|

İç seslerin yazarı Jon Fosse artık Nobel’li

Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü, Ibsen’le aynı coğrafyanın hikayelerini anlatan, Kafka, Faulkner ve Woolfe’un edebi mirasını taşıyan Jon Fosse’a verildi. Akademi ödül verme gerekçesini “Norveç geçmişini sanatsal teknikle birleştirerek, insanın kaygılarını ve ikilemlerini yansıttığını ve söylenemez olana ses veren yenilikçi oyunları ve düzyazıları nedeniyle verildi” şeklinde açıkladı. Fosse’nin Monokl Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan üç romanını sizin için okuyup kaleme aldık.

Arzu Şahin
04:00 - 28/10/2023 Cumartesi
Güncelleme: 00:56 - 26/10/2023 Perşembe
Yeni Şafak
Jon Fosse.
Jon Fosse.

Edebiyat okurları her yıl Nobel ödülleri açıklandığında bir heyecan dalgası içinde bulurlar kendilerini. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan daha önce okudukları bir yazarsa ödülün hak edilip edilmediğine dair fikirler beyan edilir. Ödül, ismini duymadıkları bir yazara gittiyse merak içinde kitapları araştırılmaya başlanır. Ödüller dünyasında her zaman farklı düşünceler çarpışıp hak edilme/edilmeme söylemi etrafında cümleler kurulsa da Nobel Edebiyat Ödülü, bugün hala saygınlığını koruyarak okurlar için dünyanın farklı coğrafyalarında iyi yazan isimlerle tanışma fırsatı sağlıyor. Bunun son örneği Jon Fosse oldu.

Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü Norveçli yazara verildi. İsmini daha önce duymadığım bir yazar olan Jon Fosse’a ödül verilince pek çok okur gibi arama motoruna adını yazıp hızlıca kim olduğuna ve yayınlanan çalışmalarına baktım. Yazarla ilgili karşıma çıkan bilgiler şöyleydi:

ESERLERİ 40’TAN FAZLA DİLE ÇEVRİLDİ

29 Eylül 1959 yılında Norveç’te dünyaya gelen Jon Fosse, Bergen Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat öğrenimi gördü. İlk romanı Kırmızı, Siyah, 1983 yılında yayınlandı. İlk oyunu Ve Asla Ayrılmayacağız ise 1994 yılında yayınlanıp sahnelendi. Eserleri 40’tan fazla dile çevrilen ve oyunlarının binden fazla farklı prodüksiyonu yapılan yazar, Norveç’te oyunları Henrik Ibsen’den sonra en fazla sahnelenen isim oldu. Yazdığı eserlerle farklı ödüller alan Fosse, yedi yaşındayken geçirdiği ölümcül kazanın izlerini eserlerine yansıttı. Jon Fosse, romanlar ve kısa öyküler dışında, şiirler, çocuk kitapları, denemeler ve tiyatro oyunları kaleme aldı.

The Daily Telegraph’ın hazırladığı “Yaşayan En İyi 100 Dahi” listesinde 83. sırada yer alan Jon Fosse, Henrik İbsen, Samuel Beckket, Franz Kafka, William Faulkner ve Virginia Woolfe gibi yazarlardan etkilendi.

Jon Fosse’un Monokl Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen üç eseri bulunuyor. Ödül haberinden sonra hızlıca kitapçıya uğrayıp Melankoli I-II, Üçleme ve Sabahtan Akşama romanlarını alıp okumaya başladım. Bilinç akışı tekniğinin başrolde olduğu bu kitaplar, Fosse’nin etkilendiğini söylediği Kafka, Faulkner ve Woolfe’un edebi mirasını taşıdığını düşündürdü bana.

İÇ SESLERLE OLUŞTURULAN EDEBİ EVREN

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi Ödül Komitesi Jon Fosse’a ödül verme gerekçesini “Norveç geçmişini sanatsal teknikle birleştirerek, insanın kaygılarını ve ikilemlerini yansıttığını ve söylenemez olana ses veren yenilikçi oyunları ve düzyazıları nedeniyle verildi” şeklinde açıkladı. Gerçekten de yazarın eserlerine baktığımızda Norveç’in sislerin ardında fonda beliren dokusunu, insanın zihninde yarattığı kaygılar ile bu kaygılarla başa çıkma uğraşını bariz şekilde görüyorsunuz. “Söylenemez olana ses verme” meselesi ise Fosse’nin iç seslere eğilen derinlikli anlatımında gizli. İnsan doğasını oldukça iyi tanıyan yazarın bu seslerle oluşturduğu edebi evren, çok tanıdık olmakla birlikte bir o kadar da yeni geliyor okura. Kurgunun değil, söylemin ve biçimin öne çıktığı bu romanlara biraz daha yakından bakalım.

ROMAN KAHRAMANLARININ ZİHİNLERİNDE GEZİNMEK

Melankoli I-II, üç ayağı olan ve tamamı bilinç akışı tekniği ile ilerleyen bir eser. Roman, Norveç’li ressam Lars Hertevig’in genç bir öğrenciyken Düsseldorff’ta yaşadıklarını, kırılgan dünyasında yavaş yavaş delirmenin eşiğine giden sürecini anlatarak başlıyor. Sürekli aynı ifadelerin ve cümlelerin etrafında takıntılı bir halde var olan kahramanla birlikte okur olarak siz de yavaş yavaş dipsiz bir kuyunun içine çekiliyor, kitabı yarım bırakıp oradan kurtulmak istiyor ancak genç ressamı yalnız bırakmak istemediğiniz için yeniden satırların arasına dönüyorsunuz. Kitabın ikinci ayağında ise ressam Lars Hertevig’in hayatını kaleme almak isteyen otuzlu yaşların ortasındaki yazar Vidme’nin peşine takılarak Lars’ın hayatının bilmediğiniz başka bir dönemine gitmeye çalışıyorsunuz. Ancak ressamın uzaktan akrabası olan Vidme de sizi kendi zihin dünyasında başka bir yolculuğa çıkarıyor. Üçüncü ayak olan Melankoli II bölümü, ressamın artık yaşlanmış ablası Oline’nin unutmak ve hatırlamak arasında gidip gelen zihninde, onunla birlikte bir yokuştan inip çıkmanızla bir devinim halinde ilerliyor. Ressam Lars Hertevig’in çocukluğu ve bakımevindeki son haline dair bilgi kırıntılarını öğrendiğimiz son bölümde Oline’le yaşlılığın tüm hallerini çok gerçekçi bir şekilde hissediyorsunuz.

VAR OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

“…Herkeste vardı böyle gam keder, bunun için de insanlar kemanın sesini dinlemeyi severdi, müzik ister cenazenin ardından kaldırılan kadehlere eşlik etsin, ister düğün dernekte çalınsın, isterse dostların buluşup içtiği ve eşliğinde eğlenip dans ettiği müzik olsun, var olmanın verdiği ağırlığı hafifletirdi…”

Üçleme romanı, birbirlerini farklı bir boyutta seven seven Alide ve Asle’nin hikayesini anlatıyor. Yaşadıkları bölgede barınamayıp yanlarına Asle’nin babasından kalan kemanı ve birkaç parça eşyayı alıp yola çıkan kahramanlarımız, Norveç’in Bergen şehrinde kendilerine ve doğacak çocuklarına iyi bir hayat kurabilmek için tüm zorlukları aşarak ilerliyor. Evsiz, uykusuz ve parasız olan bu iki gencin yaşadıkları adaletsizlik karşısında aldıkları tavrı irdeleyen kitaba Asle’nin çok güzel çaldığı kemanın hüzünlü notaları eşlik ediyor.

Bilinç akışıyla yazılan Sabahtan Akşama romanında ise balıkçı Johannes, yaşamın ve ölümün sınırlarında gezinirken kaybettiği dostlarını, eşini ve uzakta kalan geçmişini hatırlıyor. Sabahtan akşama kadar bir günün içinde hayatındaki tüm rutinleriyle yoluna devam eden kahramanımız bize hayat sona erse bile bilincin yaşamaya devam ettiğini ima ediyor. Biçem olarak da farklı bir yerde duran romanda, yazınsal metinlerde bir nevi düşüncelerin önündeki bariyerler olan noktalar kaldırılmış ve virgüllerle dur durak bilmeyen bir anlatı ortaya çıkmış.

Jon Fosse’nin eserlerini okuduğunuzda adeta kafalarının içine girdiğiniz roman kahramanlarıyla derin bir bağ kurup melankolinin katmanlarında volta atıyorsunuz. Yazarın edebi yeteneğini ve sıra dışı dünyasını yakından tanımakla kalmıyor, hikayeler kadar onları anlatma biçiminin edebiyatın vazgeçilmezi olduğunu bir kez daha görüyorsunuz.



#Edebiyat
#Aktüel
#Jon Fosse
6 ay önce