|

İlk satırla son şiir arasında NECiP FAZIL

Üstad Necip Fazıl’ın 10 yaşındayken yazdığı ilk satırları ve vefatından birkaç hafta önce kaleme aldığı son şiiri, orijinal haliyle Yeni Şafak okurlarıyla buluşuyor. İlk satırlarıyla son şiiri arasında birlikte yeni bir 'Necip Fazıl Portresi' çıkardığımız Büyük Doğu Yayınları’nın editörü Suat Ak, “Üstad’ın ilk satırlarıyla son yazdıkları arasında, meselesinin hiç değişmediğini görüyoruz” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 9/08/2015 Pazar
Güncelleme: 20:10 - 8/08/2015 Cumartesi
Yeni Şafak

stad Necip Fazıl'ın henüz 10 yaşındayken yazdığı ilk satırları ve vefatından birkaç hafta önce 78 yaşındayken yazdığı son şiirini, orijinal haliyle Yeni Şafak ilk kez yayınlıyor. Mücadeleyle geçen 68 yıllık hayatının yazı birikiminin özeti sayılabilecek bu farklı Necip Fazıl portresini, uzun yıllar Üstad'ın ilk ve son eserleri arasındaki anlam bütünlüğü üzerine titizlikle çalışan Suat Ak'la konuştuk. Çocukluk yaşlarında sorduğu sorulara bereketli geçen ömrünün son demlerinde cevaplar veren Necip Fazıl'ın, yayınlandığında adını Zehir olarak değiştirdiği son şiiri Yokluk, yazdığı ilk satırların devamı gibi. Daha çocukluk yaşlarında zihninde, hayat, ölüm, varlık, yokluk gibi temel meseleleri taşıyan Necip Fazıl'ın, ömrünün son günlerinde kaleme aldığı ve yayınlandığında adını “Zehir” olarak değiştirdiği son şiiri “Yokluk”ta bahis açması, o'nun bütün yazı hayatının sahici bir varoluş ıstırabına dayandığını gösteriyor. Sadece bu bile Necip Fazıl Kısakürek'in bu dünyada tek bir cümlenin altını çizmek için bulunduğunu gösterir nitelikte. Necip Fazıl okurları iyi bilecektir ki, kendisi de bir şiirinde bunu netlikle ifade etmişti: “Anladım işi sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış.”





O KELİMEYİ BİR DAHA KULLANMADI


Suat Ak'la Büyük Doğu Yayınları'nın arşiv bölümünde buluştuk. Üstad'a ait el yazısı metinler, şiirler, fotoğraflar sanki ilerleyen saatlerde Üstad'ı merdivenlerden inecekmiş gibi canlı kılıyordu. Yaşamış ve ölmüş de denilemezdi zaten Üstad için, bir fırtına gibi esmişti. Uzun yıllar Üstad'ın oğlu Mehmet Kısakürek'le birlikte çalışan Suat Ak, Büyük Doğu editörlüğünün yanı sıra Üstad Necip Fazıl'dan kalan kıymetli hatıraların da muhafızı aynı zamanda. Konuşmamıza başlarken “Üstad'ın daha önce hiç görülmemiş satırları bunlar” diyerek Üstad'ın o meşhur çocukluk fotoğrafını uzatıyor. Fotoğraf biliniyor ama arkasındaki el yazısı satırlar hiç yayınlanmadığı gibi hiç görülmemiş de bugüne kadar. Üstad bizzat imzalayıp dayısına hediye etmiş bu fotoğrafı. Daha 10 yaşında. Şöyle yazmış merhum Üstad:



“1o yaşımdaki hayat şebabetimde aksettirdiğim şu resmi bir hatıra olmak üzere küçük dayıma takdim ediyorum”


10 Çarşamba 330, Necip



Burada 'Küçük Dayı' diye bahsettiği Mustafa Efendi'den başkası değil. Üstad'ın iki dayısı var. Biri İttihatçı Emniyet Müdürü Kerim Milar, diğeri tersaneden emekli Mustafa Efendi.





KÜÇÜK 'ÇOCUK'TAKİ BÜYÜK SANCI


Bu resimde Üstad, henüz 10 yaşında. Arkasındaki satırlar ilk kez görüntüleniyor. Bizzat Üstad'a ait, Üstad'ın kaleminden çıkmış bir yazı. Necip Fazıl'ın yazdığı ilk satırlar bunlar. Üstad'ın o yaşına rağmen kullanmış olduğu kelimelerdeki seçicilik ve derinlik, tek kelimeyle hayranlık uyandırıcı. 'Şebabet' kelimesinin dikkatinizi çektiğini biliyoruz. Bizim de çekiyor, soruyoruz ve Suat Ak şöyle anlatıyor: “Altını çizmemiz gereken çeken ilk şey, Üstad'ın burada kullandığı 'şebabet' kelimesini bir daha hiçbir eserinde kullanmamış olması. Bu kelimeyle Üstad'ın hiçbir eserinde karşılaşmadım. 'Şebabet', gençlik, tazelik anlamında bir kelime… Hayat Şebabeti, hayat canlılığı, gençlik enerjisini ifade ediyor… Bu kelimeyi parantez içine alıp Üstad'ın sahip olduğu karaktere ait bir takım şeyler ortaya çıkarılabilir. Üstad, çok erken yaşından itibaren bir varlık iştiyakı içinde yaşamış bir insan. Hayata karşı, büyük bir varlık iştiyakı içinde bakan, o canlılığı kendisinde hisseden, hatta etrafındaki eşyalara bile orada bir canlılık bulabilecek şekilde bakan biri… Hatıralarından gördüğümüz kadarıyla, böyle bir yapıya sahip.”





Üstad'ın on yaşında yazdığı bir notta 'şebabet' kelimesini kullanması, meşhur eseri Bir Adam Yaratmak'taki Hüsrev'i hatırlatıyor aslında. Bilenler bilir Hüsrev orada, bir insan olarak bilincini yitirmeyeceğini söyler. “Allah'ım ben ölemem” diye bir cümlesi vardır. Yani Üstad'ın zihninde varlık-yokluk meselesi, var olma ve ölme sorunları önemli bir yer teşkil ediyor. Suat Ak bunu şöyle anlatıyor: “Yani her şey kaybolabilir hayatta, belki bir odada bir masanın üzerine koyduğun sigara kâğıdı, yıllarca kalacak orada. Belki onu koyan insan bile ölecek, fanilik içerisinde bu hayattan çekilip gidecek. Ama o kâğıt yıllar geçse de sararıp eskise de orada duracak. Dolayısıyla Necip Fazıl'ın içerisinde hissettiği şey, eşyada bile böyle bir daimilik arzusu varken nasıl olur da insan, bu kadar hayat ve varlık idraki içerisindeyken ölüp gider.”



Dedesinin kıyısında bir torun


Sıra dışı ve hareketli bir ömür yaşayan Necip Fazıl'ın hiç şüphesiz çocukluğu da sıra dışı ve hareketli olmuş. Hayatının akışı içerisinde büyükbabasının büyük bir tesiri var. Büyükbabası, Üstad'daki farklılığı görmüş ve çok erken yaşlarda okumayı yazmayı öğretmiş ona. Üstad, ilk dini telkinlerini de büyükbabasından almış. Suat Ak, Üstad'daki 'büyükbaba' etkisini şöyle anlatıyor: “Üstad beş yaşındayken büyükbabası emekli olmuş ve sonra bütün vaktini Üstad'ın yetişmesine hasretmiş. 1916'daki vefatına kadar Üstad'ın o zamana kadar geçen çocukluk hayatının her karesinde büyükbabası Hilmi Efendi'nin tesiri görülmektedir.”



NECİP FAZIL'IN KIRILMA NOKTASI


“Büyükbabasının vefatıyla birlikte Üstad'ın çocukluk ruhunda yalnızlık duygusunun derinleştiğini” söylüyor Suat Ak. “Üstad'ın çocukluğunda kullandığı o 'şebabet' kelimesi ihtimal ki o ölümle gidiyor. Üstad'ın varlık iştiyakı, var olmaya karşı olan tutkusu bir anda o vefata çarpıyor. Bu vefat ile Necip Fazıl'da ölüm gerçeği karşısında bir üzüntüden daha çok derin bir korku meydana çıkıyor. Bu, 'ölüm bir yokluk' mu sorusuna kapı açıyor. 'Bir Yalnızlık Gecesi'nin Vehimleri isimli hikâyesinde, “Biraz önce başı dik duran şu adamın başı yana düşünce ne oldu şimdi” diyor. “Şimdi yok mu” diyor.



Arvasi'ye götüren soru


Ölümün yoklukla ilişkisi, 10 yaşındayken yazdığı ilk satırlarda bile var olma meselesine tutkuyla yaklaşan Üstad'ın bütün ömrü boyunca içinde taşıdığı yegâne mesele. “Çok enteresan bir şeydir, Necip Fazıl'ın en temel, en derin meselelerinden bir tanesi bu. Varlığı bu kadar derinden hisseden, varlık iştiyakı bu kadar canlı olan bir insanın karşılaştığı 'bu faniliği, bu 'yokluk' düşüncesini aşabilmenin imkânı nedir', sorusunu sorması… Bu soru onu Abdülhakim Arvasi Hazretlerine kadar götürecek sorudur. Hatta Üstad, son şiiri olan Zehir şiirinde, çocukluğunda karşısına çıkan bu meseleyi tekrar ele alıyor ve orada 'Sonum yokluk ise bu varlık niye' diye düşüncesini dile getiriyor.”



KURGU DEĞİL, GERÇEK YAŞAM


Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in hayatında bazı tartışmalı dönemler olduğunu biliyoruz. Bu tek bir anlama geliyor aslında; Üstad bütün hayatı boyunca yazdıkları ve yaşadıkları arasında hiçbir kurguya yer vermeyen bir sahiciliğe sahipti. O arayışı ve sancısı bütünüyle gerçek olarak karşımızda. Suat Ak şöyle anlatıyor: “Üstad içiyle dışı bir olan, bir hakikat aşığıdır. Son şiirinde “yokluk” meselesini tekrar ele alması onun bütün hayat mücadelesinin, 10 yaşında yazdığı satırlarda vurgusunu yaptığı varlık iştiyakına bağlı olarak sonsuzluğa ermek davası olduğunun tekrarıdır. “


#Necip Fazıl
#şiir
#Küçük Dayı
#Suat Ak
9 yıl önce