|

Hatıratlar arasında

Akademisyen İbrahim Özen bir süredir kimi gazeteci, tiyatrocu, romancı ve şairlerin gazete sayfalarında kalmış hatıralarını bir araya getiriyor. Edebiyat tarihi ve incelemeleri adı altında yayımlanan eserlerin karanlıkta bıraktığı kişi ya da hadiselerin şahsi bir nazardan da olsa yeniden yorumlanması imkânını veren bu kitaplar hatırat koleksiyonlarının önemini ihtar ediyor.

Yakup Öztürk
04:00 - 15/06/2021 Salı
Güncelleme: 06:35 - 15/06/2021 Salı
Yeni Şafak
Hüseyin Suat Yalçın
Hüseyin Suat Yalçın

İbrahim Özen (d. 1987) Gazi Üniversitesi’nde 1930-1950 yılları arasında yayımlanmış hatıratlarda Türk siyasî, sosyal ve kültürel hayatını merkeze alan bir doktora tezi hazırlamıştı. Bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı sahasında dersler veriyor. Bunun yanı sıra bir süredir farklı yayınevlerinden çıkardığı kitaplarla tiyatro sanatçılarının, gazetecilerin, şair ve romancıların gazete sayfalarında kalmış hatıralarını derleyerek doktora çalışmaları sırasında kütüphanelerde geçirdiği günlerin semeresini sahaya yeni kitaplar kazandırarak sergiliyor. Pek çok akademik çalışma tez adı altında küçük bir kesimin ilgisine terk edilerek arşivlerde kalıyor. Özen, bildiğim kadarıyla söz konusu tezini kitaplaştırmadı ancak tezine mevzu olan hatıraları peyderpey yayımlayarak bu eksiği ortadan kaldırıyor.

BİR DÖNEMİ HATIRALARDAN OKUMAK


Yeni Türk edebiyatı araştırmalarının en önemli ve sağlıklı kaynağı gazete koleksiyonlarıdır. Bunu pek çok defa duyuyor, sahaya yön veren isimlerin bu koleksiyonlar tetkik edilmeden Tanzimat sonrası edebiyat tarihi için hüküm vermenin mümkün olmadığına dair sözlerini işitiyoruz. Bu hakikat gazete sayfalarından derlenip önümüze konan her kitapta yeniden kendisini hatırlatıyor. Başlangıçtan bu yana çeşitli edebi türlerde yayımlanan eserlerin yorumlanarak, tasnif ve tahlil edilerek [teori] ortaya bir edebiyat tarihi çıkarılmasını da inkar etmiyoruz. Edebiyat, tarihin mi teorinin mi bir meşguliyetidir? Bu, yabana atılamayacak derinlikte bir tartışmanın meselesi. Biri diğerini yok sayarak ilerleyen her tartışmanın edebiyata bir katkısı olmadığını düşünüyoruz. Manzaranın bütününe odaklanmakla manzaradan küçük parçalara teorinin imkânlarıyla nüfuz etmek ne kadar saygıyı hak eden bir marifetse manzaranın hangi parçalardan bir araya geldiğini resmedebilmek de o derece önemli ve bir ihtiyaçtır. Bu sonuncusunu bize şüphesiz sözünü ettiğim koleksiyonlar verir. Tevfik Fikret’in Servet-i Fünûn’un başına getirildiği dönemi bir edebiyat araştırmacısının irade ve tercihle şekillendirdiği kitabından okumakla; Ahmet İhsan Tokgöz’ün, Ali Ekrem Bolayır’ın, Hüseyin Cahit Yalçın ya da Halit Ziya Uşaklıgil’in hatıralarından okumak arasında büsbütün bir mahiyet farkı vardır. Nitelikli bir edebiyat araştırması elbette okurda söz konusu döneme dair bir dikkat peyda eder ancak o eseri nitelikli kılan malzemenin bu hatıralardan ve Servet-i Fünûn’la birlikte o dönemin periyodiklerinden geldiği ortadadır.

HANGİ FİKRET?

Kimi zaman araştırma meselesi olan bir döneme hem o dönemde yazılmış hem de on yıllar sonra kaleme alınmış hatıratlar üzerinden bakmak ilginç sonuçlar doğurabilir. Bir süredir zihnimi kurcalayan bir mesele olarak Tevfik Fikret etrafında yaratılan otorite ve iktidarın sahih olup olmamasının cevabını da bu türden yazı ve kitaplar verir. İbrahim Özen’in son derlemesi Hüseyin Suat Yalçın’ın çoğu 1930’ların ortasında Akşam gazetesinde yayımlanan yazılarıdır. Hem Hatırlar Hem Gülerim adıyla kitaplaşan bu yazılarda bir Servet-i Fünûn sanatçısı olarak Tevfik Fikret birkaç cılız ifade dışında yoktur ama Cenab Şehabettin neredeyse kitabın tamamını doldurur. Uşaklıgil’in Sanata Dair’e aldığı yazılarda da Fikret kaba sayılabilecek birkaç cümleye sıkıştırılır. Burada çözülmesi gereken bir soru bizi bekler. Hangi Fikret? Edebiyat tarihlerinin anlattığı muktedir Fikret mi kendi çağdaşlarının bile yıllar sonra hatırlamaktan imtina ettiği Fikret mi sahihtir?

İbrahim Özen, birbiri ardına yayımladığı hatıralarla bizi bu türden soruların ardına düşürüyor. Görebildiğim çalışmaları arasında Mahmut Yesari’nin, Burhanettin Tepsi’nin, Suphi Nuri İleri’nin, Aziz Samih İlter’in ve Naşit Özcan’ın hatıraları var. Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın bir kısım eserlerini de Eski Şeyler (Tuğba Özen’le birlikte) adıyla bir araya getirdi. Özen, ilgisini geniş tutarak kültür hayatımıza katkı sağlayan gazeteci ve tiyatrocuları da yeniden okurun karşısına çıkarıyor. Bir Aktörün Hatıraları (DBY, 2018) adıyla Burhanettin Tepsi’nin süreli yayınlarda kalan yazılarını kitaplaştırmıştı. Bu kitaba, eski bir İstanbul yazarını notlarken ihtiyaç duyduğumu, onu böylece kitaplığıma kazandırdığımı ifade etmeliyim. Edebiyat, kültüre ait her türden malzemeyi dikkate değer bulur. Resim, müzik, bahçe kültürü, plastik sanatlar gibi pek çok unsur edebiyat araştırmacısı için takip edilesi bir mahiyet taşır. Bir gazetecinin cephe hatıraları da bir aktörün sahne faaliyetleri de bu türden malzemeyi yüklenir. Özen, doktora döneminde belli ki pek çok sanatçı ve edebiyatçının hatıralarını arşivlemiştir. Onları da edebiyatın gündemine getirecektir. Bir Bâbıâli kaynanası olan ve imzasına rastlamadığımız neredeyse yayını bulunmayan Mahmut Yesari’nin yine DBY’den yayımladığı Bâbıâli’den Son Selam (2018) kitabı unutulmamalıdır. Kitap, edebiyatın koridorlarını şıkır şıkır aydınlatan bir fenere benziyor. Hasbelkader Faruk Nafiz Çamlıbel üzerine bir biyografi kaleme aldığım için Yesari’nin hatıralarında en yoğun dikkati Çamlıbel’e dair satırlara yoğunlaştırdım. Ben bahsetmemiştim. Çamlıbel, yeni şöhret olduğu yıllarda kibrinden başı doruklarda gezen bir şairmiş. Yesari’nin Fidan Zehra adıyla yayımladığı bir adaptesini, hem de Yesari’nin gözleri önünde “Fecaat!” diyerek fırlatıp atmış. İlk karşılaşma böyle. Yakın bir zaman sonra Mahmut Yesari, Akşam’da tenkit yazmaya başladığı sırada Çamlıbel’in Canavar piyesinin oynanacağını haber almış. Gün, hesap günü. Yesari’nin tabiriyle Faruk, Fidan Zehra’nın hesabını ödeyecek. O gece tiyatroya smokinle gelen, sahneye çıkarılacağını bekleyen Çamlıbel’den öç almak istediği hatta bunu zihninden geçirdiği için Yesari, utandığını anlatır. Akşam’daki yazıda Canavar’ı över. Bir gün sonra bu yeni şöhretler Kadıköy iskelesinde karşılaşır. Faruk Nafiz, Yesari’nin boynuna sarılır, onu öper. Bu küçük hikâye bir dönemin edebiyat muhitlerindeki terbiyeyi vermesi bakımından önemlidir.

Bu yazının vesilesi olan Hem Hatırlar Hem Gülerim’de de (Çolpan, 2021) bizi edebiyatın şenlikli dünyasına çeken pek çok hatıra var. Her şeyden önce bir dönemin gerçek büyük şairinin Cenab Şehabettin olduğunu görüyoruz. Sanatkar ve bir entelektüel olduğu yıllar sonra gençlik çağlarına bakan Hüseyin Suat Yalçın gibi şairlerce teslim ediliyor. “Cenab olmasaydı Servet-i Fünûn’un edebî inkılabı noksan kalır, belki de elde etmek istediği hedefine vâsıl olmazdı.” diyen Yalçın, Cenab Şehabettin hakkında on iki yazı yayımlıyor. Bunun haricinde sair edebiyatçılardan da söz açıyor. Özen’in bütün kitapları notlandırılmış bir hâlde. Ve özellikle hem gazete sayfalarından hem şahıs arşivlerinden fotoğraf ve görsellerle kitaplarını zenginleştiriyor. Bu malzemeyi bulmak bile ayrı bir iş.

#Hüseyin Suat Yalçın
#Hem Hatırlar Hem Gülerim
#İbrahim Özen
3 yıl önce