|

“Hiç kimsenin” sesinden bir kitabı dinlemek gibi 6.27 Treni

Binlerce kitap “Şey”in işkembesinde kayboldu... Daha birkaç dakika önce hangarın zemininde yatan kitaplardan geriye tek bir iz kalmadı. ...Bu kaba kağıt hamuru yakın bir gelecekte başka kitapların basımında kullanılacak, bunların belli bir kısmı da yeniden buraya Zerstor 500’ün dişlerinin arasına geri dönmekte gecikmeyecekti.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Cumartesi
Güncelleme: 07:20 - 4/11/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
Fransız yazar, Jean-Paul Didierlaurent, ilk romanı olan 6.27 Treni’nde, gündelik hayatın tekdüzeliğini
Fransız yazar, Jean-Paul Didierlaurent, ilk romanı olan 6.27 Treni’nde, gündelik hayatın tekdüzeliğini
Beyza Karakaya

Metroda, Marmaray’da veya vapurda şehrin tüm griliğinin uçup gittiği, hayatımızın tekdüzeliğinin kısa süreli de olsa kırıldığı anlar vardır… Bir müzisyen notalarıyla renklendirir yolumuzu, yolculuğumuzu… Kulaklarımızla kalbimizin yer değiştirdiği bu mini şölen sayesinde nihayet yolculuğumuz bittiğinde sanki yenilenir adımlarımız… Fransız yazar, Jean-Paul Didierlaurent, ilk romanı olan 6.27 Treni’nde, gündelik hayatın tekdüzeliğini, okuduğu birbirinden bağımsız kitap sayfalarıyla renklendiren, geri dönüşüm işçisi Guylain Vignolles’in hayatında misafir eder bizleri.

“Hiç kimsenin”, “biri” olduğu anlar

Otuz altı yaşındaki Guylain Vignolles’in en büyük özrü, soyadı ve adının birlikteliğinin sunduğu talihsiz bir kelime-hece oyunuydu. “Hain kukla” anlamına gelen Vilain Guignol ismi hayatı boyunca peşini bırakmayan, kulaklarında yankılanan kötü bir kelime oyunuydu. Çocukluğından yetişkin oluncaya dek muhatap olduğu alaycı mırıltılar, nihayet otuz altı yaşında kendini unutturması, görünmez olmasıyla son bulmuştu. Guylain, ne yakışıklı ne çirkin, ne zayıf ne şişman olmayı, sadece silik bir silüet olmayı öğrenmişti. Her gün aynı saatte, yani 6.27’de bindiği ekspres banliyö treni, onu nefret ettiği işine götürüyordu.

Kağıt geri dönüşüm fabrikasında çalışan Guylain’in görevi, yenilerine yer açılması için geri dönüşüme gönderilen kitapları paramparça eden ve Guylain’in tiksindiği için “Şey” adını verdiği korkunç makine Zerstor 500’ü kullanmaktı. Her gün binlerce kitabı yok eden bu şey, Guylain’in iki dostundan biri olan Guiseppe için bir “soykırım” makinesiydi.


Guylain, bu nefret ettiği makineden intikamını almak ve bu sonsuz kere sonsuz devam edecek geri dönüşüm sürecine kendi çapında başkaldırmak ve bir nebze de olsun vicdanını rahatlatmak için, temizlemek için girdiği makinenin içinden imha edemediği, birbirinden bağımsız kitap sayfalarını yasak olduğu halde alıyor ve evde kurutuyordu. Her sabah, fabrikaya giderken bindiği 6.27 treninde Guylain, bu birbirinden bağımsız kitap sayfalarını kompartımanda bulunan yolcular için okuyordu. Kimi zaman bir yemek tarifi, kimi zaman bilimkurgu kitabı, kimi zaman bir roman olan ve çoğunluğunda kitap ve yazar isminin bulunmadığı bu birbirinden bağımsız kitap sayfalarını okuyan Guylain, 20 dakika süren bu yolculukta, yolcuları günlerin tekdüzeliğinden kurtaran bir nefesti. Hayatında, çalıştığı fabrikadan iki dostu, tüm mahrem sırlarını anlattığı küçük kırmızı balığı dışında bir renk olmayan Guylain için de trende kitap okuduğu anlar, kendisini daha önemli hissettiği, hayatını çekilir kılan anlardı.

İki imhacının hikayesi

Guylain’in fabrikanın bekçisi olan ve yalnızca aleksandrin hece vezniyle kurduğu cümlelerle konuşan Yvon Grimbert ve daha önce Zerstor 500’ü kullanırken, arızalanması sonucu iki bacağını da makinenin yediği Guiseppe dışında bir arkadaşı yoktu. Guiseppe, bacaklarını kaybettikten sonra onlara yeniden kavuşacağı günü bekleyen yaşlı ve alkolik bir adamdı. Tek isteği, bacaklarından parçaları taşıdığına inandığı imha edilen kitapların kağıtlarından yeniden kitap olan Eski Zaman Bahçeleri ve Sebze Bostanları kitabının tüm baskısına sahip olmaktı. Böylece bacaklarına yeniden kavuşmuş olacağına inanıyordu. Guylain, Guiseppe’nin hayata tutunmasını sağlayan bu yegane hayaline kavuşması için ona yardım ediyordu.

Bir gün, Guylain 6.27 Treni’nde okuduğu sayfaların bir karşılık bulduğunu öğrendi. İki yaşlı kız kardeş ona ve yaptığı işe hayranlık duyuyorlardı. Onu kaldıkları huzurevinde kendileri gibi yaşlı insanlara, her zamanki yaptığı gibi birbirinden bağımsız sayfaları okuması için davet ettiler. Her Cumartesi bu isteği yerine getiren Guylain, bu yaşlı insanların sonu ve başı olmayan bu hikayelerden ne kadar etkilendiklerine, hayatlarına nasıl bir renk kattığına şahit oldu. Fakat Guylain’in hayatı ancak trende oturduğu koltukta bulduğu USB ile değişecekti…

Guylain’in bulduğu USB’de, bir AVM’nin tuvaletini temizleyen Julie isimli bir genç kıza ait günlük bulunuyordu. Guylain başta sahibini bulup teslim etmek istese de, zamanla Julie’nin kelimelerine, hikayesine, tuvalette yaptığı sosyolojiye, ilişkilere dair tespitlerine, halasının sözlerinden inşa ettiği mottoya aşık oldu. Artık Şeyden bulduğu sayfaları değil Julie’nin günlüğünü okuyordu trende ve huzurevinde.

Julie, hiç kimsenin onu fark etmediği, hayatını geçirdiği 14717 fayans arasında tekdüzeliği yalnız yazdığı kelimelerle kırıyordu.

Guylain Guiseppe’nin de yardımıyla, uzun uğraşlar neticesinde Julie’ye buldu.

6.27 Treni, biri insanların ürettiği kelimeleri imha eden, diğeri insanların ürettiği pisliği temizleyen yani bir nevi pisliği imha eden ve buradan yeni kelimeler üreten Julie ve Guylain’ın hikayesi…

Sayfa sayfa, parça parça okumak…

6.27 Treni, “ötekinin”, silik olanın özne olduğu bir dünyanın hikayesi…

Bir alışveriş merkezinin tuvaletini temizleyen, hem kendi hayatını hem de buradaki gözlemlerini tuvalet sosyolojisi yaptığı günlüğüne yazan Julie ile geri dönüşüm fabrikasında çalışan, kendini unutturmak için yaşayan, var olduğunu yalnız kağıt imha makinesinden çaldığı sayfaları okuyarak hisseden Guylain’in birer silik siluet olmaktan kurtulup, başkalarının hayatını katlanabilir kılan özneye dönüşmelerinin hikayesi…

Diderlaurent bu benzersiz romanında, aynı zamanda kitapların hikayesine tersine bir pencere açıyor… Pek çok kitapta aşina olduğumuz, kitapların inşa edilme sürecini değil de imha edilme sürecini anlatan Diderlaurent, 6.27 Treni’nin alt metniyle yayın “piyasası”na da sağlam eleştiriler yöneltiyor. Bir diğerine yer açmak için, imha edilen ve aslında bir diğeri olan kitapların hikayesi dimağımızda Guylain’in “Şey”e duyduğu tiksintinin benzerini bırakıyor. Fakat Diderlaurent, kitapların bir bütün olarak değil, sayfa sayfa, parça parça da olsa bir dünyanın kapılarını aralayabileceğini, kelimelerin bütünden ayrı olarak bir gücü olabileceğini de gösteriyor.

6.27 Treni, kelimelerin dünyasına açılan bir kapı niteliğinde…

#6.27 Treni
#Kitap
#Jean-Paul Didierlaurent
6 yıl önce