|

İnsanın bilime ihtiyacı kadar dine de ihtiyacı vardır

“İnsanlar için din manevi bir ihtiyaçtır” diyen Uşak Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din Psikolojisi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Habil Şentürk, şunları söylüyor: ”Bu ihtiyacın karşılanmadığı yerlerde insanlar bir arayış içine girerler, bu gayet tabii/doğal bir durumdur. Ancak bu ihtiyacın da normal, sağlıklı yollarla ve sağlam kaynaklara dayanan bilgilerle karşılanması, din adına hurafe ve batıl inançlara dayalı bir tutum ve davranış içinde olunmaması, böyle bir yanlışa ve yanılgıya düşülmemesi gerekir.”

Semiha Kavak
01:00 - 17/04/2022 Pazar
Güncelleme: 02:13 - 17/04/2022 Pazar
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

Ramazan ayı aynı zamanda Müslümanların manevi olarak da kendini beslediği bir ay. Oruç sadece bedenen değil ruha da şifa. Adeta bir arınma ayı olan Ramazanın manevi boyutunu Uşak Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din Psikolojisi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Habil Şentürk’le konuştuk.

Günümüz insanı bilim ve teknolojinin ilerlemesine rağmen takıntılardan, ruhsal problemlerden kurtulamıyor. Toplumda psikolojik rahatsızlıklar hızla artıyor. Sizce bu takıntıları, rahatsızlıkları besleyen faktörler nelerdir?

İnsan denilen varlık çok yönlü ve kompleks bir yapıya sahiptir, bu sebeple onu anlamak o kadar da kolay değildir. Onun başlıca beden ve ruh veya maddî ve manevi diye iki yönü vardır, bunların da ayrı ayrı özellikleri, yeterlilik ve yetersizlikleri, yeti ve yetenekleri, sağlıklı ve sağlıksız durumları, zamanları vardır. Onun ihtiyaçları, ilgileri, arzu ve hevesleri dengeli karşılanmalı, korkuları, sıkıntıları giderilmelidir. Ayrıca onun potansiyel güçleri tespit edilerek bunların olumlu olanları geliştirilip yararlı hale getirilmeli, olumsuz olanları da kontrol altına alınarak zararlı olmaktan çıkartılmalıdır.

GÜVEN VE BARIŞ ORTAMI ÖNEMLİ

Bu çerçevede bilimsel çalışmaların da insan odaklı yapılması, bilimin ve teknolojinin insanlığın hayrına olacak şekilde yönlendirilmesi, buna göre bir bilimsel politika izlenmesi gerekir. Yani insan hayatında barış ve güvene dayanan bir yaklaşım hâkim olmalı, savaş ve saldırganlık, düşmanlık duyguları kontrol altına alınabilmelidir. Bu takdirde insanın yeryüzünde güven, huzur ve mutluğundan söz edilebilir. Yoksa rahatsızlık, huzursuzluk, takıntı gibi problemler kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacaktır.

Takıntı, vesvese, evham, obsesyon, saplantı, sabit fikir gibi anlamları olan psikolojik bir rahatsızlıktır. Ruhsal olaylar, problemler bedensel hastalıklar gibi çok net, çok belirgin arazlar, semptomlar göstermeyebiliyor. O bakımdan tedavi veya terapi nispeten daha zor, daha çetrefilli bir durum arz ediyor. Ama kişi bu sıkıntıları, problemleri kendi iç dünyasında fazlasıyla hissediyor, yaşıyor. Huzursuzluk, tatminsizlik ve depresyon gibi üzüntü ve mutsuzluklar içinde kıvranıyor. Bu durum dayanılmaz hale gelince de psikiyatri kliniklerine gidiyor veya götürülüyor. Bazen de kişi ikna edilemediği ve razı olmadığı için götürülemiyor. Böylece problem büyüyor, hem kendisi, hem de ailesi ve yakınları için sıkıntılara sebep oluyor.

İÇİNDE BULUNDUĞU ÇEVRE ÖNEMLİ

Peki hocam bunun sebepleri neden kaynaklanıyor?

Bu hoş olmayan, istenmeyen durumların biyolojik/genetik veya çevresel etkenleri olabilir. Kalıtımsal etkenler daha çok biyolojinin/tıbbın konusu, bu sebeple çareleri de tıbbi müdahaleleri gerektirir. Çevresel etkenlere gelince kişinin içinde bulunduğu, yetiştiği aile, sosyal çevresi, eğitim, kültür gibi psikososyal etkenlere bakıldığında gerek birey, gerekse sosyal yapı olarak toplumumuzun çok iç açıcı bir durumda olmadığını söylemek mümkündür. Bir toplumun din, ahlak, hak, hukuk, adalet konularında değerler dünyası sağlam, sağlıklı ve fonksiyonel bir durumda değilse orada insanların güven ve huzur içinde, mutlu ve verimli bir hayat yaşamaları beklenemez. Ailede, iş hayatında, sosyal ilişkilerde insanlar arası iletişim kanalları iyi çalışmıyor, insanlar birbirini samimiyetle dinleme ve anlama çabası göstermiyorsa orada güvenden, sevgiden ve saygıdan söz edilebilir mi? Sağlıklı iletişim ve sosyal ilişkilerin olmadığı yerde de kavga, sürtüşme, haksız/hukuksuz/saygısız davranışların, kaba kuvvete dayanan ilişkilerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Böyle bir toplumda yaşayan bireylerde psikolojik rahatsızlıklar, takıntılar ve depresyonlar artıyorsa buna da şaşmamak gerekir. Ancak sağlıklı ve huzurlu toplumlarda sağlıklı, güvenli, verimli ve mutlu insanlar barınabilir, bulunabilir.

DİN MANEVİ BİR İHTİYAÇTIR

Görülüyor ki, birçok insan yaşadığı psikolojik sorunlardan kurtulma umuduyla dine sığınıyor. Yaşadığı coğrafyada etkin olan dinler içinde yer alan bazı akımlar ise kişiyi daha da içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. İnsanlar, ruhsal/psikolojik sorunlarından kurtulmak adına neden dine yönelme ihtiyacı duyuyorlar?

İnsanlar için din manevi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanmadığı yerlerde insanlar bir arayış içine girerler, bu gayet tabii/doğal bir durumdur. Ancak bu ihtiyacın da normal, sağlıklı yollarla ve sağlam kaynaklara dayanan bilgilerle karşılanması, din adına hurafe ve batıl inançlara dayalı bir tutum ve davranış içinde olunmaması, böyle bir yanlışa ve yanılgıya düşülmemesi gerekir.

Bu çerçeveden bakınca insanda bir anlam arayışı vardır; hayatın anlamı nedir, bu varlıklar âleminin bir sahibi, yaratıcısı olmalı, ona karşı görevlerimiz nedir gibi varoluşsal (Egzistansiyal) soruların cevabını ararken din, önemli bir anlam kaynağıdır. Din, bu konuda bilimin ve felsefenin veremediği cevapları bulabileceğimiz bir kaynak durumundadır. Özellikle İslam’ın bu açıdan daha dikkatli incelenmesi ve anlaşılması gerekir. Onun tabii ve fıtri bir din olduğu daha iyi anlaşılmalı, anlatılmalıdır.

Dinin insan üzerinde ne gibi olumlu etkisi var?

Din bir inanç ve değerler sistemi, bir hayata bakış tarzı ve yaşama biçimidir. Öyle olunca bu inanç ve değerler dünyasının kişinin iç dünyasını, manevi âlemini zenginleştiren, anlamlı hale getiren ve ruhsal doyum sağlayan özelliğini unutmamak icap eder. Daha sonra bu iç huzurun yaşama sevincine, Tanrı-insan ilişkisinin insan-âlem ilişkisine yansıması gerekir. Böylece Yunus’un “Yaratılanı hoş gördük, Yaratandan ötürü” anlayışının, yaklaşımının davranışa dönüşmesi, hayata geçirilmesi mümkündür.

Bu bakış açısıyla insanın hayata ve olaylara daha olumlu, iyimser, yapıcı ve mutlu; zorluklar karşısında da daha metanetli ve mücadeleci bir kişilik geliştirmesine engel yoktur, olmamalıdır.

Günümüzde kimileri de ruhsal sorunlarından, içsel sıkıntılarından kurtulma adına dinden uzaklaşmayı zorunlu görerek bilime koşuyor. Bilim ise din ile barışık yol almayı bilimsellikten uzak bir yöntem olarak görüyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu yaklaşım bana pek doğru bir yaklaşım gibi görünmüyor. Bu klasik pozitivist bir anlayıştır. Doğru olan yaklaşım, din-bilim ilişkisinde kavgacı bir tutum yerine barışçı, birleştirici, bağdaştırıcı bir tutum içinde olmaktır. İnsanın bilime olduğu kadar dine ve maneviyata da ihtiyacı vardır. Öyleyse insanları bir paradoksun, ikilemin içine sokmamak lazımdır. Din mi, bilim mi değil, hem din, hem bilim barış içinde insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bunun yolu da hem dini, hem bilimi doğru anlamaktan geçer.

Televizyon dizileri de ruh sağlığımızı bozuyor

Televizyonlarda kişilerin ruhsal sorunları üzerine kurulu dizilerin sayıları hızla artıyor ve bu diziler izleyicileri çeşitli yönleriyle etki altında bırakıyor. Siz toplumun ruh sağlığı açısından bu tür diziler ve benzer yayınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu diziler benim de dikkatimi çekiyor, belki toplumda böyle rahatsızlıkların çoğaldığının, bunların her ferdî, hem sosyal bir problem olarak ekranlara yansıtılması, “sanat toplumun aynasıdır” anlayışıyla ilgi uyandırıyor. Belki ilgili ve yetkililerin de bu konuda gereken tedbirleri alması bakımından önemlidir. Ancak bu gibi film veya dizilerin yaygınlaşmasının bana göre sakıncaları da var. Ben şahsen bu dizileri seyrederken rahatsız oluyorum, karamsarlık duygularım artıyor.

Aslında genel olarak tv yayınlarında bir kalite problemi var. Birtakım problemleri dile getiriyoruz derken problemi çözmek yerine abartarak, problemleri çoğaltıyoruz, yaygınlaştırıyoruz diye endişelerim var. Bilhassa şiddet içerikli, hatta abartılı bir biçimde şiddetin işlendiği veya gösterildiği diziler, görüntüler toplumun ruh sağlığını bozuyor diye düşünüyorum.

#Habil Şentürk
#Din Psikolojisi
#Egzistansiyal
#Din
2 yıl önce