|

Hasretten doğan ‘dönüş edebiyatı’

Nekbe yani Büyük Felaket... 1948 yılında topraklarından sürgün edilen Filistinliler dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Filistinliler için direniş ve sürgün kadar geri dönüş umutları da ete kemiğe büründü. Yazılan tüm şiir, roman ve hikayeler Filistin büyük göçünden bugüne kadar devam eden dönüş edebiyatının bir parçası oldu. Genç nesil dönüş edebiyatı temsilcilerinden Semir Atiye, “Tam bağımsız bir Filistin’e dönüş hayalini yazmayı bırakmayacağız”diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/01/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:53 - 10/01/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
İstanbul’da Filistin’e Dönüş Kültür ve Şiir Derneği kuran şair Semir Atiye, hiçbir zaman yaşayamadığı vatanın hasretini taşıyor satırlarına.
İstanbul’da Filistin’e Dönüş Kültür ve Şiir Derneği kuran şair Semir Atiye, hiçbir zaman yaşayamadığı vatanın hasretini taşıyor satırlarına.

İstanbul son yıllarda sadece Türk edebiyatının değil, Arap edebiyatının da önemli merkezlerinden biri haline geldi. Ülkelerinde yaşanan savaş ve istikrarsızlıklar yüzünden eser üretemeyen Arap edebiyatçılar soluğu burada aldı. Filistinli şair Semir Atiye de bu edebiyatçılardan biri. İstanbul’da yaşayan şair, Filistin’e Dönüş Kültür ve Şiir Derneği’ni yönetiyor. Semir Atiye, bu derneği ilk olarak 2009 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da kurmuş. Orada kısa bir süre faaliyet gösterdikten sonra Mısır’da çalışmalarını sürdüren Atiye, 2014 yılında derneğini İstanbul’a taşıma kararı almış. Şair, Arap edebiyatı üzerine çalışmalarını sadece Türkiye’de yaşayan Filistinli edebiyatçılarla değil Suriye, Mısır ve Irak’tan İstanbul’a gelen edebiyatçılarla da sürdürüyor. Derneğin Filistin’e Dönüş Kültür ve Şiir Derneği olarak adlandırıldığını çünkü tüm Filistinli sanatçıların ülkelerine dönüş ümidini taşıdığını ifade eden Atiye, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Dönüş edebiyatı 1948 yılında yaşanan büyük felekatin ardından doğdu. Filistinliler topraklarından zorla çıktılarında bir mülteci kampında aynı zamanda şair olan bir öğretmene çocuklar sordu: ‘Bundan böyle ülkemizden, evlerimizden uzakta mı yaşayacağız?’ Öğretmenlerinden şöyle bir yanıt aldılar:‘ Mutlaka bir gün Filistin’e döneceğiz’ İşte o sözün ardından dönüş edebiyatının temelleri atıldı. Tüm Filistinliler’in belleğine bu söz kazınmıştır ve doğal olarak edebiyatımıza da hakim olmuştur.”


BİZ GÖÇ ETMEDİK

Kendi topraklarından çıkarılan Filistinli edebiyatçıların anavatana dönüş özlemini kaleme aldıklarını ifade eden Semir Atiye, bu konuda yüzlerce eser üretildiğini söylüyor ve ekliyor: “Harun Haşim Reşit, Ali Haşim Reşit ve Abdulkerim Alkermi dönüş edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer alıyor. Özellikle 1927 yılında Gazze’de dünyaya gelen Harun Haşim Reşit dönüş edebiyatının en güçlü kalemi diyebilirim. İsyan, devrim ve anavatana kavuşma özlemi konusunda güçlü şiirler kaleme aldı. “Geri Döneceğiz”şiiri güzel bir örnek olacaktır.

Eski günlerimize döneceğiz

Mina sıcaklarında boğuldum

Ama ne kadar sürerse sürsün döneceğiz

Yarınlarımızla gurur duyuyoruz

Kuş yuvalarımız ve biz orada olacağız

Filistinli yazar ve şairlerin eserlerinin göç edebiyatına dahil edilmeyeceğinin altını çizen Atiye , bunu şöyle açıklıyor: “Biz kendi isteğimizle vatanımızı terk etmedik. Lübnanlı şairlerin başlattığı göç edebiyatına dahil değil ürettiğimiz eserler. Ben edebiyatımızı sadece ‘dönüş edebiyatı’ olarak adlandırabilirim. Filistin’den ayrılanlar ceplerinde hep anahtarlarını taşıdılar. Şimdi biz de babalarımız ve dedelerimizden kalan bu mirası taşırken kalemimizle dönüş umudumuzu satırlara taşıyoruz. Biz göç etmedik, zorla çıkarıldık diye haykırmaya devam edeceğiz.” Filistin’in şiir, roman ve hikaye alanında son derece başarılı stilize biçimlerinin zengin bir üretim bölgesi olduğunu vurgulayan Atiye, Filistin edebi yaşamının İsrail’in kurulması ile büyük bir darbe aldığını söylüyor ve devam ediyor: “İsrail yönetimi bizi belleğimizden koparmaya çalışıyor. Bizim tarihin derinliklerinden gelen son derece güçlü bir edebiyatımız vardı. Ancak işgalin ardından çok az basılmış kitap ve el yazması kurtarılabildi. Yeni nesil on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda var olan zengin edebi sahneyi yeniden inşa etmek zorunda kaldı.” Atiye, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Filistinli edebiyatçıların sürgün ve zulüm üzerine kaleme aldıkları tüm yazıları, dönüş rüyasının bir tezahürü idi. Oslo’dan sonra yazılan eserler de vatan özlemini anlatır. Mesela Gassan Kanafani, bu konuda iyi kitapları vardır. Onların yazdıkları tüm metinler de, büyük Filistin göçünden bu yana başlayan ve bugüne kadar devam eden dönüş edebiyatının bir parçası . Biz de dönüş umudunun hep canlı tutulduğu ve tam bağımsız bir Filistin’e döneceğimiz günün hayalini yaşatmayı sürdüreceğiz. ”

OSLO’DAN SONRAKİ HAYAL KIRIKLIĞI

Biz de şair Semir Atiye ile yaptığımız görüşmenin ardından dönüş edebiyatının izini sürdük. Bu konuda kafa yoran isimlerin başında Filistinli Prof. Dr. Adel Alasta geliyor ve o dönüş edebiyatına daha farklı bir pencereden bakıyor.Filistin’in Nablus kentinde yer alan Najah Üniversitesi’nde edebiyat pofesörü olan Alasta’ya göre, bu edebiyat türü ilk olarak tarihi Oslo Anlaşmasından sonra, Gazze ve Batı Şeria’da yaşayan birçok yazarın Filistin’e geri döndükleri zaman ürettikleri eserlerde ortaya çıktı. Filistinliler ilk olarak 15 Mayıs 1948 yılında zorla topraklarından çıkarıldı ve o günü ise Nekbe yani “Büyük Felaket”olarak adlandırıldılar. Filistinliler anavatanlarında birden fazla kez sürüldü; 1948’den sonra ikinci kez İsrail, 1967’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni istila edince, çoğunlukla mülteci kamplarında yaşayan bir çok Filistinli ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldı. Leo Tolstoy Anna Karenina’nın önsözünde “Mutlu aileler birbirlerine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” der. İşte Filistinliler de dünyanın belki hiçbir ülkesinin yaşamadığı sorunlarıyla tarihteki en büyük mutsuz aile oldu. Siyonist projeler onları defalarca sürdü ya da onları kendi topraklarındaki mültecilere dönüştürdü. Oslo barışına kadar Filistinliler’in direnişten aldıkları bir güç vardı. Fakat sözde barış geldikten sonra tüm Filistinliler, büyük bir düş kırıklığı yaşadı. Birçoğu sürgün, yabancılaşma, mülteci kampları ve sonsuz bekleme deneyimini tattı. İsrail topraklarında yaşayan bir Arap’ın asla bir İsrail vatandaşıyla eşitliği olmayacağı için imkansız vatandaşlık yaşamlarını sürdürmekle yükümlü oldular. Belki de yaklaşık yüz yıldır devam eden umut hareketinin bu şekilde ertelenmesi Filistinli yazarları, eski yoksunluk hikayelerini yeniden gözden geçirmeye ve yeniden yazmaya yöneltti. Bu süreçte Filistinli edebiyatçılar yaşadıkları bu gerçekliği, kendi çıkış noktası olarak alıp “gerçekleri” ayıran farklı bir edebiyat yazmaya başladılar. “Barış Süreci” nin trajik başarısızlığından sonra özellikleri daha keskin biçimde tanımlanan bu edebiyat, farklı kuşaklardaki Filistinliler tarafından şekillendirildi.


DİRENİŞİ DEĞİL DÖNÜŞÜ YAZDILAR

Oslo’nun ardından direniş edebiyatındaki kahramanca kararlılık yerini savunmasızlığını gizlemeye çalışan bir hasta çocuğa bıraktı. Bu dönemde birçok Filistinli yazarın yazılarında, modern zamanların göbeğindeki Filistinli trajedisi dile getirildi, deşifre edildi ve dünyaya gösterildi. Değişen bu edebi form ve türler aracılığıyla, Filistinli edebiyatçılar Filistin davasından yoksun bırakılan, sürülmüş ve ümitsiz Filistinlileri etkileyen dehşeti gözler önüne serdi. Mahmut Derviş(1941-2008), Gassan Kanafani (1936-1972), Jabra İbrahim Jabra (1920-1994), Emile Habib (1921-1996) ve diğer şairler, romancılar, kısa öykü yazarları Nekbe’nin ardından yenilikçi edebi üslupla topraklarını kaybeden ve coğrafyanın diğer kesimlerine gönderilen bir insanın trajedisini ifade etmişlerdi. 1948 öncesinde Filistin’de doğan ya da diasporadaki birçok yazar, bildikleri ya da hayal ettikleri Filistin hakkında yazdı. Babalar, anneler, dedeler ve büyükanneler tarafından söylenen canlı hatıralarını satırlara taşıdılar. Ancak Oslo’dan sonraki dönüş bir hayal kırıklığı idi. Bu dönemde Filistin’e dönenler arasında en dikkat çekici isim şüphesiz şair Mahmud Derviş oldu.


BURADAYIM AMA GERİ DÖNMEDİM

Çağdaş Arap şiirinin en önemli isimlerinden olan Mahmud Derviş, 1948 yılında henüz yedi yaşındayken işgal edilen köyünü ailesiyle birlikte terk edip pek çok Filistinli gibi Güney Lübnan’a mülteci olarak yerleşir. Savaşın durgunlaştığı bir dönemde ailesiyle birlikte ülkesine dönen Derviş, doğduğu köyün yok edildiğini görür. Filistin’in kuzeyinde bir başka köye yerleşmek zorunda kalan aileye, “ülkeye kaçak yollarla girdikleri” gerekçesiyle ikamet belgesi verilmez; Derviş, bu kez kendi ülkesinde mülteci durumuna düşer. Ardından yine ailesiyle Hayfa’ya yerleşen Derviş, burada lise eğitimini tamamlar. El-İttihad adlı gazetede çalışmaya başladıktan kısa süre sonra tutuklanır. 1970’te sonra Moskova’da eğitim almaya başlayan Derviş, daha sonra Kahire’ye geçer. 1973’te Beyrut’a yerleşen şair, şehrin İsrail askerleri tarafından işgal edilişine, en yakın dostlarının öldürülüşüne ve Sabra ve Şatila katliamına tanıklık eder. 1982’de ise Şam’a yerleşir. Filistin mücadelesinin önderlerinden Yaser Arafat’ın isteğiyle editörlüğünü yaptığı Karmel adlı dergiyi yayımlamaya devam eder. Kıbrıs’ta basılan ve tüm Arap coğrafyasına dağıtılan dergiyi Derviş, Paris’ten yönetir. Paris yılları şairin kültürel ve poetik ilgi ve etki alanlarının genişlemesini sağlar. Derviş bu dönemde dünyanın çeşitli yerlerinden ağırlıklı olarak siyasal nedenlerle göç etmiş, sürülmüş entelektüellerle, sanatçılarla güçlü bağlar kurar. Oslo anlaşmasından sonra ise Filistin’e geri döner. Ancak Derviş, doğduğu büyüdüğü evin işgal bölgesinde olduğunu görür ve Ramallah şehrine yerleşmek zorunda kalır. Karmel dergisini Filistin’de çıkarmaya devam eder. Cidâriyye (Mural), Hâlet Hisâr [Kuşatma Hali], Kezehr El-lavz Eveb’ad [Badem Çiçeği Gibi yahut Daha Ötesi] gibi kitaplarını Ramallah’ta kaleme alır. Ünlü şair Ramallah’ta halkının çaresiz haliyle başbaşa kalır. Derviş, Oslo Anlaşması’nın uygulamadaki yetersizlikleriyle birlikte çöküşünün ardından yaşanılan çözümsüzlükle yüzleşir ve “Dönüşün şaşkınlığı”nı yaşar. Şair, kalıcı ve adil bir barış umudunun gasp edildiğini tüm çıplaklığıyla görür. Filistin, siyonist işgalciler tarafından bezdirilmiş, sindirilmiş, insanlarının sürekli sınırlamalara, zorlamalara, yerinden edilmelere ve katliamlara maruz kaldığı bölünmüş bir ülkeye dönmüştür. ‘Yokluğun Varlığı’ adlı eserinde belirttiği gibi, dönmüştür, ama gerçekten geri dönmemiştir.

Geldim, ama varmadım.

Buradayım, ama geri dönmedim!

Derviş, “Kaktüsün Sonsuzluğu” isimli şiirinde bu duyguyu bir baba ve oğlunun dialogu üzerinden terk etmek zorunda kaldıkları evlerinin ölümünü çok etkili anlatır.

-Atı neden yalnız bıraktın

-Eve yarenlik etsin diye evladım

Zira evler ölür terk ederse sakinleri

Dünyayı tanımış, hem Arap kültürünün köklerine hem de insanlığın ortak değerlerine eğilmiş olan şairin pek çok dünya diline çevrilen şiirleri günümüzde baskı ve zulme karşı direnişin evrensel sembolleri arasında sayılır. Filistin ulusal kimliğinin kurucu figürleri arasında yer alan Mahmud Derviş, 2008’de hayalindaki vatana kavuşmadan Ramallah’ta hayatını kaybeder. Derviş gibi bu dönemde çok sayıda güçlü edebiyatçı eserler üretir. Oslo Antlaşması’nın imzalanmasından sonra yazılan dört roman dikkat çekicidir. Seher Halife’nin “Miras”, Yahya Yahlif’in “Denizde Yıkanan Nehir”, Reşat Ebu Cafer’in, “Hurmanın Kokusu Özlemdir” ve Mürit El-Barguti’nin “Ramallah’ı Gördüm” bunların arasında yer alır. Bu romanlar dil, kurgu ve ifade teknikleri bakımından farklılık gösterir. Çok uzun yıllar dönüşü bekleyen ve sonra aniden Filistin’in o eski Filistin olmadığının, şoku ve felaketin hayal edilmekte olan Filistin’in karşısında olduğunun farkına varan yazarlar ruhlarını yiyip bitiren kırılmayı satırlara taşır. Seher Halife, “Miras” adlı romanında, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan ve daha sonra ölüm döşeğindeki babasını görmek için Filistin’e giden Zeynep’in hikayesi anlatır. İşgal altındaki topraklardaki mutsuzluğa dayanamayan Zeynep, kimseye bunu açıklayamaz. Yine Filistin özlemi ve hüznüyle Amerika’ya geri döner. “Ramallah’ı Gördüm” romanında Mürit El-Bergusi, Filistinliler’in çift taraflı olarak yaşadığı gurbet meselesini işler. İsrail’n hakimiyetinde olmayan ve Yahudi yerleşimlerinden kurtarılan bir vatan hayalini ortaya koyar. Yahya Yahlif, “Gölde Yıkanan Nehir” romanında Oslo anlaşmasına eleştiriler getirir. Yahlif, romanında İsrail ile barışın hiç bir zaman gerçek olmayacağının altını çizer. “Hurmanın Kokusu Özlemdir” adlı romanda Reşat Ebu Şaver, evleri işgal edilen Filistinliler’in kamplardaki zorlu yaşam koşullarını ele alır. Özellikle bu dört roman, Oslo antlaşmaları ve sonrasında ortaya çıkan yeni durumu reddettiği ya da en azından tenkit ettiği için direniş edebiyatı kadar dönüş edebiyatı kapsamına da girer.

GÖRMEDİĞİM KÖYÜ ÖZLÜYORUM

Çünkü bu romanlarda, antlaşmaların ardından yurda dönen Filistinlileri bekleyen hayali bir bağımsızlıktır ve aslında gerçek bir dönüş sağlanmaz. İşgale karşı direniş, tüm yönleriyle Filistin edebiyatında kendini gösterir. Direnişi anlatan edebiyatçıların eserleri ise hep vatan dönüş özlemi tasavvurlarıyla son bulur. Romanların birçoğunda mekan ismi kullanılmasının sebebi de budur. (Hayfa’ya Dönüş), (Birzeit’e Giden Yol), (Başka Odalar), (Hıristiyan Mahalleleri), (Gemi), (Gardens Caddesi), (Caddeler), (Kutsal Topraklar) gibi adlandırmalar hep dönüş özleminin bir parçasıdır. Filistin romanlarında mekân kavramı işlenir , çünkü vatanın hayali tüm nesillerin belleğine kazınmalıdır. Örneğin, Filistinli yazar Cemal Naci, hiç göremediği köyünü “Zaman” isimli romanında şöyle anlatır: “Babamın bahsettiği o köyü tanımıyorum. Limon ve portakal ağaçlarıyla çevrilmiş o evi de. Portakalı kasalarında ve tezgâhta tanırım fakat babamın “çiğ tanesi” gibi dediği ağaç dalından sarkan bir portakal taneciği görmedim. Ama bu köyü neden sevdim? Bu bende neden karşı konulmaz bir isteğe dönüştü?” Filistin’in en önemli yazarlarından olan Gassan Kanafani’nin Hayfa’ya Dönüş adlı romanında, 1948’de, İsrail’in kuruluşu öncesinde Hayfa’da çıkan olaylar sonucu evlerinden ve bebeklerinden ayrılmak zorunda kalan Filistinli bir ailenin, Hayfa’ya geri dönüşünü anlatır. Ghassan Kanafani’nin romanı, adaletsizliğe ve evsizliğe uğramış, ancak eve dönmeyi hayal eden bir adamın işkencesini yansıtır. Kanafani’nin Türkçe’ye çevrilen bir diğer romanı Güneş’teki Adamlar’da halkının çaresizliğini şöyle anlatır: ‘’Koca kamyon, yolcuları ile beraber onların hayallerini, zihinlerinden atamadıkları ailelerini, umutlarını ve hırslarını, sefaletlerini ve umutsuzluklarını, güçlerini ve zaaflarını, geçmişlerini ve geleceklerini de taşıyordu; müphem bir kadere açılan devasa bir kapıya doğru itiliyorlarmış gibiydiler. "


BU YUVA ARTIK BİZİM DEĞİL

Günlük yabancılaşmayı hem şiire, hem de nesir kabul eden ve birleştiren dilsel bir deneyime dönüştüren parlak öykücü Mahmoud Shuqair de önemli eserler ortaya koyar. Roman yazarı Adaniya Şibli “Gölgeler Bölgesinde Kontrol Noktası “ kitabıyla Filistinliler’in günlük hayatlarını en iyi tanımlayan kontrol noktalarındaki çaresizlik üzerine durur. Bu romanda kısmen de olsa, “Filistin Ulusal Otoritesi” nin yetkisi altındaki bölgelerdeki Filistinliler’in durumunu ortaya koyar. 1978’de doğan Hala Shurouf’un şiiri ise bu kuşatılmış Filistin varlığını tüm trajik boyutlarıyla yansıtan bir ayna olur. Varlık biçimi yoksunluk, yetimlik hissi ve boşa çıkan adalet arayışlarını satırlarına taşır. Edebiyat profesörü Alasta, bu dönemde üretilen tüm eserlerden şu sonucu çıkarır: Geri dönüş hakkında yazılan özlem dolu litarütürler ile geri dönenlerin edebiyatı arasında büyük bir fark vardır. Onlar, sürgünde hayalini kurdukları vatanı bulamazlar. Oysa ki Filistinli edebiyatçıların sürgünde tasvir ettiği ev, tıpkı Frasız filiozof Gaston Bachelard’ın “Yuva, yaşanılacak yer görevini gören doğal bir sığınaktır. Biz sadece oraya geri dönmekle kalmaz oraya dönmeyi de hayal ederiz.” tanımına tekabül eder. Yuvaya döndüklerini sandılar ama ya işgal edilen ya da talan edilen bir yuva ile karşılaştılar. O yüzden kendi ülkelerinde dönüş özlemini yazmayı sürdürdüler. Her ne kadar bütünlüklü bir dönüş edebiyatı kavramından bahsedilmese de tüm Filistinli yazar ve şairlerin bir çoğu dönüş özlemini anlatan eserleriyle ön plana çıktılar.

KENDİMİZİ MAĞLUP HİSSETMİYORUZ

Oslo’nun ardından aradığını bulamayan edebiyatçıların çoğu yurtdışına geri döner ve tekrar dönüş özlemi ile ilgili yazmayı sürdürür. Filistin edebiyatı adeta yeniden küllerinden doğar. Yeni nesiller tarafından yazılan şiir, kısa öyküler ve romanlarda hep dönüş özlemi ele alınır. Örneğin 2017 yılında Arap dünyasının en prestijli “Necib Mahfuz” edebiyat ödülünü alan Huzama Habayeb geçtiğimiz aylarda Kahire’deki ödül töreninde, konuşmasını yaparken gözyaşları içinde şunu söyledi: “Ben Huzama, köyünü yedi yaşındayken terk eden Filistinli mülteci Hamid Muhammed Habayeb’in kızıyım. Ben vatansız kalan Filistinli bir kadınım. Babamdan bana sadece evimin ve vatanımın yarım kalmış hikayesi miras kaldı. Yazdığım her hikayemle vatanıma dönüyorum. Zafer kazanamayabilirim, ama kendimi mağlup da hissetmiyorum.” Tüm edebiyat araştırmalarından ve literatür taramalarından daha etkili bir biçimde Filistin’e olan özlemi en güzel şiir anlatır. Ölümsüz şair, Mahmut Derviş ise Filistin’e şöyle seslenir.

FİLİSTİNLİ SEVGİLİ

Gözlerin bir diken

yüreğe saplanmış,

çıldırasıya sevilen,

işkencesine dayanılamayan.

Gözlerin bir diken,

rüzgârdan koruduğum,

ötesinde acıların, gecelerin,

derinlere sapladığım.

Kandiller yanar ışığınla,

geceler dönüşür sabaha.

Bense unuturum birden,

- göz rastlar rastlamaz göze-,

yaşadığımız bir vakitler

kapının ardında

yanyana.

Dün seni limanda gördüm,

yapayalnız, yolluksuz yolcu.

Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,

arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı

kapanır bir hücreye ya da bir limana,

nasıl saklanır gurbet elde

ve yemyeşil kalır?

Yazıyorum not defterime:

Limanda durakaldım...

En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,

doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.

Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.

Seni yalçın dağlarda gördüm,

kuzularınla, kovalanan çoban kızı.

Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.

Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.

Ey gönül! Ey gönül!

Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,

pencere, taşlar ve çimento

Kalbimin üzerinde.

*

Seni su testilerinde gördüm,

buğday başaklarında,

yıkık dökük, parça parça, unufak.

Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,

sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.

Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.

Dudaklarıma ses olacak yel sen.

Ateş ve akarsu sensin.

Gördüm seni bir mağaranın ağzında

yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,

kaynayan kanında güneşin.

Ve ahırlarda...

Ve bütün tuzlarında denizin.

Ve kumlarda...

Toprak gibi güzel,

yasemin gibi,

ve çocuklar gibi.

*

Ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

“Bir Filistin vardı,

bir Filistin gene var!”

#Filistin
#Sürgün
#Yazar
6 yıl önce