|

Kitap suç aleti sayılırdı

Seksen ihtilalinin kültür yayıncılığını sildiğini söyleyen Erdem Yayınları’nın sahibi Ebubekir Erdem, Medyada çıkan haberlerde ‘Örgüt evine baskın düzenlendi şu kadar mermi, şu kadar silah, şu kadar kitap ele geçirildi.’ denirdi. Kitap silah gibi suç aleti olarak topluma lanse edilirdi. Bu görüntüler kitapla toplumun arasındaki mesafeyi açtı. Bundan en büyük zararı da kitapçı ve yayıncılar gördü” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 29/04/2018 dimanche
Güncelleme: 07:09 - 28/04/2018 samedi
Yeni Şafak
Erdem Yayınları’nın sahibi Ebubekir Erdem
Erdem Yayınları’nın sahibi Ebubekir Erdem

Erdem Yayınları’nın sahibi ve kurucusu Ebubekir Erdem ömrünü Cağaloğlu’nda geçirmiş desem yeridir. Erzurum’dan İstanbul’a okumak için gelen ancak İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nde öğrenciyken Nurettin Topçu ve Hareket dergisi çevresiyle tanışan Erdem Cağaloğlu’ndan 50 yıldır hiç ayrılmamış. Dergah Yayınları’nda yayıncılığa başlayan ve daha sonra yetmişli yılların en büyük dağıtım şirketlerinden biri olan Derya Dağıtım’ı kuran Erdem, Seksen İhtilali’nden sonra ise çocuk yayıncılığına adım atmış. Bugün çocukları Yunus, Melike ve Zeynep Erdem’le birlikte Erdem Yayınları’nda yerli ve yabancı kitapları okurla buluşturan Ebubekir Erdem’le yetmişli yıllardan günümüze yayın dünyasını konuştuk. Kitapçıların yetmişli yıllarda fikir evleri olduğunu ancak 1977 yılında çıkarılan Rahşan Affı sonrasi fikir tartışmalarının yerini sağ sol silahlı çatışmalara bıraktığını söyleyen Erdem, “12 Eylül İhtilali kitaba ve yayıncılığa en büyük darbeydi. Silahla birlikte ele geçirilen kitaplar da suç aleti sayılıyordu” diyor.

* Gençlik yıllarınızda nasıl bir kültür sanat ortamı vardı?

Altmışlı yılların sonlarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) öğrenciydik. O dönemin milliyetçi muhafazakâr kesiminde yeni filizlenen oluşumlar vardı. Bu kesimdeki en önemli kültür sanat ortamlarından biri Düşünce ve Fikirde Hareket dergisi ve çevresiydi. Biz de buraya gider gelirdik. Hareket dergisi ortamındaki gençler olarak sadece kendi inanç ve düşüncemizdeki kültür sanat adamlarını takip etmezdik geniş bir ufkumuz vardı.

İLK KİTAPÇI
ZİNCİRİNİ AÇTIK
* O dönemin gençleri hangi yazarları okurdu?

Nurettin Topçu, N. Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç vardı. Kemal Tahir ve İdris Küçükömer vardı mesela. Niyazi Berkes, İsmail Cem gibi yazarlar ve kitapları şu an ilk aklıma gelenler. Bu okumaları yaparken Nurettin Topçu’nun kurduğu Hareket’in çevresinde kalmaya devam ettik. Anadolu Fikir Derneği’ni kurduk. Seminerler ve kitap çalışmaları yaptık. Daha sonra Dergâh Yayınlarını kurduk. Dergâh Yayınlarının bünyesinde de Türkiye’deki ilk kitapçı zincirini açtık.

* İstanbul’daki kültür sanat ortamını Anadolu’ya mı taşıdınız bu kitabevi zinciriyle?

Evet, öyle diyebiliriz. Ben üniversiteyi bitirince Erzurum’a dönüp üç dört yıl çalıştım. Dergâh Kitabevlerini açtık. Önce Ankara’da Zafer Çarşısı’nda, sonra Erzurum’da ve 1974’te Cağaloğlu’nda Remzi Kitabevi’nin üstünde çok büyük bir kitabevi açtık. Yine Afyon, Bursa ve Antalya’da şubelerini açtık.

* Neler yaptınız Erzurum’da?

Hareket Yayınları ve dergi bağımsızdı. Hiçbir yerden destek alamıyordu. Çalışmalarımızı sürdürebilmek için ekonomik faaliyetlere ihtiyaç vardı. Erzurum’da bu çalışmaları başlattık. Doğu Sineması vardı, yıkılmıştı. Orada ilk Dergâh Kitabevi’ni kurduk. Aynı zamanda Erzurum’da tavuk çiftliği kooperatifi kurduk yani Erzurum için zirai çalışmalar da yaptık.

İLHAMİ ÇİÇEK
AKRABAMDIR
* Erzurum Dergâh Kitabevi’nde şair İlhami Çiçek de öğrencilik yıllarında çalışmış sanırım…

Evet, rahmetli İlhami benim akrabamdır o vesileyle lisede ve üniversitede öğrenciyken çalıştı. Ama ben daha sonra dönüp İstanbul’da yayıncılık alanında çalıştım. Dergâh ekibi olarak Ezel Elverdi, Mustafa Kutlu ve ben vardık. Fikir kısmında Ezel Elverdi vardı ben ise Remzi Oğuz Arık’ın meşhur o sözündeki gibi ‘kazma kürek işlerine’ bakıyordum. Mustafa Kutlu ise edebiyat ve hikâyecilikte öne çıktı.


KİTAP EVLERİ FİKİR EVLERİYDİ
* Hangi yıllar?

Yetmişli yıllar. 1977 yılında İstanbul’da Yağmur ve Şamil yayınevleri, Ülkü Takvimcilik ile birlikte Derya Dağıtım kuruldu. Sağ camianın o yıllarda en büyük dağıtım şirketi Anda Dağıtım idi. Ancak seksen sonrası yoluna devam edemedi. Biz Derya Dağıtım’ı geliştirdik. 1996’da ben de bıraktım.

* Büyük yatırımlar yaptığınıza göre kültür sanat ortamının en hareketli olduğu yıllardı diyebilir miyiz?

Aslında şöyle: Yetmişli yılların başında kitabevleri bir anlamda fikir evleriydi. Gerek sol kesim gerekse sağ kesim buralarda toplanırdı. Ülkü ocakları mesela o yıllarda sıkı okumaların yapıldığı yerlerdi. Müthiş kitap seminerleri düzenlenirdi. Ancak 1977’de Rahşan Affı ile cezaevinden çıkanlar bir anda fikir tartışmalarını silahlı eylemlere dönüştürdüler. Şimdi dönüp bakınca o yılları daha iyi anlıyoruz.

* Siz o yıllarda Derya Dağıtım’ı kurup buradan Anadolu kitapçılarını geziyordunuz değil mi?

Dağıtım arabasıyla en az elli vilayeti gezmişimdir. Yetmişli yıllar Anadolu’da kitapçıların çok fazla sayıda olduğu yıllardı. Nüfusu yüz binin üzerinde olan her yerde kitapçı bulunurdu. Dergi ve kültür kitapları satan kitabevleri aynı zamanda bulundukları şehrin birer kültür merkeziydi. O şehrin okumuş yazmış isimleri kitapçılarda buluşurdu. Ama seksen ihtilalinden sonra Anadolu’nun bu irfan yuvaları tarumar oldu.

CAĞALOĞLU KİTAPÇILARIN MERKEZİYDİ
* Hangi illerde hangi kitapçılar vardı hatırlıyor musunuz?

Gaziantep’te İrfan Kitabevi vardı. Allah rahmet eylesin sahibi o dönemki sağ sol çatışmalarında öldürüldü. Baba mesleği olarak kitabevi işini yapanlar vardı. Adapazarı’nda İhvan Yayınevi, Konya’da Üniversite Kitabevi, Erzurum’da Atalay, Dergâh Kitabevleri, dinî kitapların satıldığı İslam kitabevlerini hatırlıyorum. Yine Samsun’da Selamet Kitabevi, Malatya ve Konya’da şimdi ismini hatırlamadığım birkaç kitapçı vardı. Maraş’ta iyi bir kitapçı vardı. Bazı kitapçılar kültür kitaplarının yanında kırtasiye de satardı. Kırtasiye alışverişi için gelen çocuklar kitaplarla ilk olarak bu vesileyle tanışırdı.

* İstanbul’da kitapçılar ağırlıklı olarak nerelerdeydi?

Cağaloğlu kitapçıların merkeziydi. Yine Sahaflar vardı. O yıllarda İstiklal Caddesi’nde çok fazla kitapçı yoktu. Haşet kitabevini hatırlıyorum yalnızca. Osmanbey’de ise Türkiye’nin en büyük kitapçısı bulunurdu. Site Sinemasının yanındaydı. Kadıköy’de Gençlik kitabevi vardı. Ama maalesef 1977’den sonra kitapçılar basılmaya başlandı. Mesela bir bölgede sağcılar çoğunluktaysa solcu kitapçılar taciz ediliyordu. Solcular ağırlıktaysa o zaman da sağ kesime ait kitapçılar basılıyordu. Dağıtımda da sıkıntılar oluyordu. 71 İhtilalinde hapse atılanlar birileri tarafından cezaevlerinde silahlı örgütlere yönlendirildi ve onlar cezaevlerinden çıktıktan sonra sağ sol fikir çatışması silahlı çatışmaya dönüştü. Günde 4-5 kişinin sokakta öldürüldüğünü hatırlıyorum.

12 Eylül yayıncıları bitirdi
* 12 Eylül İhtilali’nden sonra ise kültür sanat ortamı bir ağır darbe daha aldı...

Seksen ihtilali kültür yayıncılığını sildi diyebilirim. Çünkü seksen darbesinde kitap silah gibi suç aleti sayıldı. Sizler o dönemleri belki hatırlamazsınız ama medyada çıkan haberlerde “Örgüt evine baskın düzenlendi şu kadar mermi, şu kadar silah, şu kadar kitap ele geçirildi.” denirdi. Kitap silah gibi suç aleti olarak topluma lanse edilirdi. Bu görüntüler kitapla toplumun arasındaki mesafeyi açtı. Bir yandan yasaklanan, toplanan kitaplar bir yandan suç aleti gibi gösterilen kitaplar kültür yayıncılığını önemli ölçüde geriletti. Bundan en büyük zararı da kitapçı ve yayıncılar gördü.

 Sol sağ kesimin üzerinden okursak en çok hangi kesim etkilendi?

12 Eylül darbesi her kesimin kitabını suçlu ilan etti. Solcular kadar sağcılar da zarar gördü bu dönemde. Evler basılıp kitaplar toplanmaya başlanınca evlerinde bulunan kitaplardan dolayı aileler tedirgin olmaya başladı. Kitaplardan korkan insanlar evlerindeki kitapları yakmaya, imha etmeye başladı. Bunda tabi kitaplar hakkında hiç bilgisi olmayan askerin evleri basıp her kitabı bir suç aleti gibi algılaması da etkili oldu. Toplumun geneli kitaptan korkup uzaklaştı.

 Kitabın silah gibi suç unsuru olarak gösterilmesine kimse ses çıkarmadı mı?

Uzun süre kimse ses etmedi. Ben o dönemde Türkiye Yayıncılar Birliği’nin yönetim kurulu üyesiydim. Konya’da Tonton Dağıtımevi’nin açılışına davetliydik. Solcular dahi bu duruma ses etmezken ben o açılış töreninde bir konuşma yaptım ve silahla kitabın yan yana medyada yer almasından duyduğum rahatsızlığı dile getirdim. O günden sonra köşe yazarları bu konuda kalem oynatmaya başladı. Seksenli yılların ikinci yarısından sonra yavaş yavaş yayıncılık yeniden canlanmaya başladı.

  • En büyük darbeyi Anadolu’daki kitapçılar aldı
  • * Anadolu’daki yayıncılık için ne dersiniz?
  • Anadolu’daki yayıncılığı seksen sonrası ders kitapları canlandırdı ancak daha sonra ders kitapları bedava dağıtılmaya başlanınca bundan en büyük darbeyi Anadolu’daki yayıncılar aldı. Özellikle okulların çevresindeki küçük kitapçılar yavaş yavaş kapanmaya başladı. Oysa çocuklar velileriyle ders kitabı almak için gittiklerinde buralardan kitap da satın alırlardı.

Che Guevara’nın günlüklerini Seka’ya gönderdim
* Bu yasak zihniyet yüzünden çok sayıda kitapçının yayınevinin kapandığını biliyoruz…

Evet, gençler kitapçılardan çekildi. Sadece ideolojik yayınevleri değil kültür sanat kitapları çıkaran yayınevleri de zarar gördü. Çünkü okumanın suç kabul edildiği yıllardı o yıllar. Kitabevleri kapılarına kilit vurmaya başladı. Mesela o dönem sağ kesimin en büyük dağıtım şirketi olan Anda Dağıtım kapandı. Yine hem sağ hem solda ideolojik kitap çıkaran yayınevleri tek tek kapandı. Diğerleri ise alternatif arayışlara girdi.

* Nasıl bir alternatif arayışı?

Kültür sanat yayıncılığı gerileyince kitapevleri kırtasiye ve spor malzemeleri satarak ayakta kalmaya çalıştı. Kitap satmayınca mecburen bu tür ürünlerle hayatlarını idame etmeye çalıştılar.

* Siz ne yaptınız?

Biz de herkes gibi kırtasiye işine yöneldik. Ha, seksen ihtilalinde hiç yapmayacağım bir şey yaptım ve darbe sonrası kapanan sol yayınlardan Ararat Yayınları’nın deposunda kalan bütün kitapları aldım. Ama bu kitapları satamadım. Kitapların yasaklı olanlarını mecburen SEKA’ya gönderdik. Bir yayıncı olarak hiç yapmayacağımız bir şeyi o dönemde yapmak zorunda kaldık.


* Başka çıkar yol yok muydu?

Biz SEKA’ya göndermesek devlet zaten gelip o kitapları alıp imha edecekti. Devletin toplayacağı, bizi de suçlu olarak tutuklayıp sorgulayacağı bir ortamdaydık. Ancak bu şekilde kendimizi kurtarabildik.

* Hangi kitaplar SEKA’YA gitti hatırlıyor musunuz?

Lenin, Mao, K. Marks’ın kitaplarıydı. Yine Che Guevara’nın günlüklerini hatırlıyorum. Kitapların bir kısmını ise sakladım.

* Sakladığınız kitapları satabildiniz mi bari?

Ararat’ın deposundan alıp sakladığımız o kitaplardan Kabalcı Yayınevi kuruldu. Kabalcı Yayınları’nın sahibi Sabri Kabalcı ne zaman beni görse teşekkür eder hâlâ.

* Ararat Kitabevi Yaşar Kemal’in yayıncısıymış… Hatta sanırım akrabasıymış?

Yakın akrabalıkları yoktu, Ramazan beydi sahibi. Sol kitaplarını yayınlardı. Bu kitapları o zaman Payel Yayınları’nda çalışan ve hafta sonları kitap tezgâhı açan Sabri Kabalcı’ya verdik kendine sermaye yaptı ve daha sonrasında Kabalcı Yayınları’nı kurdu. Yani benim satamadığım sol kitapları kendine sermaye ederek yeni bir sol yayınevi kuruldu.

* Seksen sonrası kapanan başka hangi yayınevleri oldu?

Töre Devlet yayınları vardı Emine Işınsu’nun kitaplarını basardı. İrfan Kitabevi vardı Necati Sepetçioğlu’nun kitapları çıkardı. Türk Kültürü yayınları vardı Ziya Gökalp ve Arvasi’nin kitaplarını basardı. Toker Yayınları vardı Almanya’ya gitti sahibi. Hatta bir dönem Necip Fazıl’ın bile kitapları bu yayınevinden çıkmıştı. Piyasa darbeden sonra hızla değişti, ideolojik kitap çıkaran yayınevleri hızla kapanırken portföyünü daha geniş tutan yayınevleri ayakta kaldı.


Tanpınar’ın kitaplarını depodan kurtardım
* Seksen sonrası da sağda ve solda yeni yayınevleri kurulmaya başladı değil mi?

Seksenli yılların ikinci yarısından sonra yayıncılık yeniden güçlenmeye başladı diyebiliriz. İletişim’in arkasında büyük sermaye vardı. Yapı Kredi, İş Bankası Yayınları seksenlerden sonra yine büyüyen yayınevleriydi.

* Sağ sol yazarların farklı düşüncedeki yayınevlerinden basıldığı yeni bir dönem başlıyor değil mi? Mesela Cemil Meriç’in kitaplarını sağ camia basarken seksenden sonra İletişim Yayınları basmaya başlıyor…

Evet yanlış hatırlamıyorsam Ötüken Yayınları basıyordu Cemil Meriç’i daha sonra İletişim basmaya başladı. Yayıncılık dünyasında bu tür olaylar daha öncede yaşanmıştır. Mesela Tanpınar’ı ilk Remzi Kitabevi basmıştı ama satamayınca deposundaki kitapları alıp Dergâh Yayınları’na ben getirmiştim.

* Tanpınar’ın hangi kitabı?

Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabı.

UNUTULAN YAZARIMIZDI
* Bu kitap niye ilgi görmüyor?

Çünkü Tanpınar bir dönem unutulan yazarlarımızdandı. Remzi Kitabevi Tanpınar’ın beş bin adet Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını basmış 2 bin 500 tanesine kapak yapıp piyasaya vermiş. Satamamış, deposunda da 2 bin 500 kitap kapaksız duruyor. Bir gün kitabevinin sahibiyle konuşurken Tanpınar’ın kitaplarının depoda beklediğini anlatınca ben de Dergâh Yayınları adına kitapları istedim. Solcuların okumadığı Tanpınar’ın kitapları sağ camiada büyük ilgi gördü.

* Anadolu’daki kitapçıları gezen bir yayıncı olarak şunu sizden öğrenmek istiyorum. Anadolu’da hangi yazarların kitapları ilgi görürdü?

Bir kere şunu unutmayalım: Türk yayıncılığı çeviri eserler üzerine kurulmuştur. İlk yazılan romanlara kadar gittiğimizde de bunu görürüz, sonraki yıllarda da. Bu yüzden öncelikle batı klasikleri her zaman çok satılanlar listesindeydi. Hasan Ali Yücel’in çabasıyla yerli yazarlar ve İslam Klasikleri yeniden Türk okurla buluşmuştur. Altmışlardan sonra ise dini yayınevleri kurulmuş ve dini yazarların kitapları basılmaya başlamıştır.

* Altmıştan önce dini yayınların durumu neydi peki?

Öncesinde Diyanet’in çabasıyla tefsir ve hadis kitapları çıkarılmış. Bir de Türkiye Yayınları var yine mesela Fevzi Çakmak’ın hatıralarını falan basmış bir yayınevi.

* Altmışlı yıllardan sonra yayıncılık nasıl bir seyir izliyor?

Altmış ihtilalinden sonra Türkiye’de genel olarak yayıncılığa ilgi artmış diyebiliriz. O döneme baktığımızda Cem, Bilgi Yayınevleri kurulmuş mesela. Yine Ötüken o yıllarda yayıncılığa başlıyor. Ayrıca bir döneme damgasını vuran dini yayınevlerinin merkezi olan Beyaz Saray’daki yayıncıların çoğu da bu yıllarda kuruluyor. Yağmur, İrfan, Bedir Yayınlarını sayabilirim. Yine daha sonra el değiştiren Sönmez Neşriyat var.


Milli çocuk edebiyatı için yazarlardan ekip kurduk
* 1983 yılında Dini Yayınlar Fuarı başlıyor. Bu fuar dini kitaplara ilgiyi artırdı mı sizce?

Dini yayınlar fuarında her türlü kitap vardı. Önce Ankara’da ardından Sultanahmet’te açıldı, biz de desteklemek için katıldık. İlk beş on yıl çok popülerdi ancak daha sonraki yıllarda o parlaklığı kalmadı ne yazık ki.

* Siz seksenlerde çocuk yayıncılığına da giriyorsunuz. Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

Şimdi yayınevinin başında olan büyük kızım Melike çok kitap okuyan bir çocuktu. Seksenlerde çocuk edebiyatında da çeviri kitapları öne çıkıyordu. Mesela Ayşegül serisi vardı çok popülerdi ancak dikkatli bir göz bu kitapların Hıristiyan propaganda yaptığını anlayabilir. Ben de çocuklara yerli, milli eserler hazırlayalım diye bir çalışma başlattım. O yıllarda Mustafa Ruhi Şirin’le bu ihtiyacı karşılamak için yola çıktık.

* Çocuk yayıncılığı o yıllarda ülkemizde ne durumdaydı?

Milliyet Çocuk vardı, Sebil, Damla Yayınları vardı ama çok fazla yayınevi de yerli ürün de yoktu. Seksen sonrası okullara din ve ahlak dersleri mecburi bırakılınca biz de çocuklar için ilk defa Türk ve İslam klasiklerinden seri oluşturduk. Mantiku’l Tayr’den Dede Korkut’a kadar pek çok kaynak eseri çocuklar için yeniden yazdırdık. Bir diğer serimizde ise Ömer Seyfettin, Nasrettin Hoca, Keloğlan gibi daha renkli isimler vardı.

* Ekipte kimler vardı?

Alim Kahraman, Cahit Zarifoğlu, Mustafa Ruhi Şirin, Derman Bayladı gibi isimler vardı. Resimleri profesyonel olan Reha Yalnızcık yapıyordu. Doksanlardan sonra çocuk yayıncılığı piyasası canlanmaya başladı. 2000’li yıllarda ise arttı.

* Bugünkü çocuk yayıncılığı için ne dersiniz?

Birçok yayınevi başkalarının eserlerini makaslayarak kitaplar çıkarmaya, ucuz kalitesiz işler yapmaya başladı. Bu kitaplarla da okullardan tavsiye almak istediler. 2000’li yıllara kadar özellikle okullara satış yapan yayınevlerinin sayısı arttı ama kalite çok gelişmedi diyebiliriz. Fakat sonrasında ülkenin ekonomik gelişmişliğine bağlı olarak üst kalitede kitap üreten yayıncıların sayısı artış gösterdi. Çeviri kitapların sayısını da yerli kitapların sayısı da her geçen yıl daha da artıyor. Fakat yerli, milli ama evrensel kalitede işler üretmek için biraz daha çalışmak, her türlü yatırımı yapmak gerekiyor.


Müfredatın destek verdiği yazar her zaman çok okunur
* Yetmişli yıllara dönersek, hangi yazarlar daha çok okunurdu?

Benim popüler yazarlarla ilgili şöyle bir tespitim vardır: Eğitim müfredatına giren kitaplar ve yazarlar ülkemizde her zaman çok satmıştır. Mesela Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlilleri kitabı üniversitelerde ders kitabı olarak okutulduğu için her zaman çok satar. Türk yayıncılığının bel kemiğini eğitim ve eğitime destek kitapları oluşturur. Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Halid Ziya Uşaklıgil gibi pek çok yazarın popülerliği aslında eğitim müfredatında yer aldıkları içindir.

* Müfredata girmediği hâlde çok satan yazarlar kimlerdi?

Kemal Tahir çok sattık bir dönem. Yine sağda Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun kitapları bir dönem saman alevi gibi yandı söndü. Yine Füruzan’ın romanları bir dönem sattı. Yaşar Kemal ise her zaman satan yazarlardandı. Sait Faik, Sabahattin Ali, Adalet Ağaoğlu beğenilen yazarlardı. Sağda Hekimoğlu İsmail, A. Günbay Yıldız, Sevinç Çokum, Yavuz Bahadıroğlu. Bir de aşk ve macera romanları satardı. Kerime Nadir, B. Cartland gibi.

* Yazarları geçmişte popüler yapan neydi?

Kültür sanat camiasında her zaman dergilerde gazetelerde çıkan yazılar etkili olmuştur. O yıllarda da tıpkı şimdiki gibi dergilerde gazetelerde haklarında çıkan yazılar, röportajlar sayesinde yazarlar parlardı. İdeolojik tercihler de satışı her zaman tetikler.


#Ebubekir Erdem
#Erdem Yayınları’
#Kitap
il y a 6 ans