaşadığımızı, ne hissettiğimizi, bugüne neyin kaldığını anlattık. Eserleri üretiyor ya da anlatıyorken aslında kendi hikayemizle ya da birbirimizin hikayesiyle temas ettik daha çok. O dönem üzerimizdeki baskı, mecbur bırakıldığımız seçimin psikolojik ağırlığı ve bir şekilde yolumuza devam etme gerekliliğimizle bir çeşit “survivor” olarak, hayatta kalma içgüdüsüyle yaranın üstünü kapatıp devam etmişiz. Mağdur olduğumuz halde sanırım hissettiğimiz şeylerden biri utanç duygusu olmuş. Bu utançla beraber oturup ne yaşadığımızı konuşmak çok ağır gelmişti pek çoğumuza. Sanırım ancak şimdi anlatabiliyoruz. Sergiden bahsedince, bana “28 Şubat geçti, artık okullara rahatça giriyorsunuz çalışabiliyorsunuz, neden şimdi bunu anlatıyorsunuz?” diye soranlar oluyordu, cevabı aslında sorunun içinde. Çünkü ancak şimdi anlatabilecek kadar, anlayabilecek kadar güvenli bir mesafede hissediyoruz. Bir tehdit, tehlike sürerken önce güvenlik sağlanmaya çalışılır, o tehdit hala gündemdeyken psikolojik iyileştirme yapmak anlamsızdır hatta bazen zarar dahi verebilir. Örneğin deprem sonrası artçıları sürerken, insanlar sokakta ve panik halindeyken önce yeniden güvenlik ve rutine dönme durumu sağlanır, sonrasında güvende hissetmeye başlayınca travma üzerine çalışılır. Kimse de travma yaşamış kişiye “artık deprem olmuyor, artık evindesin, korktuysan korktun geçti hadi yoluna devam et” demez, dememelidir. 28 Şubat’ı ya da ülkemin başka bütün yaralarını böyle değerlendirmek gerekiyor.
#Aslı Ergün
#Fatih Ergün
#28 Şubat
٪d سنوات قبل