|

Sahaf Ethem Coşkun’un ardından: Tek kişilik üniversite

6 Ekim’de vefat eden Ankara’nın “hezarfen” sahaflarından Ethem Coşkun’u, dükkânının müdavimlerinden, dostu Doç. Dr. Ahmet Özcan yazdı: “Gurur yapmazdı, kızmazdı, âlim sıfatı taşıyan, unvanlarıyla gezen cahillere rağmen hayatının sonuna kadar öğrenmeyi, öğretmeyi, dinlemeyi, anlatmayı seçti."

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/11/2017 Saturday
Güncelleme: 04:23 - 4/11/2017 Saturday
Yeni Şafak
​Ethem Coşkun vefat etti. Ethem değil “Etem” diye yazılmış nüfusta adı.
​Ethem Coşkun vefat etti. Ethem değil “Etem” diye yazılmış nüfusta adı.
AHMET ÖZCAN

Ethem Coşkun vefat etti. Ethem değil “Etem” diye yazılmış nüfusta adı. Hiç düzelttirme ihtiyacı duymadı ve adı başında olduğu gibi hep yanlış yazıldı. Bu da farklı bir kader, adını insanlığın hizasına yazdıranlar için. Onu insanların arasından görünür bir sıfatla ayırabilecek bir durum. O zaten her şeyiyle; dikkat çeken renkli kılık kıyafetiyle, muhabbet ve nezaket dolu sohbetiyle, yardımseverliğiyle, zaman zaman gözden kaçmayan celalliğiyle etrafından hemen ayrılabiliyordu. Yaşına rağmen dağ gibi duruyordu, sesi de adı gibi iki şekilliydi; celallendiği zaman Davudî, Osmanlıca okumaya yardım ederken veya bir kitap bilgisini aktarırken Eyyubî.

19 Aralık 1955’de Erzurum’un Oltu ilçesine bağlı Terpink Köyü’nde (bugünkü adıyla Aşağı Çamlı) doğdu. Babası Hasan, annesi Zehra hanımdır. İlkokulu köyde, ortaokulu Oltu’da tamamladıktan sonra Erzincan Ziraat Meslek Lisesi’nde parasız yatılı okudu. Meslek liselerinin mezunlarını mesleksiz bırakmadığı zamandı. Mezuniyetinden hemen sonra Ziraat Teknisyeni olarak Kütahya’ya tayini çıktı (1973). Kütahya’dan Afyon’un Bayat ilçesine, oradan Emirdağ’a tayin oldu. Askerlik vazifesi için acemi birliği olarak Denizli’ye oradan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı emrine dağıtım yapıldı.Terhis olduğunda “Emirdağı bir kere gitmeynen yol olmaz” dedi ve Ankara’ya tayin oldu.

1970’lerin sonuydu. Ankara’da ona Hacı Bayram türbesi etrafında açılmış bir kucak vardı. Geleceğini belirleyecek gündelik hayatın temelleri burada atıldı. Burası garip gureba, cahil cühela, âlim ulema, fazıl fuzela vs. kelimelerinin müşahhas hale geldiği insan tipleriyle doluydu. Zannederim ileriki yıllarda Osmanlıca derslerini verirken bu kelimeleri kullandığında aklına Hacı Bayram civarındaki seyr-i sülûku gelmiştir.

Burası sadece ancak kitaplarda, filmlerde, romanlarda görülebilir insan tipleriyle karşılaştığı yer olmadı. Onu cezbeden Osmanlıca ve Arapça kitaplardı. Eski yazıyı öğrenirken ilk talim yaptığı kişi kardeşi Muhsin, hep Kur’ân okuyabilirliği seviyesinde kalırken Ethem Coşkun mekteplerin diplomasına ihtiyaç duymadan da hoca olunabileceğini gösteren en dikkat çekici isimlerden biriydi. Osmanlıca okuma ve öğretmenin ustası oldu. Onun bu yola girmesinde felsefeci Selahattin Hilav’ın kardeşi meşahir-i meçhulden Necmeddin Hilav’dı. Ankara’da memuriyet hayatı onun ikinci dereceden işi oldu. Huzur bulduğu ve nefes alabildiği atmosfer kitaplar âlemiydi. Kitap ve kitapçılığın her cephesinde mevzi buldu, saygı gördü. Tek bulamadığı mevzii bu işin maddi bedelle ödenebilir tarafındaydı. Oraya da gönüllü olarak girmedi. Yaptığı iş bir nesnenin kuru kuruya alım satımı değildi. Bu görünen kısmıydı, bilginin pervasızca dolaştığı yerlerde onun alıp sattıkları görünürken karşılıksız alıp verdikleri görülmüyordu. O pervasızca dolaşan bilgiyi, kendinde kalsın, puan alsın, makale yapsın diye uğraşmadı pervasızca dağıttı, paylaştı.

ÖĞRENCİSİNDEN PROFESÖRÜNE HERKESİN UĞRAK YERİ

Tarih Vakfı, TBMM, Dil ve Edebiyat Derneği ile bir kitapçıda Osmanlıca seminerler, kurslar verdi. Ankara Vilayeti Salnamesi 1325 (1907) [Kudret Emiroğlu, (Ahmet Yüksel, Ömer Türkoğlu ile birlikte)], Neyzen Tevfik’in Hiç adlı şiir kitabı, Nabizade Nazım’ın Zehra romanı, Nazende’nin Sergüzeşti gibi eski harfli kitapları yeni harflere aktardı. Ayrıca Turhan Kitabevi’nin bastığı hukuk tatbikat kitapları ile tarih kitaplarının tashihlerini yaptı. Sosyal ağda, çeşitli Osmanlıca forumlarında belge okumaları yaptı. Çok sayıda öğrenciye tez ve ödevlerinde eski harfli metin çözümlemelerine yardım etti. Ankara’da Gezgin Kitabevi, Sanat Kitabevi, Adilhan Kitapçılar Çarşısı’nda yapılan kitap müzayedelerinde münadilik yaptı. Ona en çok yakışan sahaflık mesleğine mekân sahibi olarak girmesi emekli ikramiyesiyle oldu.

2002 yılında dükkânında oğulları Cantürk, daha sonra Ceyhan’ın da katılmasıyla, bir kültür atmosferi oluşturdu. Bu atmosfer boşluk kabul etmiyordu, doldu, doldu taştı. Binlerce insanla hatırası oluştu. Yaşarken hakkında söylenenler ölünce değişmedi. Bir yiğidin, bir bilgenin, bir âlimin ardından ne söylenebilir ki zaten yaşarken neyse öldüğünde de o.

Ethem Coşkun 6 Ekim 2017 Cuma günü vefat etti. Nüfus kâğıdındaki 62 tevellüdüne göre 64 yaşındaydı. Her şeyden önce coşkun bir gönüldü Ethem Ağabey; gerisi laf ü güzaf gibi geliyor bana. Bu coşkun gönülden akıyordu her şey. Biriktirdikleri, onlarca yıldır biriktirdikleri, akacak mecra bulunca akıyordu. Onun bilgiyi aktarma ve öğrenme biçimi muhabbetle dolu havalarda oluyordu. Sadece bir konuyu araştırırken, eski yazı kimsenin okuyamadığı bir yazıyı çözmeye çalışırken sessizliği ve yalnızlığı seçiyordu. Biz ondan çok şey öğrendik, o benim bir bakıma bibliyografya ve sahaflık konusunda ustam oldu. Ama bir şey hakkında hatalı veya eksik olan bilgisini görüp müdahale ettiğimizde hocamız birden talebe gibi tavır alır, gözleri parıl parıl parlardı çocuk gibi.

  • Huzur bulduğu ve nefes alabildiği atmosfer kitaplar alemiydi.Kitap ve kitapçılığın her cephesinde mevzi buldu, saygı gördü.

Gurur yapmazdı, kızmazdı, âlim sıfatı taşıyan, unvanlarıyla gezen cahillere rağmen hayatının sonuna kadar öğrenmeyi, öğretmeyi, dinlemeyi, anlatmayı seçti. Sohbeti -unvanı olsaydı- üniversitede ders diye tanımlanırdı. Ankara’da Osmanlıca yazıyı o dersi veren birçok kişiden daha iyi okurdu. Bu konuda lisans öğrencisinden profesöre kadar herkese karşılıksız yardım ediyordu. Ne garabet bir sistem ki fakülte diploması olmadığı için onu Osmanlıca okutmanı olarak üniversiteye alamamışlardı. Onun bu ustalığını bilenlerin teklifiydi. Türkiye’nin en eski ve prestijli özel üniversitesi bile merkez kriterlerini geçemedi. En iyi olmanın şartı diplomaydı memleketimizde nereden nasıl alındığı belli olmasa da…

İstisnaları görebilecek tanıyabilecek bir sistemimiz yoktu. O yüzden birçok değerimiz gibi Ethem ağabey de sadece muhatap kitlesinin sınırlarında tanındı. Ama Türkiye’nin her yerinden genç akademisyenler, araştırmacılar Ankara’ya geldiği zaman oraya uğramayı bir vazife biliyorlardı. Milli Kütüphane’den daha çok burası vardı onların aklında. Kütüphanelerin bürokratik eziyetle ve yoksulluk sınırlarında dolaştığı bir memlekette sahaf tabii ki gerçek araştırmacıların uğrak yeri olacaktı. Milli Kütüphane’yi KPSS –KPDS ve K ile başlayan bütün sınavların çalışma merkezi haline getirdiğinizde sahafın kütüphaneciyle mukayese edilmez kıymeti bir kez daha anlaşılacaktı. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin meşhur kütüphanecisi İsmail Saib Sencer’in yerinde kütüphanece değil meşahir-i meçhulden Ethem Coşkun gibi sahaflar bulunacaktı. Hikâye uzun, yer dar, anlatmakla bitmez o yüzden. Dediğim gibi coşkun bir gönüldü O. Rahmet-i rahmana kavuşmuş olsa da, gönlünden akanlar oğullarının devam ettireceği dükkânda çağlıyor.

#​Ethem Coşkun
#Üniversite
#Kitap
6 years ago