|

Sabra ve Şatilla'nın evleri semaya uzanıyor

Beyrut'un batısında yer alan, Filistinli mültecilerin yaşadığı, onlarca katliama şahitlik etmiş Sabra ve Şatilla kampı, temiz suya ve gökyüzüne, sokaklarında çöp kokularının olmadığı günlere hasret… Yetim çocukları ise adalete…

Merve Sena Kılıç
00:00 - 24/03/2013 Pazar
Güncelleme: 16:30 - 23/03/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
Sabra ve Şatilla'nın evleri semaya uzanıyor
Sabra ve Şatilla'nın evleri semaya uzanıyor

İnsanların ruhundan yapılmıştır o… Binalarından hala mermi kokusunun geldiği, musluklarından tuzlu suyun aktığı, karmaşanın anlam bulduğu daracık sokaklarda Filistinli mültecilerin yaşadığı, iki farklı yüzüyle binbir kapıya açılan Lübnan ve kalbi Beyrut… 'Beyrut'ta yapılan herşey yalnızca Beyrut'a özgüdür. Beyrutça'dır. Bir şehir düşünün ki, her aklına estiğinde İsrail uçaklarınca bombalansın, yıllardır kıran kırana geçen bir savaşta her binası, her yerleşim yeri silah ve top mermileriyle delik deşik olsun, ama yine de Beyrut kadar güzel kalsın. Güzelliği ancak yine kendisiyle betimlenebilsin' derken yazar Mehmet Tepebaşı, 'Bu kent arkandan gelecektir' diyen ünlü şair Kavafis gibi Beyrut'u çok iyi tanımlıyor aslında... Bu şehir yıllarca İsrail'in bombalarına ve ülkenin iç savaşına şahitlik etmiş Filistinli mülteci kampı Sabra ve Şatilla'sıyla da Beyrut'un diğer yüzünü gözler önüne seriyor. Onlarca katliamın yapıldığı, binlerce Filistinli mülteci çocuğun yetim kaldığı, şu anda 25 bin kişinin yaşadığı bir kilometrekarelik alan üzerine kurulu Sabra ve Şatilla kamplarına elektrik doğru düzgün verilemiyor. Musluklardan 48 saatte bir yarım saat, yarısından fazlası tuzlu su akıyor. Tek kata göre yapılan evlerin üstüne 9 kat daha inşaa ediliyor.

Lübnan dini köken konusunda Ortadoğu'nun en karışık ülkelerinden biri. Nüfusun yüzde 28'i Şii, yüzde 28'i Sünni, yüzde 22'si Katolik Maruni. Geri kalan nüfus ise Rumlar, Dürzüler, Ermeniler ve Yahudiler'den oluşuyor. Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı ise Şii.

ULAŞIMDA MOTOSİKLETLER REVAÇTA

'Araplar beni bilirler, ben de Arapları' sözleri ile tanınan ve Müslüman Filistin halkı için 'Ezilmesi gereken bir böcek' gibi küstah ifadeler kullanan Ariel Şaron'un eseri Sabra ve Şatilla.Kamp denince yanlış anlaşılmasın, Sabra ve Şatilla diğer Filistin mülteci kampları gibi birer gecekondu mahallesi. Beyrut'un kıyısında, yoksul, birbirine bitişik iki mahalle düşünün; derme çatma evler, daracık sokaklar, küçük ve yoksul bir çarşı, yukarıdan geçen elektrik tellerine atılan kancalarla sağlanan elektrik… Su kısıtlı, kanalizasyon yok. 48 saatte bir yarım saat evlere su veriliyor. Bu suyun yarısından fazlası tuz. Bu suyla hem yemek yapıyorlar, hem içme suyu olarak kullanıyorlar, hem de yıkanıyorlar. Burası Filistinli mültecilerin dramına hayretler içinde şahitlik ettiğiniz bir yer… İnsanlığa meydan okuyan bakışlarla ölümden korkmadıklarını belli eden çocukların mağruriyeti, öbek öbek çöp yığınlarının içindeyken yanımızdan geçen süslü Filistinli mülteci kızın parfüm kokusuyla mağduriyeti anladığınız hasiphane…

'Kampın içinde asılmış temiz çamaşırlar vardı. Gökyüzü maviydi ve güçlü bir rüzgâr esiyordu. Birkaç adım yürüdüm, sokaklara yayılmış cesetlerden sonra başka cesetler de gördüm.' Bu sözler 1982 Eylül'ünde, ağırlıklı olarak kadın ve çocuklar olmak üzere 800 kişinin katledildiği kampa giren Japon gazeteci Kyuichi Hirokava'ya ait... En çok dikkatini çeken ise beyaz çamaşır detayı. Yani hayatın doğal akışı içerisinde bu katliamların yapılmış olması… Yılladır olduğu gibi bugün Sabra ve Şatilla hala sefil. Ortadoğu'nun Paris'i Beyrut diyenlere 'Sabra ve Şatilla'ya bak, buranın Ortadoğu'nun Kabil'i olduğuna inanırsın' dedirten yer. Bazı sokaklarda fotoğraf çekmek yasak. Aslında insanlar koşullarını o kadar benimsemiş ki size 'öteki' olduğunuzu kabullenmek düşüyor. Özel hayata saygı için fotoğraf çekmenin yasak olduğunu düşünürken, onlar bunun ne kadar gereksiz bir şey olduğunu düşündükleri için yasaklamışlar havasını seziyorsunuz. İnsanlar o daracık sokaklarda motosiklet kullanabilecek kadar kabiliyetli. Sürekli arkanızdan gelen korna sesiyle irkiliyorsunuz. Sadra ve Şatilla Hizbullah Mahallesi'nin tam ortasında. Hizbullah'ın denetimde olan bu bölgede Şii-Sünni çatışması da hala sürüyor. Bazı mahallelere Sünnilerin girmesi sakıncalı. Sabra'da halk pazarı var. Hali bit pazarından beter. Bir yanda üzerlerinde tüyü kalmamış tavuklar satılıyor, diğer yanda İbrahim Tatlıses şarkılarının yükseldiği korsan CD tezgâhı. Bir de çöp yığınlarının size her daim eşlik etmesi… İşin en garibi de siz akvaryum izler gibi bakışlarınızı bir o yana bir bu yana gezdirirken kimsenin bu trajik hale aldırış etmeyişi.

YAPAY GELİŞMİŞLİK HÂKİM

Beyrut'un şehir merkezi dünyaca ünlü kafelerin olduğu, hareketli bir yer. Oldukça lüks ve pahalı bir yaşam var. İç savaşta yerle bir olan bu bölge, bir Amerikan firması tarafından aslına uygun olarak yaptırılmış. Her yerde Vietnam'lı bakıcılar var. Şehre hâkim olan, 'lükslük' unvanı, sanıldığının aksine bende modernleşme sorgulamasına yol açtı. Yani yabancı sermayenin savaş alanına dönüşen Beyrut'ta yapay bir 'gelişmişlik' var. Beyrut'tan çıkıp 10 km uzaklaştığınızda Bekaa bölgesine giden otoyollarda Hizbullah'ın koruduğu bölgeler, fakirlik ve Arap etkisi sezilirken buradaki yaşam, çöldeki vahayı andırıyor.

Hz. Meryem kutsuyor

Harissa Tepesi bence Beyrut'a gidildiğinde ille de görülmesi gereken yerler arasında. Beyrut'u deniz seviyesinden 600 metre yukarıdan görme ve fotoğraflama imkânı sunuyor. Tepeye kapsülü andıran eski teleferikler ile çıkılıyor. Tepeye vardığınızda ise sizi ellerini gökyüzüne doğru açmış Meryem Ana Heykeli karşılıyor. Hz.Meryem'in kollarını açarak şehri kutsaması, buranın daha çok Hristiyan etkisi ve koruması altında olduğunu gösteren bir işaret. Meryem heykelinin hemen yanında büyük Maruni Kilisesi var. Harissa Dağı'na baktığınızda bu kilisenin büyük haç'ı görülüyor. Harissa Dağı'na yakın bir yerde Paleolitik Çağdan itibaren var olduğu söylenen, bir yer altı nehrinin oluşturduğu iki katlı Jeitta Mağarası var. Mağaranın alt katında küçük teknelerle, üst katta ise yürüyerek dolaşılıyor. İçeride nem yoğun olduğu için belli bir yerden sonra nefes almanız zorlaşıyor. Mağarada yukarıdan bakınca alt kısmı gözükmeyen uçurumlar insanın başını döndürüyor. Maalesef fotoğraf çekmek yasak. Gizlice çekerseniz de her yerde bulunan güvenlik görevlileri fotoğrafı sildiriyor.

Ermeni mutfağını tadın

Ece Temelkuran'ın Muz Sesleri romanında anlattığı Eşrefiyye Mahallesi'nde Ermeniler ve Hristiyanlar yoğunlukta yaşıyor. Burası Beyrut'un doğusunda yer alıyor. Sanat galerilerinin, antikacıların gezilebileceği, Ermeni mutfağının tadılabileceği nezih bir bölge. 19. yüzyıldan kalan malikâneler dikkat çekiyor. Badguer isimli restoranı tavsiye ederim. Fransızca tasvir anlamına geliyor. 'The Pink Building' olarak da geçiyor. Sahibi Arpi Mangassarian'ın ailesi Ermeni tehciri zamanında Türkiye'den buraya göçmüş. Bütün yemekler çok lezizdi ama içli köftenin üstüne vişne reçeli ve labne peyniri konulmuş olanını tatmanızı tavsiye ederim.

Yetim çocuklar emin ellerde

Beyrut'un biraz daha güneyinde yer alan Burj El Barajna mülteci kampı Sabra ve Şatilla'ya nazaran daha sessiz ve sakin. Burası da 1948 yılında İsrail'den kaçıp Lübnan'a yerleşen Filistinli mülteciler için yapılmış. 24 bin Filistinli mülteci bir kilometrekarelik alanda yaşıyor. Evlerdeki kolonlar tek kat için yapılmış olsa da enine genişleme yapılamadığı için, o tek katların üstüne yeni daireler inşaa ediliyor. Semaya yükselen evler, anlık bir sarsıntıda ölüme gebe… Kaldı ki burada uzun zaman yaşayan mülteciler zamanla durumları değişince şehrin merkezine gitmişler ama burada kaldıkları evlerin de sahibi olmuşlar. Dolayısıyla yeni gelen, Suriyeli mülteciler mesela, aylık 200 dolar kira veriyor. Filistinli mülteciler Lübnan'da 72 meslek kolunda, doktorluk, mühendislik vs, ne okuyabiliyor ne de çalışabiliyor. Çoğu taksicilik yapıyor. Bir Filistinli bir Lübnanlıyla evlense dahi asla Lübnan vatandaşı olamıyor. Kendilerinde olan Filistin kimlik kartı ise ne hastanelerde, ne okullarda ne de üniversitelerde işe yarıyor. Zaten Filistinli mülteci çocukların gittiği okullar da başka. Üniversitelerde de burs almaları ise neredeyse imkânsız. Bu sebepten mültecilerle ve yetim çocuklarla ilgili İnsani Yardım Vakfı (IHH) ve yerel partner grubu Gaws'ın yaptığı çalışmalar inanılmaz bir boşluğu dolduruyor. Yeni yapılan yetim yurdunda 160 çocuk barınıyor. İçlerinde sponsor aileleri Türkiye'den olan da var. Yetim çocukların masrafları bu yardımlarla karşılanıyor zaten. Gözlerimle bir kez daha şahit oluyorum ki yetim çocuklara yapılan yardımlar gerçekten yerini buluyor. Yardımın gittiği yetimler ettikleri dualarla bize minnet duyduklarını gösteriyorlar.

11 yıl önce