|

Leyla Erbil’den kalan

04:00 - 15/03/2024 Cuma
Güncelleme: 02:28 - 15/03/2024 Cuma
Yeni Şafak
Leyla Erbil
Leyla Erbil
SERVET SENA SORKUN

“Sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın”

Yazıma tanığı olduğu yaşantılardaki sorunları, sansürsüz bir şekilde edebiyatının içine alan Leyla Erbil’i anlatmak için neden bu klişe başlığı kullandığımı açıklamakla başlamak isterim. Esasen Erbil’den kalan öyle çok şey var ki hepsini tek tek konuşmak için uzun yıllar gerek. Bu yüzden bu başlık bir kitaba atıftan çok daha fazlası aslında. Ondan kalanları konuşmak için biraz daha bu klişe üzerinde ilerlememiz gerektiğine inanıyorum.

Akademisyenlerin de işaret ettiği gibi yazarımızın yaşamı ve edebiyatı arasında çok geçirgen, çok doğrudan bir yapı var. Bu yapının inşasını ilk öykülerinden itibaren seyretme şansına sahibiz. Leyla Erbil için unutulmaması ve okunması gereken bir kadın öykücü ya da romancı diyemeyeceğim. Kendisi de yaşamı boyunca cinsiyetiyle tanımlanmaktan hoşnut değilmiş zaten. Erbil, maalesef anlaşılması ve sindirilmesi gereken bir yazar hâlâ.

1968 yılında aday gösterildiği Sait Faik ödüllerini alamadığından bütün kitaplarının başında “bu kitap hiçbir ödüle katılmamıştır” ibaresini görürsünüz. Yazar belki “benim kimsenin hiçbir ödülüne ihtiyacım yok” demek istemiş belki de verilen ödüllerin liyakat düzenini eleştirmiştir. Her iki durumda da bu tavrı başka bir yazarda görmenin güç olduğu aşikâr. Ayrıca ödüllere karşı olduğu bilinmesine rağmen PEN Yazarlar Derneği’nce 2002 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilir.

BİREY VE TOPLUM

Erbil’i Tuhaf Bir Kadın romanı ile tanıdım. Günlük tarzında yazılan roman görmeye alışık olmadığımız bir bilinçakışı örgüsüyle kurgulanmış ve eril dil yapısöküme uğratılırken kamusal ve mahrem alan tek çırpıda eleştirilmişti. Fakat romanda en çok dikkatimi çeken şey Erbil’in öfkesinin her satırda hissedilir olmasıydı. Toyluğuma denk gelmiş olsa gerek, kitabı çok sevmiş olmama rağmen o öfke dolayısıyla tamamlamakta güçlük çekmiştim. Yıllar sonra tekrar okumaya başladığımda anladım ki Erbil’in öfkesi belli bir amaca hizmet etmekteymiş: Güç, isyan ve direniş. Tüm bu kavramlar bir yapbozun parçaları gibi birleştirilerek nesneleştirilmiş.

Yazarın; benim edebiyat yapmam ne işe yarayacak, edebiyatta özerklik mümkün mü, gibi nice soruları eserlerinin merkezine koyduğunu görmek mümkün. Erbil’in bir öyküsünü okusanız bile soruların cevaplarını eserden bir çırpıda elde edebilirsiniz. Erbil’e göre bireyle toplum birbirini besleyen ve diyalektik kuran kavramlar. Birey tek başına var olamaz. Eserlerinde asla büyük konuları ve kahramanları göremeyiz, yaşamın her anı eserin eleştiri odağındadır ve başkaldırı merkezlidir. Tüm bunların yanı sıra -Beckett, Sait Faik, Freud ve Marx etkisiyle- birçok kuram ve eleştiri türü de metinlerde görünür olmuştur. Fakat döneminde uzlaşımsal edebiyat yapma biçimiyle derdini anlatamamıştır. Eserlerinde dil oyunları oynamış, yeni noktalama işaretleri üretmiş ve dikkat çekmeyi başarmıştır. Yine de onu dil bilmemekle suçlayan eleştirmenler olmuştur. Ben bu dile yönelik eleştiriyi topluma ve erilleşen dile bir saldırı olarak görenlerdenim.

Leyla Erbil, Tuhaf Bir Kadın romanına bir son yazmamıştı, o tüm sonları kadınlara miras bırakmıştı, fakat ben hâlâ gerçek bir tezat yaratabilen, modernist bir yerden konuşan sentaksla oynarken sematik bir düzlem kurarak okuyucuyu güvenilmez bir anlatıcıyla baş başa bırakan Erbil’i anlamlandırmak için onun dünyasını öğrenmeyi seçenlerden olmanın gerekliliğini işaret ediyorum ve…

Şölene dönüşüyor kalan…




#Edebiyat
#Aktüel
#Tarih
2 ay önce