|

Köklerimi dedemin defterinde buldum

Hollanda'da yaşayan yazar Meltem Halaceli, I.Dünya Savaşı'nda asker olan dedesinin anı defterini buldu. Süleyman Hacı Ali'nin 1912'den 1923'e dek yazdığı satırların eşliğinde dedesinin yaşadığı Adana'ya, köklerine doğru yolculuk yaptı. Yazar hem günlüğü, hem serüveni 'Dedem Sulayman Hacı Ali'nin Unutulmuş Tarihi' adlı kitapta topladı.

Yeni Şafak ve
03:00 - 15/05/2016 Pazar
Güncelleme: 18:04 - 14/05/2016 Cumartesi
Yeni Şafak

Meltem Halaceli, Amtersdam Üniversitesi'nde Arapça Dili ve Edebiyatı okurken, I.Dünya Savaşı'nda görev yapan dedesi Süleyman Hacı Ali'nin anı defterine ulaştı. Arapça yazılan bu defter babası tarafından Türkçeye çevriltildi ve Halaceli'ye verildi. Dedesinin anı defteri Halaceli'nin master tezine konu oldu. Fakat bu hikaye onu her gün daha da içine çekiyordu. 1912'den 1923'e dek Çanakkale'den Filistin'e farklı cephelerde tam 11 yıl askerlik yapan dedesinin anılarından yola çıkarak bir kitap yazmaya karar verdi. İşte bugün 'The Forgotten History of My Grandfather Sulayman Hadj Ali' adıyla karşımıza çıkan kitabın serüveni de böyle başladı. Halaceli çalışma için büyükbabasının savaştığı yerleri ziyaret etti ve gezi izlenimlerinden, akrabalarının anlattıklarından yararlandı. Kitap geçtiğimiz aralık ayında Hollanda'da yayımladı. Kısa sürede 3'üncü baskıyı yaptı ve Hollanda'nın önde gelen gazetelerinden NRC Handelsblad tarafından 'dört yıldız' aldı. Halaceli kitaptaki Motherhome şiiriyle ElHizjra Şiir Ödülü'ne layık görüldü. İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali'nin konuğu olarak İstanbul'a gelen Halaceli ile buluştuk. Hem dedesinin hem kitabın serüvenini dinledik.



Öncelikle defterinin çıkış serüvenini, sonrasında sizinle buluşmasını dinleyelim...

Ben Hollanda'da doğup büyüdüm. Anadilimiz Arapça. Annem Antakyalı, babam Adanalı. Arap Alevilerinden ve soyları Suriye'ye dayanıyor. Amsterdam Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı okudum. Eğitimimi yarısından babam, kendi babasının anı defterini buldu. Bu defter vefat eden amcanın evindeydi. Arapça dili Türkiye'de artık okutulmadığı için kaybedildi. Babam da Türkçeye çevirtti ve defteri bana verdi. Güzel bir çeviriydi. Ama bazı yerlerin atlandığını fark ettim. Dedemin anı defterini aldıktan sonra benim için manevi bir vazife başladı. Mecburdum. Sonra üniversitede master tezim oldu. Uluslararası siyaseti okuyarak yapmam gerekti. 1.Dünya Savaşı'nı yaşamış çünkü dedem. Bu savaş Ortadoğu ve Türkiye'nin sınırlarının çizildiği zaman dilimi. Ve tarihi okumak benim işim oldu. 6 yıl sürdü. Dedemin yazdığı dil Çukurova lehçesidir. Bu lehçede yazılmış roman bulamazsanız mesela, o yüzden mevcut olan Arapça sözlüklerden yararlanamazsanız. Ne mutlu ki bu lehçeyi konuşan insanlar hala var güneyde. Kitabım için çok fazla araştırma yaptım. Adana'ya saha çalışması için gittim"





NE DÜŞÜNDÜKLERİNİ BİLEMİYORUZ


Kitabım bu yüzden hem dedemin asker anılarından yüzyıl öncesini anlatıyor hem kendi tarihimle olan yüzleşmeyi anlatıyor. Osmanlı askerlerinin büyük kısmı okuma yazma bilmedikleri için, dedemin defterini nadir kılıyor. Bir günde ne düşündüklerini, hangi korkuları yaşadıklarını bilemiyoruz. O yüzden çok değerli bir defter oldu. Çünkü duyulmayan, silinmiş sesleri bir nebze olsun öğrenmiş oluyoruz. "Ben kimim ki, tarihçi değilim, bilim adamı değilim, sadece fakir bir insanım, hatalarımı affedin" diye başlıyor, ve "Dilerim ki anılarımı okurken bu fakir halk için Allah'tan rahmet dilersiniz" diyor. Savaştaki travmaları gidermek için yazdığını düşünüyorum.



Neler yazmış peki? Daha çok günlük olayları mı, yoksa hissettiklerini mi yazmış?

"Korku, acı ve şiddet yaşadım, bir anda aklım taştı" yazmış ve direk kalem ve kağıt almış ele. Tanıklıklarından tutun, kronolojik bir şekilde yaşadığı dönemi tıpkı bir tarihçi gibi yazmaya çalışmış. Bu, tarihi resmileştirmeden önce normal insanın yazmış olduğu bakış açısı. Yazdıkları çok uzun. 1912'deki Balkan Savaşı'ndan başlıyor, ama orada bulunmamış. Örneğin Çanakkale'de bulunmuş, onu daha uzun yazmış. Arıburnu ve Anafatartlar'da savaştığını, 2 sene sonra Adana'ya gelip Filistin Cephesi'nde savaştığını görüyoruz. İngilizler 1917'de Kudüs'ü alıyor ve 3 bin Osmanlı askerini esir alıyor. Dedem de onların arasındaymış. Kahire'ye götürülmüş. 3 sene binlerce Osmanlı askeriyle birlikte esir kalmış. Kısa süre kör olmuş.





Nelerle karşılaşmış peki esir düştüğünde?

Bir sürü asker gibi açlık çekiyor. Bir gün ağaç kesmekle diğer günler taş yontmakla geçiyor. Orada benim gördüğüm kadarıyla dinine çok bağlı olmaya başlıyor. Dedem çok katı. Kumar oynandığı görmüş. Kesinlikle kötü hareketleri reddediyor. Orada "hayatın anlamı nedir, ne için yaşıyoruz. Nereye gideceğiz" sorgulamalarına başlamış. Sonra 1920'de Mustafa Kemal Paşa'nın hareketi başlıyor. Esir değişimiyle serbest bırakıyorlar. Onu da detaylı yazmış. Kendi duygularını çok yazmamış. Bazı yerlerde var. O noktalardı işte benim için kıymetli olan. Ağırlıklı olarak acı ve korku var. Esir alındığında İngilizler durdurup çömelin demiş. İngilizce bilmedikleri için hiçbiri anlamamış. Herkes öleceğini sanmış. "Kanımız kurudu, öleceğimizi hissettik. Herkes birbiriyle helalleşmeye başladı. Allah'a dua ederek elveda demeye başladık" diyor. Çok trajik bir şey.


#Meltem Halaceli
#I.Dünya Savaşı
8 yıl önce