|

ÖTEYE MEKTUPLAR / 15 Acılara ıslık çalan adama

“8 Haziran 1917 tarihinde çok yakınızda bir top mermisi patlar ve ağır yaralı olarak Milano’da bir hastaneye yatırılırsınız. Bu yaralanma hayatınıza yeni bir duygu ve yeni bir heyecan katar. Yaranızı saran hemşireye âşık olursunuz. Acılarınıza ıslık çalmaya ara verirsiniz ve savaşa aşkı eklersiniz. Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor; bir bakıma kahramanı kendiniz olan, aşkın ve savaşın en güzel, en gerçekçi romanları.”

04:00 - 15/10/2020 Perşembe
Güncelleme: 13:28 - 18/10/2020 Pazar
Yeni Şafak
Ernest Hemingway
Ernest Hemingway
ARİF AY

Sayın Ernest Hemingway,

“İşgal İstanbulu ve İki Dünya Savaşından Mektuplar” adlı kitabınızı okuyuşum üzerinden tam elli yıl geçmiş. Romanlarınızdan önce, bu kitabınızla tanımıştım sizi. Şimdi kitabınızı yeniden okurken, elli yıl önce şu satırların altını koyuca çizdiğimi gördüm:

“Sabah uyanıp da Haliç üzerine çökmüş sisten incecik ve tertemiz başlarını uzatan minareleri görüp bir Rus operasındaki aryayı hatırlatan müezzinin, dokunaklı sesiyle müminleri yalvarırcasına duaya çağırdığını duyduğunuzda Doğu’nun sihrine eriyorsunuz.”

Her ne kadar ezanı aryaya benzetmiş olsanız da bir ecnebi gazete muhabirinin kaleminden çıkmış bu betimleme çok hoşuma gitmişti. Sizin “sihir” olarak ifade ettiğiniz bu dinî iklim tüm Müslümanların günlük hayatının bir gerçeğidir. Bu günlük hayata hayranlığınızı Afrika’nın sıcağında oruç tutan rehberiniz üzerinden şu sözlerle dile getirirsiniz: “Bu, insana asalet veren, inanç sağlayan, pek gözde olan bir imandı, her yıl böyle bir zaman sıkıntı çekmek, Allah’a yakın olmaktı, insana yükseklik duygusu sağlıyor…” (Afrika’nın Yeşil Tepeleri, s.43)

23 yaşında genç bir gazete muhabiri olarak 24 Ekim 1922’de The Toronto Dail Star gazetesinde yayımladığınız yazınızda da şu ilginç tespiti yapmışsınız: “Daha birkaç ay öncesine kadar İslâm dünyasında Mustafa Kemal’e yeni bir Selâhattin Eyyubi gözüyle bakılıyordu. İslâmiyeti, Hristiyanlığa karşı savaşa yöneltecek, bütün Doğu ülkelerinde bir kutsal savaşın öncülüğünü yapacaktı. Ama şimdi Doğu dünyası ona karşı güvenini gitgide yitirmeye başladı. Konuştuğum Müslümanlar bana; ‘Mustafa Kemal bize ihanet etti’ dediler.” (İşgal İstanbulu ve İki Dünya Savaşından Mektuplar, Milliyet Yayınları Genel Kültür Dizisi, s.25, İstanbul, 1970)

Bu tespit İslâm dünyasının bir yanılgısıydı. “Doğu’da oynanan oyun Osmanlı İmparatorluğu etrafında dönüyor.” (Sonsuza Dek Hemingway, s.185) sözünüzden oyunun farkında olduğunuz anlaşılıyordu.

Sayın Hemingway,

Bir başka ilginç görüşünüzü de burada dile getirmek istiyorum. Geçen gün Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüklerinin derlendiği “Tanpınar’la Başbaşa”yı okurken şöyle bir cümleye rastladım: “İsmet Paşa bir seviyedir.” Siz, bu “seviyeyi” öyle güzel betimlemişsiniz ki hayran kalmamak elde değil: “İsmet Paşa kısa boylu, kara kuru bir adam. Hiçbir çekiciliği yok. Bir insan ne kadar ufak tefek ve silik olabilirse, o da öyle. (…) Kendisiyle yaptığım mülâkatta çok iyi anlaştık. Çünkü ikimiz de çok kötü Fransızca konuşuyorduk. Türkiye’de kültürlü bir Türk için büyük eksiklik sayılan kötü Fransızcasını, İsmet Paşa da sağır taklidi yaparak örtmeye çalışıyordu.”

O, sadece Fransızcasının kötü oluşunu örtmek için sağır taklidi yapmadı; tüm siyaset hayatında sağır taklidi yaptı. İşine geleni duydu, işine gelmeyeni duymadı.

ROMAN KAHRAMANI OLURSUNUZ

Sayın Hemingway,

Her insanın “acıyı bal eyleme” yöntemi farklıdır kuşkusuz. Siz acıya karşı ıslık çalıyorsunuz ya, Rilke de oturup bütün gece yazı yazarmış. “Bütün gece oturup yazı yazdım; Ulsgaard kırlarında uzun bir yol yürümüşüm gibi yorgunum şimdi.” der. (Rilke, Malte Laurids Brigge’nin Notları, s.15)

8 Haziran 1917 tarihinde çok yakınızda bir top mermisi patlar ve ağır yaralı olarak Milano’da bir hastaneye yatırılırsınız. Bu yaralanma hayatınıza yeni bir duygu ve yeni bir heyecan katar. Yaranızı saran hemşireye âşık olursunuz. Acılarınıza ıslık çalmaya ara verirsiniz ve savaşa aşkı eklersiniz. Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor; bir bakıma kahramanı kendiniz olan, aşkın ve savaşın en güzel, en gerçekçi romanları. Fransız yazar Malraux sizin için: “Hemingway, kendinden yaşlı bir kadına âşık delikanlıdan, kendinden genç bir kadına âşık erkeğe doğru gidip -kim bilir ne kadar çok iktidarsızlık ve intiharlardan geçerek- bir genç kıza âşık altmışlık albayla biten eğri boyunca, hep alınyazısını önceden haber verip durmuştur.” der. (Karşı Anılar, s.17)

Malraux’nun sözünü ettiği ‘alınyazısı’na Stefan Zweig de değinir. Sizin bire bir içinde bulunduğunuz Birinci Dünya Savaşı’na dair yazdığı yazıların birinde: “Artık Avrupa’da insanını cepheye yollamamış, bu mücadelenin içine atmamış tek bir işyeri, tek bir çiftlik, tek bir orman köyü yok. İnsanların gitmesiyle oralar boşalıyor, tenhalaşıyor ve soğuyor, herkes duyguların ipliği ile birbirine bağlanıyor. Her alınyazısının içinden bir başka alınyazısı çıkıyor, o dalgalar köpürüyor… Bu dünyayı terk edenler ölümleriyle bir boşluğa düşmüyor, giderken bir şeyleri de koparıp beraberinde götürüyor.” (Buluşmalar, s.112)

Ölümle burun buruna geldiğiniz bu patlama olayını bir arkadaşınıza yazdığınız mektupta şöyle dile getirirsiniz: “Bazen savaşta ön saflarda büyük bir gürültü duyarsın, ben de aynı gürültüyü duydum; ardından ruhumun sanki bir mendilin cepten çekilişi gibi benden çekildiğini hissettim. Son olarak ise ruhumun bir bütün hâlinde tekrar bedenime döndüğünü fark ettim ve de o andan itibaren benim için ölüm yoktu.” Bunu şairimiz Erdem Bayazıt ne güzel dile getirir:

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm


MACERACI VE TUTKULU BİR YAZAR

Sayın Hemingway,

Savaşın bir yıkım olduğunu ve insanlara acılar yaşattığını söyleseniz de “Saydam muhafazalar içinde roketler, yağmurluk giymiş kolejli kızları hatırlatıyordu insana.” diyerek yine acıyı bir başka türlü bala çeviriyordunuz ve savaşın bir “insanlık hâli” olduğuna vurgu yapmayı da ihmal etmiyordunuz. Çünkü savaş, yazarlığınıza çok şey katmıştır. Siz bunu, Afrika’nın Yeşil Tepeleri adlı romanınızda Tolstoy üzerinden şöyle dile getirirsiniz: “Derenin kumlu yatağı boyunca tırmanarak geri dönmek için hava çok sıcaktı, ben de sırtımı ağacın gövdesine dayayıp Tolstoy’un Sivastopol’unu okudum. Taptaze bir kitaptı, içinde pek güzel bir dövüş sahnesi vardı, Fransız yiğitliğinden dem vuruluyordu, derken Tolstoy’u düşündüm, harp tecrübesinin yazara ne büyük faydalar sağladığını düşündüm. En büyük ve yazılması en güç konulardandı harp, harp görmeyen yazarlar da kıskançlıktan harbi önemsiz göstermeğe yeltenirler yahut gerçeğe aykırı, hatta marazî bir konu hâline sokarlar, hâlbuki aslında bir daha yerine koyamayacakları bir şey kaçırmışlardır.”

Çünkü size göre: “Hayat hakkında yazabilmek için önce onu yaşamak gerekir.” Dolayısıyla siz, dünyanın en tutkulu ve maceracı yazarlarından birisiniz. Avcılıktan boksa, balıkçılıktan boğa güreşine, dağcılıktan horoz dövüşüne öyle çok tutkularınız var ki… “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”daki şu ifadeler savaşın ortasında bile yaşama bağlılığınızı yansıtır: “Ölmek hiçbir şeydi, El Sordo’nun ölümle ilgili bir korkusu yoktu, ne de ölümle ilgili bir görüntü vardı kafasında. Ama yaşamak, bir tepenin yamacında rüzgârla salınan bir buğday tarlasıydı. Yaşamak, gökyüzünde dolanan atmacaydı. Tahılın savrulduğu, samanların uçuştuğu harman yerinde, tozlar içinde duran toprak testideki suydu yaşamak. Bacaklarının arasındaki bir attı yaşamak; bir bacağın altındaki kara binaydı, bir tepeydi, bir koyaktı, dereydi kenarında, vadinin uzak kıyısında, tepelerin ötesindeki ağaçların uzandığı.”

William Faulkner, Yaşlı Adam Ve Deniz’i okuyunca: “Hemingway Tanrı’ya ulaştı.” demiştir. Bu, Tanrı’ya ulaşmada Dante’nin rolü büyüktür. 17 Eylül 1949 tarihinde Dos Passos’a yazdığınız mektupta: “İtalya seyahatinden beri Dante’nin hayatını inceliyorum. Epey alçak biriymiş ama güzel yazmış. Bu bize ders olsun.” dersiniz. William Faulkner, Yaşlı Adam Ve Deniz’i çok beğenir ve şunları der: “Hemingway’ın en iyi romanı. Bizimkiler –bizimkiler derken çağdaşımız olan yazarları kastediyorum- içinde de en iyisi olabilir, bunu zaman gösterecek. Bugüne dek Hemingway’in karakterleri kendi kendilerini yaratıyor, kendi hamurlarından kendilerini şekillendirip güçlüklerle nasıl baş edebildiklerini kanıtlarcasına, zaferlerini de yenilgilerini de kendi elleriyle hazırlıyorlardı.”

Bu kitaptaki anlatımınızı sembolik bulanlara da bayağı bozuk çalarsınız: “Kitapta sembolizme ilişkin hiçbir şey yok. Deniz bildiğimiz deniz, yaşlı adam da yaşlı adam. Kitaptaki köpekbalıkları, denizdekilerden daha iyi veya daha kötü değiller. İnsanların kitapta buldukları sembolizm örnekleriyse zırvadan ibaret.”

SUSMAYI ÖĞRENMEK İÇİN BİR ÖMÜR

Küba’da kedilerinizle, dövüş horozlarınızla, sık sık denize açıldığınız teknenizle yaşayıp giderken “Konuşmayı öğrenmek iki yıl, susmayı öğrenmek altmış yıl sürüyor.” diyerek kendinizi ve kaleminizi susturursunuz elinizden düşmeyen sevgili silahınızla. “Hemingway kendini vurdu. Eve kestirmeden giden adamı sevmem ben.” diyen William Faulkner’a hak vermemek elde mi? Gerçi, dört kez evlenip, üç kez boşansanız da “Kalabalığın arasında olsam bile, her zaman yalnızdım.” sözünüz de üzerinde düşünülesi bir söz. Bu yalnızlıkta, modern toplumu saçma ve manasız bulmanızın payı büyük olsa gerek.

Sayın Hemingway,

Ülkemizde çok okunan bir yazarsınız. Kitaplarınız baskı üzerine baskı yapıyor. Yaşlı Adam ve Deniz’in kapağında 160. basım yazıyor. Sadece çok okunan bir yazar değil, bazı şair ve yazarlara ilham veren bir yazarsınız. Bu şairlerden biri de Alaeddin Özdenören: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor’a gelince: İspanya iç savaşının arka derinliklerini anlatan bu roman beni çok etkilemişti. İlk kez inandırıcı bir roman okuyordum. Bu romandaki şiir içime yayılıyordu. Tam anlamıyla kavrayamadığım ama değeri çok büyük şeyler anlatıyordu. Sanki bir rüya denizinde yüzüyordum. Bu roman benim şiirimin ‘ilmihâli olmuştur diyebilirim.” (Açılı / Yorum, s.144)

Romanınızın başına aldığınız John Donne’nın şiiriyle bitirmek istiyorum mektubumu:

Hiç kimse bir ada, / kendi başına bir bütün değildir; / her insan Kıt’anın bir parçası, / bütün’ün bir bölüğüdür; Deniz / senin ya da dostlarından birinin evini, / dağlık bir burnu, bir balçık toprağını alıp / götürse Avrupa o denli küçülür; / herhangi bir kimsenin ölümü de / beni eksiltir, çünkü ben insanlık’la / ilgiliyim; öyleyse adam gönderip, çanlar kimin için / çalıyor, diye sordurma; onlar senin için çalıyor.

Çanların kimin için çaldığının çok da önemi yok; fakat ıslık çalmanın tam zamanı.

#Yeditepe Yayınları
#Hammer
#Ernest Hemingway
4 yıl önce