|

İlham perimiz İstanbul içinde

Dünyanın belki de en güzel kenti İstanbul. Bu yönüyle de binlerce edebi esere ilham kaynağı oldu ve olmaya devam ediyor. Tarihi, kültürü, doğası ve insan çeşitliliğiyle yazar ve şairlerin bıkmadan yazdığı bir kent. Biz de bu ayki dosyamızda yazar ve şairlere İstanbul’un edebiyat yolculuklarındaki etkisini sorduk. Hepsi kaleminin gücünü ondan alıyor ve bu kentin her zerresini satırlarına yansıtmaya çalışıyor.

04:00 - 15/06/2019 Saturday
Güncelleme: 11:44 - 14/06/2019 Friday
Yeni Şafak
İstanbul
İstanbul
HATİCE SAKA

İstanbul her zaman yazar ve şairlere ilham kaynağı olmuştur. Dünyada da birçok kentin kendi yazarları vardır. Örneğin, St. Petersburg Dostoyevski’nin, Prag Kafka’nın, Dublin James Joyce’un, New York Paul Auster’ın, Kahire Necip Mahfuz’un, Lizbon Jose Saramago’nun ve Paris Baudelaire’in şehridir. İstanbul için de pek çok edebiyatçı ismi saymak mümkün. Necip Fazıl, Sait Faik, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal gibi onlarca yazar ve şair İstanbul ile birlikte anıldı. Onlar İstanbul ile hemhal oldular ve satırlarına İstanbul’un denizinden, ağaçlarından, sokaklarından, kafelerinden ve insanlarından sözcükler süzüldü. Aslında bir yazarı ya da şairi yaşadığı kentte soluduğu hava var eder. İşte İstanbul, şiirlerin ve romanların doğduğu ve nefes aldığı bir atmosfer.

SANA DÜN BİR TEPEDEN BAKTIM

Dünyanın en kadim şehirlerindenbiri olan İstanbul ile birlikte anabileceğimiz sayısız edebi eser var. Bizans dönemine gidecek olursak karşımıza şair Paulus Silentiarius’un Ayasofya’ya yazdığı şiirler çıkar. Osmanlı dönemine geldiğimizde Nedim bizi selamlar. Yahya Kemal, şarkılarda da yaşayan ‘Başka Bir Tepeden’ şiiriyle “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul, Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer” diye seslenir. Orhan Veli gözleri kapalı İstanbul’u dinler. Necip Fazıl canım İstanbul, vatanım da vatanım İstanbul der. Romanlarda da ayrı bir güzeldir İstanbul. İlk akla gelen isim elbette Orhan Pamuk. Onun İstanbul Hatıralar ve Şehir, Kafamda Bir Tuhaflık kitapları öne çıkar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanını da anmadan geçemeyeceğim. Daha unutulmaz sayısız eserden bahsetmek mümkün. Günümüzde de İstanbul ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. Biz de bu bağlamda yazar ve şairlere edebiyat yolculuklarında İstanbul’un onlara nasıl tesir ettiğini sorduk. Şair Cahit Koytak, şehir benim için insan anlamına gelir derken, Selim İleri, yazarlığını ona borçlu olduğunu belirtti. Mario Levi, İstanbul’un hikayeler doğurduğunu söyledi. Beşir Ayvazoğlu ise bu kentin kendine benzeten iklimiyle büyülendiğine vurgu yaptı. Cihan Aktaş bütün öykülerinin platosunun İstanbul olduğunu dile getirdi. Şair Ömer Erdem, İstanbul’dan etkilenmekten değil İstanbul’u etkilemekten söz etti. Jaklin Çelik, İstanbul müsaade ettiği ölçüde kilitli kapıların açıldığını ifade etti. Nihan Kaya ise İstanbul’un tek başına bir karakter olduğunu söyledi.


Şehir insan demek
Cahit Koytak

İstanbul deyince ilk aklıma gelen insan zenginliği oluyor. Bu şehirde dünyanın her yerinden, her renkte ve her meşrepten insana rastlamak mümkün. Edebiyatıma gelince açıkçası İstanbul’da 50 yıl yaşayan bir şair olarak İstanbul’a odaklanmış 400 sayfaya yakın bir şehir kitabı yazdım ve henüz yayınlanmadı. Şiirlerimde, İstanbul’u daha çok beşeri manzaralarla etkilenen bir zihnin ve ruhun terennümlerini yansıtmaya çalıştım. Şehir insan demektir ve insan çeşidiyle doğmuş bir yaşam ortamıdır. Dolayısıyla insan unsuru şiirlerimde öne çıkar. Diğer taraftan bir kentte insanı kovan ve uzaklaştıran çizgiler belirmeye başladığı zaman herşey değişir. Örneğin kibrit kutusu gibi yükselen yapılaşma ve betonlaşmaya doğru meyletmeye başladığında şehir, insan unsuru bakımından yoksunlaşan bir oluşuma dönüşür. Şehrin kitabındaki, şehrin yaraları bölümünde de bundan bahsediyorum. Şehrin sahipleri bölümü var. Evsizler, sokak köpekleri ve kedilerini şehrin sahipleri olarak görüyorum. Özetle söyleyeceğim bir şey var ise şiirime yansıtıyorum. İstanbul’a dair söylemeye değer bulduklarımı da şehir kitabında anlattığımı düşünüyorum.

İstanbul hikayeler doğurur
Mario Levi

Benim birçok hikayeye açılan bir İstanbul’um var. Birçok hikayeyi doğurabilen bir İstanbul’um. Hikayemde farklı duygu iklimleri gizli. Farklı dillerin ve tarihlerinin hissettikleri. Onları bin insanın bakışında da görebilirsiniz, eski bir sokağın unutulmuş gibi görünen sessiz, tüm kötülüklere göğüs germeyi bilmiş bir köşesinde de... Edebiyat bir keşif yolculuğudur. Böyle bir yol için derinliklerini daha çok görebileceğim bu şehir bana yeter.

Yazar olarak ona borçluyum
Selim İleri

İstanbul, doğup büyüdüğüm ve yaşamakta olduğum bir şehir olması sebebiyle, beni çok uzun yıllardan beri etkiledi. Ama en çok çocukluğumun geçtiği İstanbul’dan söz etmek isterim. Çünkü yaşlandıkça geçmişi daha çok yad ediyorum. Çoçukluğum Kadıköy’de geçti. Denize doğru bahçelerin, çiçekle bezendiği bir dünyaydı ve onu sürekli hatırlıyorum. Ama bu demek değil ki bugün yaşadığım İstanbul’u sevmiyorum. İstanbul herşeyi ile benim için çok önemli bir kent ve üstelik ben onunfarklı dönemlerini de yaşadım. Mimari değişimine şahit oldum ama buna rağmen hala eski dokusuyla camileriyle, tarihi eserleriyle benim için yaşamaktan sonsuz mutluluk duyduğum bir şehir oldu.Ona yazar olarak da çok şey borçluyum. Çünkü bu şehrin değişik dönemlerindeki yaşama biçimlerine tanıklık ettim ve Allah bunları yazmayı nasip etti. Bütün edebi çabamın altında sadece İstabul’un yönlendirdiği bir takım şeyler var. Doğup büyüdüğüm ve yaşamakta olduğum şehre sonsuz bir gönül borcu duyuyorum.

Birçok
öykümün
platosu
İstanbul
Cihan Aktaş

İstanbul açık ve saklı güzellikleriyle bilinen ve öğrenilen zorluklarıyla cazibeli bir mücadele alanı, ona yerleşmek bu yüzden hiç kolay değil. Kendine has büyüsünün yanında oluşturduğu tedirginlik, bakış açınızın kireçlenmesine izin vermiyor. Metro ve Marmaray’la yolculuk yapıyorum genellikle, insan çeşitliliğini fark ediyorsunuz her yolculukta ve bu hiç yeni bir özelliği değil İstanbul’un; bu şehirle ilgili hep daha öncesi var. Yenikapı Metro İstasyonu kazılarında, dünyanın en eski tabutu içinde bir kadın bulunmuştu; o kadın üzerine bir öykü yazmadan edemezdim, sekiz bin yıl sonra hemen yakınlarında yaşayıp da hiç deniz görmemiş, İstanbul’u izbe bir atölyenin civarından ibaret bilen insanları da yazmadan edemediğim gibi.Geçen yıl Esenler üzerine hazırladığım ikinci kitabın söyleşilerini gerçekleştirirken bunu sıklıkla düşündüm: Betonlaşmaya, trafiğe, zor hayat şartlarına rağmen iyilik köşeleri ve sığınma alanları azalmıyor bu şehrin. Bilinen tarihi boyunca 320’den fazla kuşak yaşadı İstanbul’da. Sesleri çok zengin, hikayeleri sürekli tazeleniyor. Birçok öykümün platosu İstanbul, romanlarımın ikisinin de öyle. Onu özleyenleri yazdım, ona bir köşesinde öfke duyup başka bir köşesinde hayran olanları da… Bu şehir hayatın hızla akıp gittiğini ve yerine sözlerin kaldığını öğretiyor sürekli. O söze kulaklarınızı açtığınızda dünyanın her yerinden akıyor cümleler. Ayrılığında da esin kaynağı olan şehir, ona henüz gelmeyenlerin bile sılası.

Kendine benzeten iklimi var
Beşir Ayvazoğlu

Aşağı yukarı otuz beş yıldır İstanbul’da yaşıyorum. İstanbul doğumlu değilim; fakat kendimi doğma büyüme İstanbullu gibi hissettiğimi söyleyebilirim. Halen Altunizade’de oturuyor ve Üsküdar’ı çok seviyorum. Bütün Boğaziçi semtlerini çok severim, ama gerçek İstanbul’un “Nefs-i İstanbul”, yani tarihi yarımada olduğunu bilenlerdenim. Özellikle Sultanahmet, Divanyolu, Beyazıt, Şehzadebaşı ve Süleymaniye civarı benim için vazgeçilmezdir. Divanyolu ve Beyazıt Meydanı hakkında kitaplarım var. İstanbul’un büyüleyici gecelerine ve ışıkla ilişkisine dair bir kısmını parça parça yayımladığım kitap çapında bir deneme de yazdım. İstanbul hakkındaki diğer yazılarım birkaç büyük cilt teşkil edebilir. Bu benzersiz şehir, beni edebiyat yolculuğumda binlerce yıllık tarihinin içinden süzülüp gelen, birbirini besleyen ve birbirinde devam eden medeniyetlerin birlikte yarattığı, bütün ihmallerimize, ihanetlerimize, hoyratlıklarımıza, vandallığımıza rağmen yok olmayan, yok edilemeyecek olan, birkaç gün ayrı kalsak yıllardır ayrıymışız gibi özlediğimiz, kendine çeken, kendine benzeten iklimi, atmosferiyle büyülemiştir.

Müsaade ettiği sürece kapılar açılır
Jaklin Çelik

Edebiyat söz konusu olduğunda İstanbul’un iki yüzü var benim için. Biri katmerli tarihi dokusu, ikincisi ise o tarihi dokuyu kuşatan ve sınırlarını varla yok arası bir ufuk çizgisine dönüştüren göç olgusu. İkisinin oluşturduğu keşmekeş başka bir dünya şehrinin kolay kolay baş edebileceği bir hal olmasa gerek. Zaten İstanbul’un da bu yüke gönül rızasıyla talip olduğu söylenemez, müsaade ettiği ölçüde kilitli kapıları var açmamız gereken. Yazıyor olmak bu kilitli kapıları açmak demek. O kapılar açıldığında ancak kendi içine doğmuşlara bahşettiği bir dille gezinmesine izin veriyor sokaklarında, izbe mekânlarında, denizinde, gündüzlerinde ve gecelerinde.İlk yazdığım öykülerden itibaren, roman da dahil kaleme aldığım çoğu düz yazının kaynağı içine doğduğum Tarihi Yarımada oldu. Bu haliyle semt nasıl benim ilk yaşımdan ilk adımlarıma tanıklık ettiyse, semti içine alan surlarla çevrili eski İstanbul’un dikiş izlerini taşıyan Tarihi Yarımada ürettiğim edebiyatı besleyip büyüten bir yer oldu. Bahsettiğim keşmekeşin içinden bir edebi damarın izini sürmekse her zaman için heyecan verici bir oyun oldu, olmaya da devam ediyor.

İstanbul’u etkilemekten söz ediyorum
Ömer Erdem

İstanbul’un insana nereden tesir ettiğini tayin etmek o kadar kolay değil. Ne var ki benim bakışımda, şehri, bir şair olarak sizin ne gördüğünüz önemli. Son şiir kitabım İstanbul’a da derinden hissedileceği üzere, ben buranın kurucu karakteri ile daha içten ilgiliyim. 1453’den beri İstanbul’dan kuruluyor ve İstanbul’dan yıkılıyoruz çünkü. Bu olguyu her tür gelip geçici romantik ve nostaljik algının ötesinde varoluşsal bir zemine oturtmak gerekiyor. Şairler, İstanbul’un şiirini okurken, çağdaş birer sorumlu olarak onu nasıl yaratıyorlar ona bakmalı. Ki şiir ve edebiyatımız uzun süredir bu nostalji etkinsizliğiyle malul. Talan ise sadece renk değiştiriyor. Ben, kendi öznemi göze alarak İstanbul’u yeniden kuruyorum. Kurduğum şey 2019’ tarihini gösteriyor ama kökü katman katman derinleşiyor. Hasılı ben, İstanbul’dan etkilenmekten değil İstanbul’u etkilemekten söz ediyorum. Budur.

O tek başına
bir karakterdir
Nihan Kaya

İstanbul doğumlu değilim. İstanbul’a gelişim üniversiteye başlamamla birlikte oldu ilk. Fakat İstanbul’a okuduğum romanlardan aşinaydım. Yürüdüğüm, gezdiğim, yaşadığım İstanbul’un içinde, bu romanlardan öğrendiğim, o İstanbul’dan daha derin bir İstanbul’la bağ kurmayı önemsedim hep. İstanbul’la bağım romanlarla başladığı gibi kendi yazdığım romanlara da etki etti. İstanbul’la ilk dört yıllık reel ilişkimin Boğaz üzerinden de olmasından belki, dünyanın neresine gidersem gideyim, hangi ülkede, hangi şehirde yaşarsam yaşayayım hep Boğaz’ı özledim. Boğaz, İstanbul’un diğer kısımlarında ya da dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan bir havaya ve güzelliğe sahip. O havayı derinden soluyan birinin artık onu bir daha unutamayacağını, nereye giderse gitsin hep özleyeceğini sanıyorum. Romanlarımda bu nedenle Boğaz ya da bazen İstanbul tek başına bir karakter gibidir. Gizli Özne’de Boğaz -başka bir deniz değil, ama ille de Boğaz!- romanın her yanını kuşatmıştır ve tek başına anlamı vardır.

#istanbul
5 years ago