|

Out of Africa'nın mirası hiç iyi değil

Kongo'nun eski adı Zaire. Başkenti de Kinshasa. Muhammed Ali'nin, dünya boks tarihinin en büyük maçında George Foreman'ı nakavt ettiği şehir. Sonra da Kamerun'un başkenti Yanube. İşte, Cumhurbaşkanı Gül'ün ziyareti sırasında 'siyasi' ve 'ekonomik' kısımları basında yazılıp çizilen gezinin Pazar Gazetesi'ne yetiştirebildiğim 'satır araları.'

Yusuf Ziya Cömert
00:00 - 21/03/2010 Pazar
Güncelleme: 21:45 - 20/03/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Out of Africa'nın mirası hiç iyi değil
Out of Africa'nın mirası hiç iyi değil

Benim ilk Afrikam, Cibuti ve Somali'dir. Hayatımın en büyük derslerinden birini almıştım. Çevik Bir BM birliğinin komutanı olarak gönderilmeden bir yıl kadar önce, zannediyorum 1991'de, kamyonet kasalarına yığılı çocuk ölülerini gördüğümde, retorik'le hakikat arasındaki farkı, aklıma, ruhuma, kalbime şiddetli darbeler alarak öğrenmiştim. Detaylarına girip moral bozmak istemiyorum. Ama, 'Out of Afrika'dan çok farklı bir şeydi, benim gördüğüm Afrika.

Bu kez, Cumhurbaşkanı Gül'ün uçağındayız. Airbus'ın neredeyse bütün koltukları dolu. Afrika'nın kalbine, Kongo ve Kamerun'a gidiyoruz. Bu taraflara hiç gelmemiştim.

Köşkten gelen sağlık uyarıları haklıymış

Gitmeden önce; tetanoz, sarı humma, difteri gibi aşıları oluyoruz. Cumhurbaşkanlığı'ndan, sağlıkla ve temizlikle ilgili sayısız öneriler, uyarılar geliyor.

Havaalanından dışarı adımımızı atar atmaz, haksız değillermiş, az bile uyarmışlar diyoruz. Havaalanından Kinshaşa kent merkezine kadar yaklaşık 40 kilometrelik yol boyunca kesintisiz bir perişanlık. Yolun iki yanında, biteviye giden reklam tabelaları ormanında, 54 yıllık ortalama ömürlerini tüketmekten başka işleri yokmuş gibi sağa sola gidip gelen, bakınan sayısız insan.

Bu perişanlığın hem ülkenin sinemaya Out of Afrika gibi filmlerle yansıyan sömürge geçmişinden, hem de o geçmişin mirası olan iç isyanlardan, iç savaşlardan kaynaklandığını düşünebiliriz.

Yemyeşil bir ülke. Uçsuz bucaksız ormanlar. Yerin altındaki zenginlikler, yerin üstündeki insanlara rahat rahat yetebilir. Ama yok. Türkiye'nin yaklaşık üç katı büyüklükteki Kongo'nun yer altı ve yer üstü zenginliklerinin, ülke ahalisine faydası öyle görünüyor ki çok az.


Varlık içinde yokluklar ülkesi

Dünyanın en zengin Elmas ve değerli taş madenleri burada. Kobalt, bakır, kadmiyum, altın, gümüş, kalay, germanyum, çinko, demir, manganez, uranyum, radyum, hepsi var. Onların topraklarında ama fazla işlerine yaramıyor.

'Burada mücevherat ucuzdur' diyorum, kuyumcu tezgahındaki kadına. Hayır diyor kadın, madenler burada, ama dışarıda işlenip tekrar buraya geliyor. Bu yüzden ucuz değil.

Elmas için ne kadar geçerliyse kadının anlattıkları, başka madenler için de o kadar geçerli.

Bir Türk işadamı, Kongo'ya MR ve tomografi cihazları getireceğini söylüyor dönüş yolunda. Burada hiç yokmuş. İhtiyacı olan, başka ülkelere gitmek zorundaymış.


Ali'nin Foreman'ı yere serdiği muhteşem maç

Kongo'nun eski adı Zaire. Yaşı müsait olanlar bilir, boks tarihinin en büyük maçı, 1974 Ekim'inde burada, başkent Kinshasa'da yapılmıştı. Muhammed Ali, herkesin George Foreman'ı favori olarak gördüğü, sadece Ali'nin kaçıncı raunda devrileceğini merak ettiği o muhteşem maçta, harika bir taktikle 7 raund boyunca iplere yaslanarak savunma yapmış, sonunda iki yumrukla rakibini ringe uzatmıştı.

Kongo'nun adını (Tabii ki Zaire olarak) zirveye çıkaran olay, herhalde bu maçtır.

Ben, acaba bu şehrin neresinde oynanmıştır o maç diye düşünüyorum. Öyle bir yer göremiyorum.

Dünyanın en büyük ırmaklarından birinin, Kongo nehrinin kıyısında kurulmuş, 6-7 milyonluk darmadağınık bir şehir.

Cumhurbaşkanı Gül'ün de kaldığı Grand Otel'in balkonundan günbatımı muhteşem.

Kinshasa'da bir Türk okulu, bir de Türk lokantası (Otoman) var.

Burada bulabileceğimiz en güvenilir öğle yemeğini yedikten sonra, Fatih Çekirge'nin keşfettiği kafede çay-kahve molası veriyoruz. Mustafa Ünal, Sezai Karakoç'tan, İsmail Kapan Fuzuli'den, Fatih Çekirge İsmet Özel'den mısralar okuyor. Ben ve İsmail Küçükkaya da yer yer katılıyoruz şiirlere. Sonra da Şafak Okulu'na gidiyoruz. Buradaki okulu Adana esnafı destekliyormuş. Yeni bina için çalışıyorlar. Hedef, yakında 1000 öğrenci.

Okulda, dünya güzeli çocuklar. Türkçe ve yerli dilde şarkılar, marşlar söylüyor. Ece Temelkuran, İstiklal Marşı öncesindeki 'hazırol-rahat'lı seremoniye takılıyor. Akşam, Cumhurbaşkanı Gül'e de soruyor, bunu nasıl değerlendirdiğini. Cumhurbaşkanı konuyla ciddiyetle ilgileniyor.

Sonra, Başkan Mobutu Sese Seku'nun sarayında akşam yemeği yiyoruz. En büyük ilgiyi meyveler çekiyor. Mustafa Karaalioğlu dışı siyah kabuklu, içi sarımsak gibi beyaz dilimli bir meyve gösteriyor. Harika bir şey. Bir iki dilim tattıktan sonra devamını arıyoruz ama bitmiş.

Kongo böyle bir yer işte. Yarın Kamerun'a gideceğiz. Biraz daha bilinen, biraz daha müreffeh bir ülkeye.


İşte Paşam Kamerun

Bu bir tür espri. Kongo için de, Kamerun için de, gazeteciler arasında birkaç kez telaffuz edildi. Herhalde, havaalanlarındaki tören kıtaları da çağrışım yapmıştır.

Kamerun'un başkenti Yaunde'yi havadan gördüğümüzde, iki ülke arasındaki farkı da görüyoruz. Kongo'da kişi başına yıllık gelir 200 dolar civarında. Burada ise 2 bin doları geçiyor. Bu 10 misli fark anlamına geliyor. Önce, yukarıdan gördüğümüz evler, yollar daha düzgün.

Binlerce kişi var havaalanı çevresinde. Danslar ve şarkılarla karşılıyorlar Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'nı. Bunların, ağırlıklı olarak, iktidar partisinin taraftarları olduğunu öğreniyoruz sonradan. Ama sadece onlar değil. Giyimleri onlardan farklı olan sayısız Kamerunlu da ilgiyle izliyor konvoyun geçişini.


Kinshasa'da göremediğimiz şeyler

Yaunde'nin güzel de bir meydanı var. Programın bizim katılacağımız bölümü başlamadan önce alelacele bir şehir turu atıyoruz. Şehre nazır bir kilisenin önünde mola veriyoruz. Burada briketlerin arasından çıkan bir grup kertenkele Amberin Zaman'ı heyecanlandırıyor ama gerilim çabuk bitiyor. Amberin Zaman, gruptaki herkesten daha iyi Fransızca konuşuyor. Alışverişte, 'dil' ile yapılacak işlerde ona tabi oluyoruz.

Kinshasa'da görmediğimiz bir çok şeyi burada görüyoruz. Birkaç tane güzel cami mesela. Ve alışveriş yapmak için durduğumuz bir turistik eşya satış mahallinde saf tutmuş namaz kalan 50 kadar Kamerunlu.

Şehir içinde, dükkanın önüne yan gelip yatmış entarili adamdan bir kucak misvak alıyorum. Adı Süleymanu. Afrikalılar, isimlerin sonunu harekeyle bitiriyorlar. Okan Müderrisoğlu, 'kışlık odun ihtiyacını halletmişsin' diye takılıyor. Arabadaki herkese bir misvak veriyorum. Nasıl kullanıldığını da, bilmeyenlere, aklımın erdiği kadarıyla anlatıyorum.

Sonra yine Türk okulu. Burada üç tane Türk okulu olduğunu söylüyor arkadaşlar. Frankfurt'ta, Mexico City'de, Astana'da, daha bir çok yerde tanık olduğumuz bu önemli hizmeti Yaunde'de de görüyoruz. Her şey çok güzel.

Akşam, sarayda yemek var. Bizleri, Kamerunlu davetlilerin arasına ikişer üçer dağıtmışlar. Adem Yavuz Arslan'la ikimizin oturduğumuz masada Suudi Arabistan Büyükelçisi de var. Yemeklerin domuz eti bakımından güvenilirliğini -masadakileri rahatsız etmemek için Arapça olarak- ona soruyorum. “Merak etme, güvenilirdir” diyor. “Buralarda, mezbaha işlerine Müslümanlar bakıyor.”

Yaklaşık 20 milyonluk Kamerun'un bazılarına göre yüzde 20'si, bazılarına göre yüzde 40'ı Müslüman. Benim tahminim ikisinin ortası.


Yemekte, özellikle yerli kıyafetler muhteşem. İzin alarak birkaç çiftin resmini çekiyorum.
Yardım ediyorum o halde varım

Dönüş yolunda herkes, bu gezinin farklı ve güzel bir gezi olduğunda hemfikir. Başka bir çok detay, gezi sırasında Yeni Şafak sayfalarında yayımlandığı için tekrara gerek duymuyorum ama Cumhurbaşkanı Gül'ün, Yeryüzü Doktorları ve Aziz Mahmut Hüdai vakfı ile ilgili anlattıkları, tekrar altı çizilmesi gereken önemli şeyler.

Türkiye'den birilerinin, oralara kadar gidip, Afrika'nın insanlarına temiz su bulması, bizim doktorlarımızın, oradaki yoksulları tedavi etmesi, katarakt ameliyatları yaparak binlerce kişiyi körlükten kurtarması çok güzel.

Decart'ın “Düşünüyorum o halde varım” sözü önemli olabilir. Ama bence, “Yardım ediyorum, o halde varım” sözü de çok önemli. Türkiye, son yıllarda eskisinden daha çok varsa, yardım etmeyi daha çok öğrendiği için var.

Son olarak, gözlükleri kazaya uğramasına rağmen, olağanüstü enerjisiyle hepimize destek olan Adem Yavuz Arslan'a, bütün arkadaşlar adına bir kez daha teşekkür etmem gerekiyor.


14 yıl önce