|

Her şey insanlar için

İlk Kim Değişti?, bize esasında kim olduğumuzu hatırlatan, ne kadar değiştiğimizi yüzümüze vuran, özümüze dönmemiz için çağrıda bulunan bir deneme kitabı. Ömer Faruk Lekesiz tarafından kaleme alınan ve Çizgi Kitabevi tarafından basılan bu kitap, ismiyle bile bizleri düşünmeye sevk ediyor. Sahi, ilk kim değişti?

04:00 - 15/08/2021 Pazar
Güncelleme: 22:26 - 14/08/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
 Sahi, ilk kim değişti?

Önce insan değişti ve içinde yaşadığı dünya da ayak uydurdu mecburen insana.
Sahi, ilk kim değişti? Önce insan değişti ve içinde yaşadığı dünya da ayak uydurdu mecburen insana.
DİLARA YABUL İŞLEYEN

İnsan, tek başına insan mıdır? Yoksa içinde bulunduğu hâl, durum, zaman, mekân da dahil midir onu insan kılan unsurlara? Tesir eder mi içinde bulunduğumuz dünya manevi hayatımıza? Ruh iklimimizi değiştirmek, ufak ufak da olsa olgunluğa erişmek için çabalamak değiştirir mi dünyamızı? Sorular çeşitlendirilebilir. Bu sorular üzerine düşünmek bizi belki yorar, belki zihnimizi bulandırır, belki de kalbimizi genişletir ve huzur verir gönlümüze. Her durumda da bunları düşünmek iyidir, insancadır.

İlk Kim Değişti?, bize esasında kim olduğumuzu hatırlatan, ne kadar değiştiğimizi yüzümüze vuran, özümüze dönmemiz için çağrıda bulunan bir deneme kitabı. Ömer Faruk Lekesiz tarafından kaleme alınan ve Çizgi Kitabevi tarafından basılan bu kitap, ismiyle bile bizleri düşünmeye sevk ediyor. Sahi, ilk kim değişti?

Önce insan değişti ve içinde yaşadığı dünya da ayak uydurdu mecburen insana. Dünya değiştikçe insan daha da değişti, dönüştü, başkalaştı. Fasit daire oldu adeta. İşte bu fasit daireden kurtulmak için çözüm yolları sunuyor Ömer Faruk Lekesiz bu kitabında. “Dünya ne kadar değişti, insan nasıl ayak uydurdu, özümüze dönebilir miyiz, eğer mümkünse nasıl döneriz, dünya ruh hâlimize tesir eder mi, peki ruh hâlimiz dünyaya?” gibisinden pek çok soruya yanıtlar veriyor. Bizlere kaybettiklerimizi hatırlatıp, tekrar tekrar gösterip, yeniden aramaya koyulmanın ve nihayetinde bulmanın ipuçlarını veriyor.

SAHTE VE GERÇEK ÜZERİNE


Kitap, sahte ile gerçek olanı ayırt etmenin öneminden bahsederek açılıyor. Bu dünyada sahte olan her şeyi, tıpkı sahte paraları iyotlu kalemlerle tespit edebildiğimiz gibi kolayca tespit edebilsek hayatımızın ne kadar kolaylaşacağını anlatıyor. Sahte sevgiler, sahte insanlar, sahte hayatlardan uzak kalır ve her şeyin hakikatine temas ederdik. Kitap boyunca da yazar, doğal olan şeyleri yüceltip, sahteyi ve plastiği yeriyor. Kalbimize temas ederek yaşamamız için gerçek, doğal ve sade olandan şaşmamamız gerektiğini vurguluyor ve plastik olan her şeyden kaçınmamızı salık veriyor. Aksi takdirde sahteliğe boyun eğeriz ve yazarın distopyası gerçekleşir: “Kuşlar plastik ağaçların üzerindeki sahte dallara konacak, bir kuşun gagası yeşil boya kokacak. Kuşlar, plastik dalların üzerine sahte yuva yapacak, bir kuşun yumurtası artık plastikten olacak.”

Bu korkunç senaryonun gerçekleşmemesi için bize bir ipucu veren Lekesiz, gerçeği sahteden ayırt etmek için, tıpkı sahte paraları gerçeğinden iyotlu kalemlerle tespit edebildiğimiz gibi, zamanı iyotlu kalem olarak kullanmamızı öğütlüyor. Aylar, yıllar geçiyor ve yanımızda sadece gerçek dostlarımız kalıyor. Sadece zaman, iyi yürekli insanları diğer insanlardan ayırıyor. Tabii gerçeği sahteden ayırmanın tek yolu bu değil. Bir çıkar yol daha gösteriyor bu konuda Lekesiz: “Kalbimize” danışmak. En şaşmaz mihenk taşı olan kalbimize. “Kalbiyle test eder insan” diyor. “İnsanın sahtesi merhametsiz olur. Merhamet yoksa bilin ki sahtedir.”

KALABALIK İÇİNDEKİ YALNIZLIK

Bunları heybemize alıp devam ediyoruz ve şehirlerimize değiniyor yazar. Modern şehirlerin insanların üstüne sürekli yük bindirdiğini, özellikle çocuklara hiç merhamet etmediğini, çocukların küçük yaşta “koca adam” olmak zorunda kaldığını ve bizlerin bu döngünün içerisinde nasıl yer aldığımızı gösteriyor, esasen yüzümüze çarpıyor. Sadece çocuklar değil elbet, yetişkinler de kalabalıklar içinde yalnız. Her gün tanımadığımız insanlarla, bilmediğimiz hikâyeleriyle yolculuk ediyoruz bir yerden bir yere giderken. Ancak kimsenin hayatına temas etmiyoruz. Modern şehirler böyle çünkü. Modern şehirler yalnızlaştırıyor bizleri. “Peki, eskiden şehirlerimiz nasıldı?” sorusu canlanıyor hemen. Lekesiz de anlatmaya başlıyor: komşulukların hâlâ var olduğu, mahallenin can çekişmediği, çocukların sokaklarda güvenle oyun oynadığı, yok olanı dahi paylaşmayı bilen insanlarla dolu olan şehirleri… Veresiye defterlerinin kredi kartlarından mühim olan zamanları nasıl yitirdiğimizi gösteriyor. Şehirler böyle değişirken insan değişmez mi? Mekân insana tesir etmez mi? “Tek Koltukta İki Yalnızlık” başlığı altında bunlara değiniyor yazar. Mutluluk bizden uzaklaşırken, giderek yalnızlaşırken nasıl telefonlarımıza esir olduğumuzu, telefonlarımızı artık iletişim aracı olarak değil, zamanı ileri alma makinesi olarak kullandığımızı gösteriyor.

YOL VE YOLCULUK KIYMETLİDİR

Ömer Faruk Lekesiz, yolu ve yolculuğu önemsiyor. Varmak için değil, sadece yolculuk etmek, yol olmak için yola çıkmaktan bahsediyor bize kitabında. Çünkü esas olan yolculuktur; o yolculukta öğrenilenler, menzile varmak için çekilen çileler, eziyetler ve yol boyunca insanın kendini daha iyiye eriştirme, kendini iyi yönde değiştirme çabasıdır. Bu yüzden yola çıkmak kıymetlidir. Bir yere ulaşmak değil, sadece yolda olmayı istemek ve yol boyunca “anda” kalmak insana bu yüzden bir şeyler katar. “Ne kadar da sana benziyor ceviz ağacı, etrafında olup bitenleri sakinlikle izliyor.” Ve bu dünyadaki her şeyin emanet olduğunu en iyi yol biliyor. Biz de yol gibi emanet olmayı öğrenmeli ve gelip geçici olan bu hâlimizi iyice idrak etmeliyiz. Çünkü o zaman “taşınan yük ne olursa olsun, ağır gelmez.” Ömer Faruk Lekesiz elinde bir sihirli değneği varmışçasına bu hakikatleri zihnimize nakşediyor.

#Ömer Faruk Lekesiz
#Çizgi Yayınları
#İlk Kim Değişti
3 yıl önce