|

İrticai sanat artık ödüllü

Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’nün sahibi hattat Fuat Başar, “Bu ülkede yazı yazdığımız için irticai sanat faaliyetlerinde bulunmaktan başımıza gelmeyen kalmadı. Ama yılmadık hak bellediğimiz yolda yürüdük” diyor ve ekliyor: “Bu açıdan bu ödül benim için çok anlamlı.”

Ayşe Olgun
04:00 - 5/01/2020 Pazar
Güncelleme: 22:36 - 4/01/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
 Fuat Başar
Fuat Başar

Fuat Başar geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü’nü aldı. Ünlü hattat Hamit Aytaç’tan hat, ebru ustası Mustafa Düzgünman’dan ebru öğrendi ve bugüne kadar çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Bugün dünyanın pek çok büyük müzesinde onun eserleri var.Fuat Başar’ın ismini ilk kez çocukluk yıllarımda komşumuzun oğluyla tıp fakültesinde sınıf arkadaşıyken duymuştum. Aile büyükleri şaşkınlıkla hat öğrenmek için üniversiteyi bırakan bir adamdan bahsediyordu. Üniversiteyi kazanıp Erzurum’dan İstanbul’a geldiğim yıl Görsel Belgeleme dersimiz için ustadan çırağa aktarılan bir meslek dalını seçip bu mesleği fotoğraflarla anlatmam istenmişti. Ben de çocukken adını sık sık duyduğum Fuat Başar’la tanışmak istedim ve adresini bulup Sultanahmet’te kapısını çaldım. Bir yıl boyu ödevim için yanına gidip geldikçe büyük bir samimetle ağırladı ve ödevimi bitirene kadar da yardımcı oldu. Tam 25 yıl sonra Fuat Başar hocanın kapısını bir kez daha çaldım. Bu defa hem aldığı ödülden dolayı tebrik etmek hem de hikayesini konuşmak istiyordum. O her zamanki samimiyetiyle Küçükayasofya’da ağırladı.Bir yandan çayımızı içip bir yandan da ömrünü adadığı geleneksel sanat üzerine sohbet ettik. Bu arada tıp fakültesinde sınıf arkadaşı olan Orhan abiden ilk hokkasını hediye aldığını öğrendim. Hatta ikinci bir hokka takımı için de “okulunu bitirirsen o da senin” diyen Orhan abiden 40 yıldır o hokka takımını alamadığını da sözlerine ekledi.

Tıp fakültesi öğrencisiyken hat sanatıyla tanışıyorsunuz ve okulu bırakıp bu sanata gönül veriyorsunuz. Hatla ilk nasıl tanıştınız, hatırlıyor musunuz?

Üniversite öğrencisiyken çok kitap okurdum ve sık sık o zaman Erzurum’da bulunan Dergah Kitabevi’ne giderdim. Bir gün kitapçıda Kalem Güzeli (Mahmut Bedrettin Yazır) adlı bir kitap gördüm. Ne okumasını bilirim ne hat sanatından haberim var. Ama kitabı açıp o yazıları görünce kendimden geçmişim. Artık kitap elimde hiç kıpırdamadan ayakta öyle ne kadar süre kaldıysam kitabevinin sahibi rahmetli Hacı abinin omuzumu sarsmasıyla kendime geldim. Adeta büyülenmiş gibi beş ciltlik olan kitabın iki cildini sardırıp 85 lira ödeyip çıktım ve doğru adliye tarafında Emirgan Çay Bahçesi’ne gidip bir masaya oturdum.

O gün mü hat ile uğraşmaya karar verdiniz?

Aslında o gün çay bahçesinde bir olay daha yaşadım. Gittiğimde arka masalarda bir adam daha oturuyor ben de boş bir masaya geçtim. Tam kitabı açtım çay bahçesine bir zat girdi. Beyaz sakallı ulu bir zat. Diğer masada tek oturan zata dönüp iki mısra okudu: “İster idim Allah’ı / buldum ise ne oldu” O zaman bu mısraların Yunus Emre’nin olduğunu bilmiyorum tabi. İnsan Allah’ı bulup ne oldu der mi? diye kendi kendime düşünüyorum. Sonra diğer masada oturan adamla bu yaşlı zat bu mısralar üzerine derin bir sohbete daldı. İşte bu iki insanın benim sonraki hayatımda önemli yerleri oldu.

Kimdi bu insanlar?

Masada oturan adam Erzurum’un yetiştirdiği çok önemli felsefecilerden Ali Karaavcı idi. Diğeri ise ebced ile kendine mahlas düştüğüm Esrar Baba. Kendisi şiir yazmazdı ama duyduğu şiiri bir gecede ezberler kahvelerde gezer okurdu. İkisi de hat sanatı kadar benim dünyamda önemli yerleri olan insanlardır.

Hangi yıllar?

Bu anlattığım hikaye 1976 yılında oldu. O yazıları kitapta gördükten sonra Erzurum’da hat yazan birilerini arıyorum ama kimse yok. Ortaokulda marangoz kalemiyle resim yaptığımızı hatırlayıp bir marangoz kalemi alıp baka baka hat yazmaya başladım. Yazı ilk başlarda gözüme çok güzel göründü buna acemi cesareti denir. Ben bu sanatı öğreneceğim diye kafayı koydum. Neyse birileri Erzurum’da bir zatın yazdığını söyledi ama öğrenci yetiştirdiğini falan kimse bilmiyor. Onun kapısına gittim ve tabi beni ‘git kitaplara bak öğren’ deyip kovdu. O gün çok kızdığım bu zata bugün rahmet okuyorum. Aslında bana İstanbul’a gelmem gerçek ustamı bulmama vesile olmuş meğerse.

  • ***

MEKTUPLA BAŞLADIM

Hamit Aytaç’la nasıl tanıştınız?

Mektupla. Bu arada sadece hat sanatına değil ebru sanatına da gönül verdim. Ebru sanatçısı Mustafa Düzgünman’ın ve Hattat Hamit Aytaç’ın adreslerini buldum ve mektupla bu işi öğrenmeye çalıştım. Düzgünman, mektuplara cevap vermezmiş ama nasılsa bana yazarak anlatmaya başladı. O yıllarda Tercüman gazetesinde bir arkadaşım çalışıyordu, Erzurum’a geldikçe Düzgünman’ın ebrularını getirirdi. Fakat yaptığım ebrular onun ebrularına benzemezdi. Şunu anladım ki hocanın dizi dibine çökmeden bu sanatı öğrenemezsin. 1978’den 1980’e kadar mektuplaştık sonunda 5 Eylül 1980 yılında üniversiteyi bırakıp İstanbul’a geldim.

AÇ SUZUZ SANATIN PEŞİNDE

Asıl maceranız ondan sonra başlıyor değil mi?

Evet asıl macera başladı. Bir yandan Cağaloğlu’nda Hamit Aytaç’ın kaldığı hana gidip geliyorum. Diğer yandan da Üsküdar’da Mustafa Düzgünman’ın dükkanına uğruyorum. Üsküdar’da çok az kişi bilir Düzgünman’ın ebru yaptığını. Aktar hocaların Mustafa Beyi diye tanırlardı. Üsküdar’da Ebru Apartmanı 64 numarada otururdu. Evine giderdim. Bir iki hadiseye kızmış öğrenciye ebru göstermiyor. Hem Düzgünman’ın hem de Hamit Aytaç’ın vefatına kadar yanlarına gidip gelmeye devam ettim. Şunu anladım ki bilgi yetmiyor, o bilginin nasıl işleneceğini de bileceksin. Çünkü mektupla bilgiyi paylaştıkları halde sanatı İstanbul’a gelip yanlarında öğrendim. Diğeri bilgi hamallığıydı sadece.

Okulu yarım bırakıyorsunuz burada yeni bir öğrenciliğe atılıyorsunuz. Pişman olunuz mu?

İstanbul’da aç susuz yersiz yurtsuz bu sanatlarla uğraşmaya başladım çok zor günlerdi ama hiç pişman olmadım. Hatırlıyorum Sultanahmet’te bir atölye tuttum ama odada su yok. Ebru su ile yapılan bir iş. Kışın buz gibi havada kavanozları çeşmeye gider yıkardım. Gerçi şimdi o kavanozları da yıkayacak çeşme yok o da ayrı konu tabi.

Siz de yıllarca öğrencilere hat ve ebru öğrettiniz. Geleneksel sanatta hoca öğrenci ilişkisi için ne söylersiniz?

Ben şunu gördüm ve inandım: İnsan bir şeyi öğrenmek istiyorsa öğrendiği kadarını başkalarıyla paylaşmalı. Çünkü öğretirken öğreniyor insan. Bir başka kuralda işi ehline öğreteceksin.Nasıl bir atomun nasıl parçalanacağını sadece işin ehli bilmesi gerekirse sanatta öyle. Yoksa sanata zarar verirsin.

Öğrenci seçer misiniz peki
?

Son birkaç yıla kadar seçmedim ama bunun yanlış olduğunu farkettim. Ben bunalımdayım az bu sanatla uğraşayım falan deyip bu sanata girilmez. Çünkü sanat ciddi bir iştir. Herkese öğretirsen bilgi zibili(çöpü), sanat zibili oluşturursun. Sanatı öğrenemeden yarı bilgiyle sanatı bozar, yorumladım der. Aynı din gibidir sanat da. Nasıl birkaç satır okuyup din adına ahkam kesemezsen sanat da öyledir. Kişisel yoruma ne bilim ne din ne sanat açıktır. Yoruma açarak sanatı bitirirsin. Sanat, din, bilim eğer insanı zarara uğratıyorsa batıldır. Şeytani bir faaliyetten öteye gidemez.

ÖNCE ADAM OLACAKSIN

Geleneksel sanat bize ne öğretir peki?

Sanat adı altında gerçek kulluğu öğreniyorsunuz. Bir sanat dalını öğrenirken hayatı, gerçek kulluğu öğrenir insan. Hala Düzgünman’ın tavsiyesi notlarım arasında durur. Düzgünman bize hep şöyle derdi: “Sanat çok çeşitlidir hepsi de zordur ama en zor sanat adam olma sanatıdır. Siz onu başarmaya gayret edin.” Bir sanatkar hoca öğrencisine bunu tembihliyor. Zaten eğer bir sanatçı adam olamamışsa bu yaptığı işte sırıtır çünkü insanın içi sanata yansır. Bu iş böyledir.Sanat cicibi biçili kafayla ilerlemez.

Hem ebru hem hat sanatına gönül veriyorsunuz bunun sebebi nedir?

Benim ikisini birlikte seçmem mecburiyetten.

Hamit Aytaç’ın ya da Mustafa Düzgünman’ın öğrencileri var mı bu sanatı kimseye öğretiyor mu diye düşünmeden Osmanlı’dan günümüze bu sanatı yaşatan bu iki değerli isimden gelecek nesile aktarma derdiyle bu sanatlara sarıldım. Açlık susuzluk içinde okulumu yarım bırakarak kendimi bu sanatın geleceği için feda ettim. Ama hiç pişman değilim on defa daha feda ederim. Bu bir hizmettir çünkü.

Hat yazıyorum diye takibat geçirdim

  • Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü aldınız. Geleneksel sanatın asıl kimliği devlet tarafından sahip çıkılıyor mu sizce? Desteklenen sanatçılara, alınan eserlere baktığınızda neler söylersiniz?
  • Ben açık yüreklilikle şunu söylemek isterim: Bu hükümetten önceki dönemlerde Türk İslam sanatında bir serbestlik olduğunu söyleyemem. Bundan önceki dönemlerde yazı yazdığım için az takitaba uğramadım. Yazdığı yazı için takibata uğrayan kişi biraz çekinerek biraz da tabir caizse gizli kapaklı sanatla uğraşır. Ben de bu şekilde bugünlere geldim.
  • Hangi dönem takibata uğradınız, biraz açar mısınız?
  • Yazıya başladığım yıllardan son 15 yıla kadar takibata da uğradım hakkımda hapis kararı da çıktı. Şimdi teferruata girmek istemesem de bunların hepsini yaşadım. Düşünün yazı yazdığımız için ‘‘irticai sanat” faaliyetlerinde bulunmaktan başımıza gelmeyen kalmadı. Ama yılmadık hak bellediğimiz yolda yürüdük. Cumhurbaşkanımız eskiden beri sanata düşkün ve sanat kategorileri arasında fark gütmez. Bu açıdan bu ödül benim için çok anlamlı.
  • Peki geleneksel sanatçılar geçmişi kopyalıyor diye bir eleştiri var bu konuda ne düşünüyorsunuz?
  • Geçmişi kopyalıyor demek bize büyük bir iftiradır. Daha önce yazılmamış bir ayeti yazarken nerden bakıp kopya edeceğiz. Onu en güzel şekliyle yazabilmek için o yazının kaide ve kurallarına uyarak kendi kompozisyonumuzu kurarız. En güzeli yazmak için o kural kaidelere yıllarca çalışmışız ama yine de yaptığımızı bir bilen insana gösteririz. ‘’Ben yaptım ne güzel oldu” demeyiz “ben yaptım oldu mu” deriz daima. Çünkü sanatta Bektaşilik de Üveysilik de yoktir. Ben yaptım oldu ben tek başıma yaptım diyemezsin. Bunların ikisi de bizim sanatta olmaz. Kaidelere bağlı olmaya ise kimse tekrar diyemez olsa olsa bu sanata sadakattir. Bunların tartışmaya açılması gerekir artık. Nasıl molaküllerini bilmeden yeni bir madde buldum diyemezsen sanatta da böyledir. Maalesef bugün ilim de sanatta soysuzlaştırılıyor.
  • Sanatçı topluma ilham verir
  • Sanat bu topluma ne söyler sizce?
  • Sanat insanın işini aşkla yapması hissini uyandırmalıdır. Mesela bir imam öyle namaz kıldırsın ki cemaat o namazın bitmesini hiç istemesin. İşte bu imamın kıldırdığı namaza sanatını yansıtmasıdır. Yine bir temizlikçi sokağı öyle aşkla süpürsün ki o sırada sokaktan geçen biri de sokağı süpürmek hevesiyle o süpürgeyi elinden alıp süpürmeye başlasın. Gündelik hayattan savaşa her şeyin içinde sanat vardır yeter ki o sanat ile o işi yapıp dünyamızı güzelleştirmeyi bilelim. Bir sanatçı en güzel şekilde sanatını icra ederek o eserle topluma ilham verir. Sanatın da sanatçının da gayesi budur. Yoksa sanat sanatçıya bir üstünlük kazandırmak. Eğer sanatçı yaptığı eserle bir üstünlük iddiasında bulunuyorsa o sanatın akidesini bozar ve kafirliğin daniskasıdır. Aynı zamanda sanata en büyük ihanettir.

İcazeti yok sertifikaları var

Bugün bu sanat dalına meyleden çok insan var. Bu geleneksel sanat adına iyi bir gelişme mi kötü mü?

Bugün çok fazla kurslar var. Ama bu kurslarda ders veren öncelikle hocalar yetişmeye muhtaç. Öğrenciler 10 ay kursa gidip sanatçı oldum diye ortada dolaşıyor. Bu sanatı bu insanların temsil etmesi çok yanlış. İcazetleri yok ama herkesin elinde bol sol sertifika var.

Geleneksel sanatı modernize eden kesim de genelde sertifikalı kesim oluyor. Neden?

Başaramayan yoruma kaçar. Gerçek sanatçı bu işin aslını öğrenmek ister. Bunun için de değil bir ömür, on ömür yetmez. On ayda ben oldum diyen var ama aynı zamanda on ömrüm olsa bu sanatı öğrenmeye yetmez deyip kendini hala bu sanatın çırağı kabul edenler var. Sanatı öğrenemeyip yorumlamaya kalkanlar bu sanatı bayağılaştırdı, aralarında “ben devlet sanatçısıyım” diye gazetelere beyan verenleri bile var. Bu sanatı ayağa düşürmektir, sanata en büyük ihaneti bunlar yapıyor. Ben oldum diyerek yeni ekoller, yeni kapılar açmak budalalıktır. Aynı zamanda bir sanat cinayetidir.

Abur cubur işlerin sanatta yeri yok

  • Peki sanatın diğer dallarıyla ilişkiniz nasıl?
  • Sanatın ortak noktası çoktur. Ben bugün bir heykeltıraşla da oturup sohbet ederim konuşacak çok şeyimiz vardır çünkü. Ancak sanatın yozlaştırılmasına karşıyım. Mesela Klasik batı müziğini de bizim müziğimizi de çok severim ama bugün öyle müzik dinleniyor ki ben sözlerini söylemeye utanırım.İşte bizim sanatımız bu bozulmaya, yozlaşmaya karşı direnecek. Bu yüzden baki eserler bırakmak çok önemli. Ebed müddet ruhuyla gelecek nesillere eser bırakmamız gerekiyor ki geçmişimizden kopmayalım. Bugün Mimar Sinan’ın 500 yıllık eseri bizi geçmişe bağlıyor. İşte en iyi kağıda en iyi mürekkeple eserimizi geleceğe kalacak şekilde yapıp bırakmamız lazım.Abur cubur işlerin sanatta yeri yok geleceğe de kalmaz.
#Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü
#İcazet
#Fuat Başar
#Hat
#Ebru
4 yıl önce