Çok yönlü yazar Markar Esayan'ın yeni romanı Jerusalem Timaş Yayınları arasından çıktı. Esayan romanında; hayatı yeni yeni öğrenen sekiz yaşındaki bir kahramanın gözleriyle Ortadoğu'ya bakıyor, bir çocuğun büyük hesapların arasında sıkışıp kalmış masum iç hesaplaşmalarıyla bizi baş başa bırakıyor. Yazar, güçlü ve yalın anlatımıyla kahramanımıza ilk ayrılığın yakan acısını, terkedilmişliği, hayatla başa çıkabilmeyi öğretiyor. Jerusalem, kocaman çocuk korkularından filizlenen bir cesarete kapı açarken, savaştan yorgun düşmüş bir şehirde yaşanan tadına doyulamamış dostlukları ve barışın çocukça hayalini anlatıyor.
Belki de en naif olanla, en çözümsüz, gaddar olanı karşılaştırma içgüdüsünden olabilir. Hani Kutsal Kitap'ta bir canavar olan Golyat ile genç Davut'un silahsız döğüşe kalkışması gibi… Hem Ortadoğu ve hem de ülkemizdeki sorunlar ahlakını o kadar kaybetmiş, insani olana dair her şeye o kadar uzaklaşmış ve barış o kadar imkansız görülmeye başlanmış ki, aslında belki de biraz naif ve çocuk olmaya ihtiyaç var. Kudüs de tarih boyunca yaşanan onca zulme rağmen, çok naif bir kenttir. Aynı zamanda gerçeklikle alay eden bir kenttir. New York'ta aklın reddettiği hiçbir şey olmaz, ama Kudüs'te mucizeler sıradan bir şeydir. İsa'nın “Gerçek nedir!” demesi beni çok etkilemiştir. Bu soruyu bu kadar sert ve kısa sorana rastlamadım hiç. Orada gerçeğin varolmadığı değil, gerçeğin reddedildiğinin altını çizer İsa. Bizim gerçeklik algımız beş duyumuzla sınırlı, ama evren bizim duyularımızla sınırlanmak zorunda değil. O yüzden, çocuk muhayyilesi ve düşüncesinin sınırsızlığı, her soruyu sorabilme cesareti ve saflığı çok etkiliyor beni. Karmaşa dediğin şey var Kudüs'te doğru, ama çocuklar için bu karmaşa değil. Eğer savaş varsa ve bu, acıya neden oluyorsa savaş yapmazsın. Ya da öldüren ve kaba kuvvete başvuran kim ise, onu değil mağduru tutarsın. Mağdur intikam almaya çalışırsa, çocuk için mağdur değil, mağdur eden olur. Bu kadar basit.
Zor bir soru. Keşke benim kahramanımın da Zeze gibi, Holden gibi olup olmadığını söyleseydiniz. Bence her çocuk, çocuk olmaklığıyla dev bir kahramandır. Çünkü öyle veya böyle dev bir dünya ile baş ediyorlar büyüyebilmek için. Hepsi kendi şahsına münhasır bir mücadele yöntemi geliştiriyor. Bu tamamen benzersiz ve müthiş bir şey. Jerusalem'in de bunu aktarabilmiş olmasını umarım. Sanırım bir de o yazarın kahramanlara hiç müdahale etmemiş olmasından ve aradan çekilerek sadece bir aktaran olmayı seçebilmiş olmasından geliyor bu etkileyicilik.
Yazarlara en çok sorulan ve yazarın da soruyu sorana en çok çemkirdiği sorudur bu. Bu soru aslında gereklidir. Çünkü her romanımdan sonra okuyucudan buna benzer çok soru alıyorum, merak ediyorlar çünkü. Bu çok doğal çünkü insanların ortak dertlerine, ortak gündeliklerine dokunuyorsunuz. Aslında asıl yazar her bir okuyucuya o soruyu soruyor “Sen bunlardan hangisisin” diye. Çok özel bir ilişki. Tabii, eğer yazdığınız bir otobiyografi veya dönem-tarih kitabı değilse, bu sorunun bir cevabı yok. Sonuçta roman bir kurgu. Ama roman-kurgu ilişkisi de “gerçeklik” açısından yabana atılır bir şey değil. Ben romanlarda çok sağlam bir gerçeklik anlatısı ve toplumsal hafıza olduğunu düşünürüm. Bir dönemi anlamak için tarih kitaplarının sağlamasını o dönemin romanlarından yaparım. Bu kitap da yüreğimden imbik gibi damlayan bir sürü melezlikten hasıl oldu. Onda ben, benim psikolojim, çevrem, okuduklarım, dinlediklerim var. Diyebilirim ki, ben de Jerusalem'i yazabilmek için belki 35 yıl bekledim. Ama bilinçli olarak 11 yıl sürdü Jerusalem'in içimde pişmesi. Yazımı ise yoğunluktan, üç ay sürdü.
Dediğim gibi, hem Jerusalem, hem de İstanbul hayatımın iki önemli kenti, simgesi. İkisi de beni oluşturan malzemelerin çoğunu veren cömert bir kuluçka, rahim olmuştur. İkisi de gerçeküstüdür ve tahmin ettiğiniz gibi, bu dünyanın sunduğu gerçeklerden pek memnun değilim. Bu iki kent de sanki zamana ve soğuk modern-pozitivist dünya ile alay eder gibiler, tıpkı benim gibi. Hayır, başka türlü gerçekler yaratabiliriz. Mucizeler yapabiliriz ve bu dünyada mutlu olabiliriz. İki kentin de çok içinden geçtim ve gördüklerim beni büyüledi. İkisi de ev oldu bana, beni kusmadı. İnsanları da öyle.
Filistinlileri de, Yahudileri de çok seviyorum. Belki Ermeni olmamın bir etkisi vardır bunda. Başka türlüsünü yaşamadığım için bunu bilemeyeceğim. Ama her iki halk da, tarih boyunca zulüm ve baskı görmüşler. Yahudiler en erken diasporaya çıkan ulus. Sürekli sürgün yemiş, hep katledilmişler. Filistinliler de öyle. Şimdi bu iki mağdur halkın birbirlerini öldürmelerini çok acıklı ve adaletsiz buluyorum. Ama devlet olunca böyle oluyorsun, güç ve şiddet uygulamak meşru hale geliyor. Ama sanırım Arap Baharı ile ciddi bir dönüşümün eşiğindeyiz Ortadoğu için. Doğu'nun yükselişi başladı ve barış da maalesef güç dengesi ile geliyor. Doğu kaderini yendikçe ve demokrasilerini geliştirdikçe, bu bölgeye hızla barış gelecek. Çünkü Doğu madunluktan çıkıp özne olacak.
Bu bize dayatılan, ama hiç açıkça söylenmeyen bir oyun kuralıdır. Farkına varmazsan, ömür boyu bu denklemi kullanır bilinçdışın ve hep mutsuz olur, mutsuz edersin. İnsanın içine yerleştirilmiş pimi çekilmiş bir bomba gibidir, ya hep, ya hiç cehennemi. Yaşam kavgasının sevgiden arındırılmış, onun yerine korku konmuş halidir. Benim yaşamam için onların ölmesi lazım, benim kazanmam için birilerinin kaybetmesi lazım, benim doymam için onun aç kalması lazım gibi. Ama bu tarihin en büyük yalanı. Bugün dünyada en zengin 200 aile, dünyanın en fakir yarısının nüfusu kadar yıllık gelir elde ediyorlar. Dünyada iki milyar insan günlük bir dolar sınırının altında yaşıyor. Bu böyle olmak zorunda değil. Çünkü bu o 200 aile dahil herkesin yaşamı için en büyük tehdit. Paylaşarak yaşayabiliriz. Bu dünyayı ve nimetlerini paylaşabilir ve daha iyi yaşayabiliriz. Hiçbir zaman iki seçeneğe mahkum değiliz. Arada bir sürü başka seçenek var. Hatta kötü bir seçim yapmaya zorlanmak yerine, Melville'in Katip Bartelby'si gibi “Seçmemeyi tercih edebiliriz”.
Jerusalem özel bir roman. En azından benim için öyle. Şimdinin Dar Odası ve Karşılaşma ile çok ortak özellik arz ettiğini düşünmüyorum. İlk iki roman zaten Türkiye'nin 20. yüzyılını “küçük” ve “sıradan” insanların gözünden anlatan bir seriydi. Jerusalem şahsına münhasır bir kitap ve zannederim benim bundan sonra yazacaklarımın içinde de hep özel ve farklı bir yeri olacak. Jerusalem'i onlardan önce tasarlamaya başlamış ancak zamanının gelmediğini hissederek geriye bırakmıştım. Şimdi benden dışarı çıkabildiği için çok mutluyum.
Evet var. Farklı ve şaşırtıcı bir roman üzerinde çalışıyorum. Epey de ilerledim aslında. Ben krizler halinde yazıyorum. Dağınık ve düzensizim. Bu halimden de çok mutluyum. Bir roman bitmeden bir diğerine geçiyorum. Sonra onları demlenmeye, ikinci bir yaratıcı krizin gelmesini bekliyor, gelince de durmadan yazarak onu bitiriyorum. Bunun dışında yazmaya başladığım bir hikaye kitabım var, Varlık Vergisi ile ilgili. Bir şiir kitabım var sonra tasarladığım. Bunun dışında master tezimi de geliştirip kitap haline getireceğim. Master tezim Osmanlı Ermeni Edebiyatı'nda yeni burjuvazinin doğuşu, sınıf çatışmaları ve modernleşme başlığını taşıyordu.
Jerusalem
Markar Esayan
Timaş Yayınları
94 Sayfa
288 sayfa