İstanbul, geçen hafta anlamlı bir sinema girişimine ev sahipliği yaptı. Sinema yazarı İhsan Kabil öncülüğünde düzenlenen Gelişen Ülkeler Film Festivali, 20 Eylül'de başladı ve bir hafta boyunca, farklı coğrafyadan hikâyeleri, İstanbullu sinemaseverler için beyazperdeye taşıdı.
Kuşkusuz "çok uzak, çok yakın" temalı bu festival, ülkeler ve dolayısıyla kültürlerarası iletişim bakımından oldukça anlamlı bir etkinlikti. Ne var ki, festival vesilesiyle bu alandaki bazı yaralara da el değmiş oldu.
Festivale katılımın yoğun olması için şartlar gayet uygundu. D-8 grubuna üye 8 ülke, yani Endonezya, Pakistan, İran, Bangladeş, Malezya, Mısır, Nijerya ve Türkiye ile birlikte yine Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na üye 10 ülke; Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan'dan sinemacılar bir araya gelecekti.
Pek çok sinemacıyı heyecanlandıran etkinliğin açılış gecesi, bir film festivalinin ilk gününden ziyade, Endonezyalı yapımcı Anirudya Mitra'nın da dediği gibi, diplomatik bir töreni andırıyordu. Bu coğrafyaya ait farklı kültürlerin yakınlaşmasına katkı sağlaması beklenen festivalin açılış töreninde çoğunluğu yabancı olan konuklar, bol miktarda diplomatik takdim ve teşekkür dinledi.
Daha sonra sohbetlerimiz esnasında dile getirdikleri gibi, sinemacıların arzusu, festivalde farklı ülkelerden meslektaşları ile tanışıp konuşmak ve mümkünse karşılıklı görüş alışverişinde bulunmaktı.
Etkinlik kapsamında bir sonraki gün düzenlenen boğaz gezisi, açılışa nazaran daha samimi ve sinemacıların kendi aralarında oluşturdukları kulis ortamında geçti. Ben de bu vesile ile yurt dışından gelen bazı yönetmen ve oyuncularla konuşma imkânı buldum. Etkinlik tercümanı sevgili Hatice Han Er aracılığıyla yaptığımız sohbetlerde yakın coğrafyadan ülkelerle aramızdaki iletişim eksikliğini bir kez daha fark ettim.
Sohbet esnasında, konuklara Türkiye sineması hakkındaki görüşlerini sordum. Üzülerek gördüm ki, bırakın sinemamız hakkında fikir beyan etmeyi, hiç biri, sinemamızın özellikle son yıllarda uluslararası arenada önemli başarılara imza atmış isimlerini duymamış ve bu yapımlardan birini bile seyretmemiş. Onlar bunun nedeni olarakTürkiyeli sinemacıların pazar planlarına bu ülkeleri katmamalarını görüyor. Evet, Türkiyeli sinemacıların film pazarına Türkî cumhuriyetler ve Asya ülkelerini katmamaları, ülkemiz sineması adına büyük bir eksiklik. Ancak birçoğu dünyanın çeşitli ülkelerinden festivallere katılmış, farklı ülkelerden ortaklıklarla işlere imza atmış bu sinemacı dostların da, dünyanın sinema gündemine damga vurmuş Türk filmlerini seyretmemeleri, ödül alan yönetmenleri tanımamaları, kendi eksiklikleri değil mi?
Her şeye rağmen, sırf sinemacılar arasındaki bu iletişim zaaflarını göstermesi ve ortak tarihi geçmişleri, coğrafi komşulukları olan ülkelerarası kültürel yakınlaşmaya katkıda bulunması bile, bu festivalin düzenlenmesi için yeterli sebeptir. Dolayısıyla, her iki ülke de, başta İhsan Kabil olmak üzere, bu festivale katkıda bulunanlara teşekkür borçlu.
Benim gözlemlerim böyleydi. Peki, yurt dışından gelen sinemacılar, bu festivale dair neler düşündü? Beklentileri nelerdi? Biraz da onlara kulak verelim.
Biliyorsunuz, festival D-8 grubu ülkelerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir etkinlik. Habibie & Ainun ve Kâbe'nin Himayesi'nde isimli iki filmimiz festivalden davet aldı. D-8 ülkeleri arasındaki ilişki ve bu işbirliğini duymam, özellikle de festivale filmlerimin davet edilişi haberini almam beni çok mutlu etti.
Bence her şey çok güzel organize edilmiş. Ama açıkçası daha fazla yapımcı, yönetmen görmek isterdim. Özellikle festivalin açılış gecesi, bir festivalden ziyade diplomatik bir tören gibiydi.
Dünyanın neresinde olursa olsun, festivallerin düzenlenme sebebi, filmlerin kalitesini yükseltmek ve bunların sayısını arttırmak olmalı. Tabii ki bu festivaller farklı coğrafyalardan sinemacılarla tanışma ve fikir alışverişi fırsatı doğuruyor. Ben Endonezya'da film yapıyorum. Burada tanıştıklarım da Türkiye'de film çekiyor. Ama böyle bir organizasyonla bir araya gelip çalışırsak çok daha iyi filmlerin ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu fırsatları kaçırmamalıyız. Bir kere gelip tanıştıktan sonra bir daha görüşmeme durumunun olmasını istemiyoruz. Bu işbirliği ve dostluğun devam etmesini istiyoruz.
Açıkçası Türk sinema sektörü hakkında fazla bilgi sahibi değilim. Ama Hindistan'da yaşarken, birkaç Türk filmi seyretme şansım olmuştu. Ancak son dönemlerde çekilen filmlerle ilgili bilgim yok.
Hayır, ne yazık ki yok.
Başrollerinden birini paylaştığım, Gökkuşağı Savaşçıları filmiyle festivale katıldım. Bu festivalin hoşuma giden yanı şu oldu: Diğerlerinde hep bir yarış var. Hangisi kazanacak, hangileri ödül alacak diye merak ediliyor. Ama bu festival çok farklı. Festivale katkıda bulunan ülkeler, bir şeyler paylaşmak adına bir çaba güdüyor. Yarışmadan çok, tanışma ve kaynaşma adına bir ortam var.
Endonezya'da gösterimi yapılan tek bir Türk filmi dahi olmadı. Ne yazık ki Türk sinemasına dair bir şey de söyleyemiyorum. Endonezya ve Türkiye, iki Müslüman ülke. Bunun önemli bir ortak nokta olduğunu düşünüyorum. Bu ortak paydayı sinema sektörü adına değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye sineması ile ilgili hiçbir fikrim yok. Bu Türkiye'ye de ilk gelişim. Zaten buraya gelmemdeki amaçlardan biri de festival vesilesiyle Türk sinemasını tanımak, bu konuda fikir sahibi olmaktı.
Ben İran ve Türkiye arasında böylesi ortak bir organizasyonda bulunmaktan oldukça memnunum. Burada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Ülkeler arası iletişimin zayıf olduğunu düşünüyorum ve bu tür festivallerle aradaki iletişim ve bağların daha güçlü hale getirilebileceğine inanıyorum. Bu açıdan iyi bir fikirle yola çıkılıp bir adım atılmış olması oldukça önemli. Hedefine ulaşsa da ulaşmasa da, bence başarılı bir girişimdir. Ama Türkiye gibi bir ülkeden daha büyük ve kapsamlı festivaller beklenmesi de normaldir.
Türkiye, Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlıyor. Filmlere baktığımda, Türkiye'nin kendi kültürüne dair yapımlarını daha çekici buluyorum. Bence Türk sinemasında kendi kültürünü daha iyi özümsemiş filmler görmeliyiz. Avrupai tarzda yapılan filmlerin çok da çekici olmadığını düşünüyorum.
Çok yoğun olduğumuz için, çok film seyretmeye fırsatımız olmuyor. Ancak bende çok kalıcı bir etki bırakan film, Yılmaz Güney'in Yol filmi oldu.
Çok güzel bir ortam var. Uzak ve yakın ülkelerden sinemacıları bir araya toplayarak önemli bir iş yapılıyor. Mesela burada Endonezya'dan gelen sinemacıların filmlerini gördüm ve çok beğendim. Çok etkilendim. Filmleri çok güzeldi. Endonezya'dan gelen 15 tane sinemacı var. Bir kısmıyla tanıştım. Diğer ülkelerden sinemacılarla tanıştım. Festival bu imkânı verdi.
En büyük arzum nitelikli filmlerin sayısının artması. Tabii ki bu festivalin her yıl düzenlenmesini isterim. Ne kadar güzel, ne kadar anlamlı olur… Biz büyük festivallere de katıldık, oralarda mana küçük ama gösterişler büyük. Bu tür festivallerde ise mana büyük. Yakınlık, iletişim, dostluk var. Sinemacılarla konuşma, dostluk ve arkadaşlık bağı kurma imkânı bulunuyor. Duygu ve düşünceler paylaşılıyor.
Ben de son yıllara ait filmler seyretmedim. Öncesine dair çok iyi filmler çekildiğini biliyorum. Dostluklarım da var. Türkan Şoray ve Fatma Girik benim arkadaşlarımdı. Ancak son yıllardaki Türk sinema örneklerini seyredemedim.
Açıkçası davet beklemiyorduk. Türkiye'den Ömer Pekmez benim dostumdur. Kendisine son yaptığım filmi vermiştim. Kendisi de festival yönetimi ile paylaşmış. Bana ulaşıp eşiniz Maya Gozel Aymedova ile sizi festivale davet ediyoruz dediler.
Türkiye ve İstanbul, uzun yıllar film festivallerine ev sahipliği yapıyor. Biz de zaman zaman katıldık. Türkiyeli yapımcılarla ortaklık yaptık. Cengiz Aytmatov'un 'Gün Uzar Yüz Yıl Olur' eserini uyarladık. Gelişen Ülkeler Film Festivali, genç bir festival. İlki yapılıyor. Heyecan verici tabii ki. Çok gerekli bir adımdı ve o adım atıldı.
Türk sinemasının son yıllardaki yapımları hakkında bir fikrim yok. Son 10 yıldır Türk filmi seyretmedim. Öncesine ait filmleri biliyorum. Çok iyi filmler vardı. Bence eskisi kadar iyi filmler çekilmiyor.
Türkiye'de çok film çekiliyor. Tabii ki aralarında iyi olanları da hayli fazla. Fakat şöyle bir şey var: Türkiye'de çekilen iyi filmlere hemen İngilizce altyazı hazırlanıyor. Diğer diller pek düşünülmüyor. Halbuki Türkî Cumhuriyetler de var ve ciddi bir coğrafya, ciddi bir kitleye sahipler. Türk filmleri buralarda bilinmiyor. Filmlerin dağıtım ve gösterimi konusunda yeni yollar, metotlar bulunması gerekiyor. Türkî Cumhuriyetler kolayı biliyor ama Türk ayranını bilmiyor! Maalesef Türkler ayranı tanıtamıyor, ulaştıramıyor. Sinemada da durum böyle.