|

Mercan kırmızısı için 10 yıl emek verdim

Yaşayan İnsan Hazinesi listesinde yer alan çini sanatçısı Mehmet Gürsoy, 1975 yılında Muhsin Demironat’tan ders alarak bu sanata başlamış. 16. yüzyıldan sonra tarihe gömülen ve reçetesi bilinmeyen renkleri gün yüzüne çıkaran sanatçı Gürsoy, “Sadece mercan kırmızısı için 10 yıl emek verdim” ifadelerini kullanıyor.

Merve Akbaş
04:00 - 6/01/2019 Pazar
Güncelleme: 11:54 - 5/01/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
FOTOĞRAFLAR: SEDAT ÖZKÖMEÇ
FOTOĞRAFLAR: SEDAT ÖZKÖMEÇ
UNESCO’nun Yaşayan İnsan Hazinesi listesinde yer alan çini sanatçısı Mehmet Gürsoy, bu sanata hayatını adayan isimlerden. Gürsoy, 1975’de Muhsin Demironat’tan ders alarak başladığı çini sanatına yıllarca emek verdi. 16. yüzyıldan sonra tarihe gömülen orijinal çini renklerini yeniden hayata döndüren Gürsoy, bugün yaşayan en önemli çini sanatçılarından biri olarak görülüyor. Gürsoy ile Albayrak Medya’nın ana sponsorluğunda Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği Geleceğin Ustaları Yarışması’nın jüri seçimleri için Kütahya’dan İstanbul’a geldiğinde görüşerek çini sanatı üzerine konuştuk...
Çini ile nasıl tanıştınız, bu yolculuk nasıl başladı?

1975 yılında Kütahya’da öğretmen olarak görev yapıyordum. Memleketim olan Denizli’ye gitmek üzere bilet almıştım. Daha sonra bir eczanenin camında bir ilâna rastladım. Türk Çini Sanatı geliştirme kursu ilânıydı. Onu gördüğüm an biletimi yırttım. Hemen gidip başvurumu yaptım.

Peki öncesinde çini ile ilgili bir merâkınız, araştırmanız var mıydı?

Görüyordum, ancak yapılanları beğenmiyordum. Çünkü ecdadın yaptığı çinilerle, Kütahya’da o günlerde yapılan çinilerin arasında mesafeler vardı. Bu nedenle benim merakım hâsıl oldu. Kursa gittim, yazıldım. Rahmetli Vehbi Koç, hocaların hocası Prof. Muhsin Demironat’ı Kütahya’ya gönderiyor, “Kütahya’ya gidip, bu sanatı öğretiniz” diyor.

Bunun altında bir neden var mı?

Tabii. O yıllarda Vehbi Bey’e Kütahya’dan bir çini armağanı geliyor. Ancak bakıp beğenmiyor. “Bunlar çini değil, bizim Sadberk Hanım Müzesi’ne gidin, gerçek çiniler orada” diyor. Bunun üzerine, bu sanatın yaşaması için Muhsin Demironat’ı Kütahya’da bir çini kursu vermesi için gönderiyor. Bunun yanında kursiyerlere, günde 10 lira da yevmiye veriyor. Teşvik olsun diye. O zaman benim de Muhsin Hoca’yla yollarım kesişti. Tabi bir gün Muhsin Hoca, bir gün Nezihe Hanım (Bilgütay Derler) ders verirdi. Benim için biçilmiş kaftandı.

Bu derslerde neler görüyordunuz?

Hatâi çiziyorduk derste. Çizip, çizip götürüyordum. Sürekli “olmamış evlat” diyordu. Birkaç defa daha götürdüm, hepsinde olmamış dedi. Bu defa “hocam siz çizer misiniz?” dedim. “Tabii evlat” dedi. Çizdi, verdi, “İşte böyle çizeceksin” dedi. Aradan bir vakit geçince yine gittim. Hocanın çizdiğini götürdüm bu kez. “Olmamış evlat” dedi. “Siz çizdiniz, hocam” dedim. “Evlat sen hoca değil misin? Öğrencinin iyi yetişmesini istemez misin? O zaman ben çizsem de olmamış, sen çizsen de olmamış, çiz evlat, çiz bu sanat çizgi sanatı” dedi. Aklım başıma geliverdi. Elimi tutup, “Bu bileğin kıymetini bil” dedi.

Sanatın alfabesini orada öğrendik. Yaprak nedir, lâlenin, karanfil kullanım nedenleri nedir? O zamanlar gençti, 25 yaşındaydım. Lâle’nin Allah’ı sembolize ettiğini bilmiyordum. Karanfil dervişlerin çiçeğidir. Kavuklarının kenarında veya ağzının kenarında karanfil takıyorlar. Gül ise Peygamber Efendimiz içindir. Bütün şarkılar da bunlar yapılmıştır.

Çini sanatını siz bir tarife oturtuyor musunuz?

Bu sanatın bir tarifi yok. Ansiklopedilerde, sözlüklerde sadece seramik türüdür gibi bir tabir kullanmışlar. Bana göre çini bir göz mûsikisidir. Bu mûsikinin notaları da lâleler, sümbüllerdir.

Siz renkler üzerine çalışıyorsunuz...

Ecdadımız çini sanatında mücevher renkleri kullanmış. Mercan kırmızı, zümrüt yeşili, Lapis Lazuli mavisi... Yüzük taşı gibi kondurmuş, göz akı beyazının üzerine. Çünkü gözümüz büyük anlamları taşır. Bazı orjin renkleri hayata geçirdik. Bu nedenle UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi Listesine aldı.

Özellikle 16. yüzyıldan sonra kaybolan bazı renkleri gün yüzüne çıkardığınız için UNESCO’nun Yaşayan İnsan Hazinesi Listesine’de girdiniz. Bu renklerin reçetelerini nasıl yeniden buldunuz?

Kütahya’daki çinici erbâbıbın kullandığı renkleri görüyorduk. Ama tarihteki eserlerdeki renklerle uzaktan yakından alâkası yoktu bunların. Soğuk maviler, cansız kırmızılar... Ben bu tarihi eserlerdeki renkleri yakalayabilmek için iyi bir kimyager oldum. Farklı karışımlardan elde edildiğini fark ettim. Sadece mercan kırmızısına 10 yıl emek verdim. Sonra zümrüt yeşilini aradım uzun zaman. Yapıyorum, yapıyorum olmuyor... O esnada Muhsin Hoca’nın bize yaptığı bir tembih aklıma geldi. “Tasarımda sıkıştığınızda İstanbul’un cami ve mezarlıkları size kâfi gelir” demişti. Ben de postu Topkapı Sarayı’na serdim. Baktım ecdad bir mektup bırakmış, okuyabilene. Duvarda sergileniyor. Mesele şu, eskiden çiniler odun fırınlarında pişirilirdi. Bir çini sanatçısı, fırını yaktıktan sonra uyuya kalakalmış. Bu esnada fırın geçmiş tabi. Börek nasıl yanarsa, çini de renk değiştirmiş. Bu esnada renk ayrışmış, Turkuaz ve Sarı olarak. “Buldum, buldum” dedim Arşimet gibi. Bu reçeteyi de gelip duvara yerleştirmiş. Belki 400 yıl sonra bir fakir bunu görür diye... Bu reçeteyi uygulayınca zümrüt hayata döndü. İkinci bir tarif da kattım çiniye. Çini, mücevher renklerini sır altına saklama sanatıdır.

Siz çini sanatına 1975’de başladınız. O günlerde nasıl bir durumdaydı bu sanat?

Çok primitif, renkler uçmuş, kompozisyonlar kopyalarla dejenere olmuş. Lale laleye benzemiyor, sümbül sümbüle. Tam olarak bu durumdaydı maalesef.

Bugün ise geleneksel sanatların yükselişte olduğunu söyleyebiliyoruz. Çini sanatında bu yol nasıl bugüne ulaştı?

Muhsin Demironat Hocanın eğitimleri çok önemli bir değişim sağladı. Hocalarımız İstanbul’daydı, biz Kütahya’da. Onlardan feyz aldıktan sonra sanatın karakteri birden değişti. İkinci bir etki de 1986 yılında, İbrahim Paşa Sarayı yani Türk İslam Eserleri Müzesi’nde İznik Çinileri sergisi açıldı. Prof. Dr. Nurhan Atasoy’u anmam gerekiyor. Onun hizmeti çoktur sanata. Bir İznik çinisi kitabı da yayınladılar. Dünyanın dört bir yanındaki en güzel İznik çinisi örneklerini bir araya getirmişlerdi. Heyecanla orada o eserleri inceledik ve ilham aldık. Turgut Özal sağolsun tabi, onun çabası çok değerli.

Özal’ın 80’lerde bu sanata etkisi çok büyük oluyor sanırım...

Turgut Özal sayesinde yeniden itibar görmeye başladı bu sanatlar. Çini sanatına sarayın desteği 16 . Yüzyılın sonunda kesiliyor. O tarihte İznik’teki atölyeler kapanmaya başlıyor.

Çok erken bir tarih değil mi?

O yıllarda Saray yüzünü Batı’ya, Batı sanatına dönüyor. Çiniye de talep azalıyor. Padişahların Avrupa kökenli eşlerinin de özendirmesi var tabi.

Siz 43 yıldır bu sanata gönül verdiniz. Bu noktada gösterdiğiniz çabanın temel motivasyonu neydi?

Bu sanatın tarihe gömülü kalmasını istemedik. Annem ve babam Hicaz’a gitmişlerdi aynı dönemlerde. Onlar dua ettiler benim için, Mevlam da kabul etti. Ondan sonra bütün renkler, tarihe gömülü olan komozisyonlar hayata geçti. Bugün pek çok büyük projelere imza atmak nasip oldu.

Ben de bir yarışma eseriyim

Albayrak Holding’in ana sponsorluğunda Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği Geleceğin Ustaları yarışmasının bu sene altıncı yılı. Siz de bu yarışmada jüri üyesiniz. Geleneksel sanatlarda yarışmaların önemi nedir?

İtibar görmeyen sanat göçmüştür, zâyi olmuştur. Sanatın itibar görmesi için bu tür yarışmaların yapılması ve yıldız adaylarının ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu yarışmalara ben yıldız belirleme yarışmaları diyorum. Bu anlamda Zeytinburnu Belediyesi’nin büyük rolü var. Sıradan bir ödülü de yok bunun. Bugün yarışma için gelen 35 eser arasından ödül verecek olduklarımızı seçerken bir hayli zorlandık. Hak yememek için... Bu 35 eseri yapan isimler, hangi emeklerle, hangi gözle yaptılar kim bilir? Ben de bir yarışma eseriyimdir. 1986 yılında 1. Milletlerarası Çini Kongresi yapıldı. Üç dalda da yarışma düzenlendi. Ben de bu yolda olduğum için birkaç eser hazırladım. 41 gün emek verdim, hiç unutmuyorum. Jüri ise altı yabancı altı yerli isimden oluşuyordu. Çiçek Derman, Uğur Derman, Nurhan Atasoy da bu isimlerdendi. Sağ olsunlar bana iki birincilik, bir ikincilik uygun gördüler. Bunun sonrası da var... 2009 yılında UNESCO’nun ödül töreni için İstanbul’a geldim. Uğur Bey, “Çiçek biz 1986 yılında çok doğru bir iş yapmışız. Mehmet bize yetişti. Aynı akşam, aynı ödülü alacağız” dedi. O akşam Uğur Derman’la beraber ödülümüzü aldık. Belki 1986 yılında ödül almamış olsaydım, bu sanatı bu kadar geliştiremeyebilirdim. Bu nedenle bu tür yarışmalar bu sanatların önünü açtığını mutlaka söylemeliyim.

Bu yola sizinle baş koyan isimler oldu mu?

Kütahya’da Hakkı Ermumcu vardır. Malesef şimdi gözlerinin rahatsızlığı söz konusu. Mehmet Koçer ve İsmail Yiğit arkadaşımız var. Doğrusu bir dördüncüyü aramakta zorlanırız. Ama işte bu yarışmalar sayesinde o yetenekli arkadaşlar geleceğin yıldızları olacak. Onların öğrencileri de yıldız olacak.

Cumhurbaşkanımız sanata itibarı yükseltiyor

Peki siz bugünkü durumu nasıl değerlendiriyorusunuz?

Öncelikle bunun altında Cumhurbaşkanımızın gelenekli sanatlara itibarı çok yüksek. Tabi bunun etksini görebiliyoruz. Beyefendi çiniyi çok seviyor. Benim de koleksiyonerim kendisi. Belediye başkanlığı döneminden bu koleksiyonerleri başlamıştı.

Siz elinizi kime verdiniz bu sanat için?

Bu sanatın aktarılması gerekiyor. Ben de oğluma elimi verdim. O da çocuklarına el vercek. Benim vasiyetim böyle. Bu sanatın tarihe gömülü kalmaması gerekiyor. Bu sanat bir ilim ve bilimdir. Sanatın üzerinde padişahın zevki var. Saraydaki ressamların, ediplerin, hepsinin de ötesinde ulemanın zevki var. Bir saray zevkidir, zevkler kompozisyonudur. Çini için göz nurunu döküyor ve ateşe veriyorsunuz. Ateşten ne çıkacağını ise bilemiyorsunuz. Mevlam ne nasip ederse... Yaradan adına yaparız biz bu sanatı. Onun yarattıklarını çizeriz. Yaratılıştaki, altın orandakini bulmayı arzu ederiz. Bu yoldadır yolculuğumuz. Kutsal bir yolculuktur. Her fırın günü bir düğündür, vuslattır bu nedenle. Buluşma günüdür sevgiliyle.

#Yaşayan İnsan Hazinesi
#Mehmet Gürsoy
#Çini sanatçısı
5 yıl önce