941 doğumlu olan ressam Nevhiz Tanyeli İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde “Varlığımın Garip Şarkısı” adında resim sanatının çok boyutluluğunu anlatan bir sergi açtı. Gündelik hayattan insanın içsel dünyasına doğru uzanan eserlere imza atan Nevhiz, aynı zamanda figüratif resmin sıra dışı ismi olarak kabul ediliyor. Bugüne kadar yurt içi ve yurt dışında 27 kişisel sergi, 115 karma sergiye imza atan, pek çok ödülün sahibi olan Nevhiz, akademisyen kimliğiyle de geleceğin sanatçılarını yetiştirdi. Neşet Günal, Cemal tollu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan resim dersi alan, 30 yaşında Paris’e eğitim almaya giden ve dönemin usta ressamlarıyla çalışma fırsat bulan Nevhiz’le 12 Nisan’a kadara açık kalacak olan sergisini gezdik ve sorularımızı yönelttik. Doğumdan ölüme doğru akan hayat ırmağını resmeden Nevhiz’in sanat camiasından pek çok ünlü ismi tablolarında dikkat çekiyor. Biz de öncelikle resmin edebiyatla daha sonra ise diğer sanat dallarıyla kurduğu bağın hikayesini merak ettik. Buyrun.
Sanat dolu bir evde doğdum ve büyüdüm. Felsefe öğretmeni olan babam keman çalardı, çeviri yapar ve yazardı. Ve de resim yapardı. Çok iyi Fransızca bilirdi ve Fransa’dan kitaplar getirtirdi. Bu kitapların bir kısmı ile resim ustalarını tanıyabildim. Onları sevdim. Çok küçük yaştan başlayarak resim yapmak geldi içimden. Aydın bir kadın olan resme yetenekli annem ve babam beni hep teşvik ettiler bu konuda. Genler ve içinde bulunduğum ortam olsa gerek tutkumun nedeni. Ailem ressamlığı meslek olarak seçtiğimde panikledi ve karşı çıktı ileride yeteri kadar para kazanamam diye… Ayrıca hâlâ da haklı çıkmış durumdalar! Nedir ki olan olmuştu ve ben çok kararlıydım.
Evet oldu. Eğitimcilik çok zamanımı alıyordu çünkü. Ama iki seçenek vardı; ya sanat ya da eğitimciliğin yanı sıra resim yapacaktım. Ya da ortalama beğeniye seslenen resimler yaparak geçimimi sağlamaya çalışacaktım. Birinci seçenek yine daha ehvendi. Gençlere rehberlik etmeye çalışırken resim üzerine düşüncelerimin daha bir netleştiğini de ifade etmeliyim.
Farklı dönemlerde yapıldı, o resimler. Yaşam ve ölüm iç içe, hep. Doğduğumuzda başlıyoruz, ölümü de içimizde taşımaya. Hele bugünlerde daha da haşir neşir bu ikisi. Tesadüfen canlı kalınıyor. Yaşamımız boyunca pek çok doğuma ve ölüme tanıklık etme durumundayız. Derimiz yeterince kalınlaşmamışsa, görmemeyi yeğlememişsek eğer ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz ve resimsel bir günce oluşmaya başlıyor. Ortalama bir farkındalığı olan herkes için geçerliliği olan bir duyarlılık gündemde oluyor.
- Resimlerinizin bazılarında sizi de görüyoruz. Bir ressam için kendini resimlemek nedir, nasıl bir duygunun iz düşümüdür diye sorsam neler söylersiniz?
- Pek çok ressam yapmış otoportresini. Aynalardan ve fotoğraflardan kendi yüzünüzü görebiliyorsunuz ancak. Başkalarının portrelerini yapmak kadar ilginç bence kendinizi betimlemek de. Birinci tekil şahıs olarak devreye giriyorsunuz olabildiğince. Görsel dille diyalog kurma çabasının sonucu belki de. Merak da var doğal olarak. Diğer yüzlere olduğu gibi kendi yüzümüze de duyduğunuz merak.
- Resimlerinizde yaşanmışlığın izlerini sürüyoruz. Dostlarınız da resimlerinizde hayat buluyor. Bir resmin gerçek yaşamla buluştuğu ve kopup sanata dönüştüğü o çizgi için -kendi resimlerinizden yola çıkarsak- ne söylersiniz?
- Dönüp yaşam boyu yaptığım resimlere baktığımda, Türkiye’de yaşamış bir ressamın görsel güncesini görüyor gibi oluyorum. Resmî olmayan, özgün bir günce… Bir tanıklık… “Hayır!” diyebilen ama karşı olduklarını değiştiremeyenin güncesi… Dostlar, tanıdıklar da yerini alıyor bu iz düşümlerinde.
Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mayakovski, Lorca, Sait Faik, Aşık Veysel ve pek çok şair, yazar yaşamımı, şiirimi sundular bana. Bedri Rahmi de bu şiirin farkında olan bir eğitimciydi. İyi ki hocam oldu.
Akademide öğrenciyken evlendiğim eşim de şiir yazardı ve dostlarının çoğu şairdi. Bu çevreyi içinden tanıma şansım oldu. Görsel bir günce diyorum ya, işte bu nedenle. Ayrıca emeğin bir Dostoyevski, bir Gorki, bir Faulkner, bir Çehov da Nevhiz’i Nevhiz yapanlardır. Yaşamın bir armağanı idi, evimize gelen ya da çeşitli ortamlarda birlikte olduğumuz İstanbul’da yaşayan şair, yazar ve tiyatrocularla birlikte olmak, onları tanıyabilmek.
Resim yaparken müzik dinlemeden edemem. Tam bir sinema tutkunuyumdur. Tüm bunlar, edebiyat, müzik, sinema beni besleyenler, beni ben yapan etmenler yaşamın kendisi gibi…
Evrensel bir dil, resim dili. Yaratıcı emeğin yaratıcı emeğe eklendiği bir zincir sanat tarihi. Sanatçıların eğilimleri ve seçimleri sonucunda oluşuyor üslupları ve resim dilleri.
- Paris Türk ressamları için önemli bir merkez. Siz de bir dönem Paris’e gidiyorsunuz. Paris’in Türk resmi üzerinde ve özelde de sizdeki etkisi için ne söylersiniz?
- Sanatçı kimliğim ve dünya görüşüm biçimlenmiş olarak gittim, otuz yaşımda Paris’e. Önceden evdeki ve Akademi’nin kütüphanesindeki kitaplarda gördüğüm ustaların resimlerinden el almıştım epey. Paris’e gidince Van Gogh, Otto Dix Soutine, Picasso, Goya, El Greco, Bacon, Monet gibi pek çok ressamın özgün resimlerini görme olanağım oldu sergi ve müzelerde. Tam bir şölendi bu benim için.
- Sizin tuvalinizde en çabuk biten ve kolay kolay bitmeyen renk hangileri diye sorsak ne cevap veririsiniz?
- Tuvallerimde renkler bitmez, kendi gereksinimlerine göre yaşamlarını sürdürüp dururlar. Özerktirler, bir anlamda…