Filmin başkahramanı Eddie Morra başarısız, dolayısıyla beş parasız bir yazardır. Yolunda gitmeyen işleri yetmezmiş gibi, bir de sırtını dayadığı sevgilisi tarafından terk edilince büyük bir çaresizliğin ortasına düşer. En kötü anında karşısına çıkan eski bir tanıdık ve akıl almaz bir hap tüm dertlerine deva olacağı gibi, Eddie'nin başına gelecek yeni dertlerin de müsebbibi olacaklardır. Hapın özelliği ancak yüzde yirmisini kullandığımız insan zihninin geri kalan kısmını ulaşılır hale getirmesidir.
Tam anlamıyla dilimize çevirdiğimizde “sınırsız” anlamına gelen filmin adı, insan zekâsındaki sınırsızlığı işaret ediyor. Tabi filmdeki sınırsızlığın senaristlerin zekâ kapasitesiyle sınırlı olduğunu filmi görmeden de tahmin edersiniz. Bu gerçeği bir yana bırakıp filmde çizilen sınırları kalkmış insan karakterine odaklanalım… Bu insan zekâsını nasıl kullanıyor? Daha güçlü, daha zengin, daha cazibeli olmak için! Olabildiğince nefsanî, olabildiğince dünyevi… Yani tam anlamıyla hedefleri kapitalist dünyaca belirlenmiş, “tipik” modern insan. İnsanın filmi seyrederken “yapmayın Allah aşkına, zeki insan bu kadar mı zeki?” diyesi geliyor. Öyle ya, tüm varlığı yaşadığı dünya tarafından şekillendirilmiş bir insan ne kadar zeki ya da ne kadar “sınırsız” olabilir ki? Oysa zekâsındaki sınırlar kalkan bir insanın dünyasındaki sınırlar da kalkmaz mı?
Bazıları düzeni kurar, bazıları düzene uyar. Dünya tarihindeki dehalar düzene uyan değil, düzeni kuran isimlerdir ki onlar deha olmalarına karşın filmdeki karakter gibi beyninin tamamını kullanan değil, kullandıkları bölümünü doğru kullanan kişilerdir. Tüm bunları mütalaa ettiğimizde filmdeki karakterin eğilimi seyirciyi pek de tatmin edecek gibi değil. Karakterin zekileştikçe başka azciyetlerin içine düşmesi de bahsettiğimiz çelişkinin bir parçası. Öyle bir çelişki ki, durumu kurtarmaya filmin finalindeki Eddie'nin yeni hedefleri bile yetmiyor. Filmin başında tek satır yazma uğruna her şeyinden feragat eden Eddie'nin, beyin kapasitesini yüzde yüz kullanmaya başlamasıyla, bu tutkusundan birkaç günde vazgeçmesi ise tamamen senaryoyu aksiyon kulvarına kaydırma adına, öylesine yapılmış bir hamle olarak kalıyor.
Hollywood sağ olsun, “bir hap yuttum, dünyam” değişti senaryolarına bizi çok alıştırdı. Hapın özellikleri filmden filme değişse de, karakterin başından geçeceklerin habercisi olacağı bu filmlerin değişmez klişelerinin başında geliyor. Ardından hiç dinmeyen bir aksiyon… Tüm bu formülle Limit Yok filmini özetlemiş olsam da, filmin hikâyesinin kendi içerisinde bazı sürprizler barındırdığını, tabi bu sürprizlerin de Hollywood klişelerinden hatırı sayılır bir farkı olmağını belirtmeliyim. Ancak Limit Yok klişelerin içerisinde kendi dünyasını kurması bakımından türdeşleriyle ayrılıyor. Klişelere rağmen sürükleyici bir yapım olması biraz senaryonun, biraz da yönetmenin manevraları vasıtasıyla sağlanıyor. Yönetmenin çok başarılı olduğunun altını çizmek istiyorum.
Limit Yok'un bir diğer klişesi de filmin başında hikâyenin sonundan azıcık koklatıp seyircide merak uyandırma modasına uyması. Bu yöntemin senaryoya pek de katkı sağlamadığını söylemeden geçemeyeceğim. Son zamanlarda senaristler bu modaya uymuş gidiyor, bakalım çoğu zaman anlamsız yere kullanılan bu yöntem ne kadar sürecek?
Yönetmen : Neil Burger
Senaryo : Alan Glynn, Leslie Dixon
Tür : Macera / Gerilim
Yapım : ABD, 2011
Oyuncular : Robert De Niro, Bradley Cooper, Abbie Cornish, Anna Friel , Johnny Whitworth, Vernon Gant