|

Sanat zihinde başlar zanaat ile gelişir!

Hasköy'de bulunan Eski Şapka Fabrikası'nı farklı tasarım felsefesiyle bir sanat atölyesine dönüştüren mimar Arhan Kayar, zanaatın sanatı zihinde sindiremeyenlerin bir mansiyonu olduğunu dile getiriyor.

Merve Sena Kılıç
00:00 - 21/08/2011 Pazar
Güncelleme: 22:08 - 20/08/2011 Cumartesi
Yeni Şafak
Sanat zihinde başlar zanaat ile gelişir!
Sanat zihinde başlar zanaat ile gelişir!

2003 yılında çektiği Azra Akın'lı Türkiye tanıtım videosu, organize ettiği uluslararası sergiler ve tasarım günleri ile daha iyi tanıdık Ayhan Kayar'ı... Sanatın her zaman tek ve benzersiz bir ürün oluşturmayı amaçladığını, zanaatın ise usta-çırak ilişkisinin neticesinde el mahareti kazanılan bir alan olduğunu dile getiriyor. Arhan Kayar'ın markasının adı dDf. Yani düş dizayn fabrikası... Fabrika kısmı gerçek... İlk olarak Kasımpaşa'da ki bir un fabrikasında kurduğu şirketini sonrasında eski bir şapka fabrikasına taşıyan Kayar, düşlerin dizayn edildiği bu fabrikayı genç ve dinamik çalışanları ile endüstriyel sürecin bir parçası olmaktan çıkarmış. Bugünlerde Art Beat İstanbul isimli uluslararası sanat projesi ile gündemde olan Arhan Kayar ile hayal, tasarım ve üretim ilişkisini konuştuk.

İSTANBUL ARTIK BİR 'MARKA KENTİ'
Hayalini kurduğumuz, yapmak istediğimiz işlerimiz vardır. Ama bunları birine söyleyince gerçekleşmeyecek hissi uyandırır. Hayallerimizi hayata geçirmenin ego ve tatminle ilişkisi nedir?

Bir proje yapmak çok meşakkatli bir iş. Bazen bir projeyi gerçekleştirmeden önce çok fazla hayal kurmak tasarımın istediğin gibi çıkmamasına neden olabiliyor. Süreç içinde planlama yaparsan sonuca daha çabuk gidiyorsun. Yani eğer çok fazla hayal kurarsan planlama sürecine müdahale etme şansın o derece azalıyor. Mesela bir film projem var. Hakkında konuşmuyorum. Konuşursam filme darbe indirmiş olurum. Bir ihtimal bir başkası da yapabilir.

Tatmin?

Hayallerimizi başkalarına anlattıkça tatmin duygumuz çoğaldığı için daha az yapma ihtiyacı duymaya başlıyoruz. Bu yüzden sadece ihtiyaç olduğunda konuşmak, tatmin kısmını uygulamaya ve sonuca bırakmak gerekiyor.

Dream Design Factory (Düş Dizayn Fabrikası) sanki insanların hayallerine can veren, kıyafet giydiren, okumayı yazmayı öğrettiren bir fabrika canlanıyor gözümde…

İnsanlar kafamda hayalini kurduğum böyle bir proje var, bunu nasıl gerçeğe dönüştürebiliriz diye geliyorlar. Bir projenin üç aşaması var. Hayalini kurma, tasarım süreci ve üretim. Tasarım yapmanın da iki aşaması vardır: Kafamızda kurgularız ve kağıda döküp çizeriz. Ddf bu iki süreci tanımlamayı başaran bir marka oldu.

Kaç bölümden oluşuyor dDf?

Beş birimden oluşuyor. Reklam, iletişim, tanıtım ve tasarım gibi farklı departmanlar var. Zamanla bu bölümler kendi başlarını iş yapabilecek birer küçük şirket haline dönüştüler. Yurtiçi ve yurtdışında kurumsal turizm hizmeti veren toplantılar düzenleyen, basın lansmanlarını organize bir turizm firmamız var. Yaşam tarzı ile ilgili moda, tasarım, sanat, yeme-içme kültürü ile ilgili projeleri ürettiğimiz eDf ajansı var. Baktığınız zaman hepsi dDf'in çatısı altında tek başına işler başarabilecek birimler. Hepsi ayrı ayrı dinamizmini sağlıyor. Kurumun çok büyümesi de hantallaşmasına sebep olur.

Peki, birimlere uzman kişileri atamak hantallaşmayı engelliyor mu? Yoksa küçük ölçekli bir işletme olarak kalmak mı başarıyı garantiliyor?

Şirketin içinde koordinasyonu sağlamak için muhakkak birimlere ayırmak gerekiyor. Görev paylaşımı marka kimliğini zedelemiyor aksine markaya inovasyon sağlıyor.

Şirketinizi kurduğunuz zaman hedefleriniz nelerdi? Onlara ulaşabildiniz mi?

1993 yılında ilk kurulduğumuz zaman bir manifesto yazmıştık, 'dünya ile rekabet edeceğiz', İstanbul merkezli uluslar arası bir tasarım merkezi olacağız, İstanbul'u sanat için uluslar arası bir merkez yapacağız' demiştik. İstanbul bir marka olma yolunda ilerliyor. Yurtdışında gittiğim konferanslarda artık son 4-5 yıldır Türkiye konuşuluyor.

Artık turistler Türkiye'ye değil, İstanbul'a gidiyorum diyorlar. Size göre İstanbul'un marka kent olmasının sebebi nedir?

Yeniden yapılanması, eski enerjisini bulması, Dünya'daki krize rağmen Türkiye'nin tüm iç dinamiklerini kullanabilmesi, gelecek için çok ciddi yatırımlar yapması…

EN BÜYÜK İLHAM KAYNAĞIM İSTANBUL
Proje üretmeyi, hayata kalıcı bir şeyler bırakmayı bir insanlık görevi olarak mı addediyorsunuz?

Çevreye katkın yoksa yaşama da katkın yoktur. İnsanlardan bağımsız, hem doğal yaşama hem de çevrene karşı kapalı yaşayamazsın. Bir projeyi müşterimle karşılıklı mutabakat içinde oluşturmak benim en başlı felsefemdir. Diğer türlü ben kafamdaki projeyi bir ürün gibi satmış olurum. İnsanın adı bankada bıraktığı kabarık hesap ile değil arkasından bıraktığı kalıcı işlerle ve yetiştirdiği nesille anılır. Yoksa ne anlamı kalır ki yaptığımız işin.

En çok nelerden ilham alırsınız?

İstanbul'dan çok ilham alıyorum. Güncel yaşam tarzı, kozmopolit yapısı, binlerce yıllık bir tarihin içinde yoğrulmuş olması, her geçen gün yeni bir taşını keşfetmek beni etkiliyor. Aynı zamanda modern bir yaşam da söz konusu…

İstanbul'un kaosundan ilham alıyorsunuz diyebiliriz...

Evet bir kaos var ama kargaşanın getirdiği bir düzen de var. 'Su akar yolunu bulur' tabiri vardır ya, İstanbul'unda aynen böyle karmaşık bir düzeni var. Bu şehrin tüm bilinmezliği kaos ortamı bana ilham veriyor. Ben zaten sorunların içinde doğdum. Bunları çözerek yol almam gerekiyordu. Üç ihtilal gördüm. Hep yeniden başlamak, sistematiği yeniden kurmak zorunda kaldım. Uzun vadeli planlar yaparken 'günü' çözümlemek gerektiğini anladım.

ÜÇ GÜNDE BİR PROJE GERÇEKLEŞTİRİYORUZ
Türkiye'de yakın zamanlara kadar özellikle Avrupai olana karşı inanılmaz bir öykünme vardı. Bu öykünme reklam sektöründe çok daha fazlaydı. Bir markaya kuruma ya da kişiyi vizyon çizen insanların öykünüyor olması ülkedeki her katmana sirayet ediyordu. Bu öykünme bitti diyebilir miyiz?

Bu öykünme global firmalarla çalışan reklamcıların merkezden gelen stratejileri burada uygulamasından kaynaklanıyordu. Onlarla çalışan reklam ajansları da o reklamların uyarlamasını yapıyor. Yani onun bir parçası oluyor, doğal olarak öykünüyorsun. Bununla birlikte yerel değerler çok önem kazanmaya başladı. Yerel öğeler taşıyan reklam artık kaçınılmaz oldu.

Hiç tasarım yapamadığınız, proje üretemediğiniz zamanlar oluyor mu?

Yılda yaklaşık 180 proje üretiyoruz. Neredeyse 3 günde bir 1 proje hayata geçiyor. Ama hiçbir şey çıkaramadığım zamanlar da oluyor. O vakit kafamı dağıtmak için resim yapıyorum.

KALİTE LÜKS TÜKETİM DEĞİLDİR
Çocuklar sanatı üretimden çok tüketim kültürünün bir parçası olarak kullanıyorlar. Sanatı hayatının bir parçası haline getirmiş yetişkinlerin çocukluklarında aldıkları eğitimin etkisi fazla mı?

Benim annem ve babam opera sanatçısıydılar. Annem Türkiye'deki ilk opera sanatçılarından biri, Babam da Berlin Senfoni Orkestrası'na katılan ilk Türk sanatçısı idi. Böyle bir ailenin içinde olunca doğal olarak sanata ilginiz artıyor. Türkiye'de yaklaşık 30 milyon çocuğun olduğunu varsayarsak, bunun ancak 10 bini çocukluk çağında böyle bir eğitim şansına sahip olabiliyor. dDf olarak yaptığımız sergilerde özellikle çocuklar için bir workshop (çalışma alanı) oluşturuyoruz ki daha fazla imkan sağlayabilelim. Çocuklardaki dinamizm de bu işe çok fazla renk katıyor.

Çocukluk çağındaki sanat çalışmalarının ileride ne faydası oluyor?

Çocuğun bireysel gelişim sürecinde herhangi bir sanat dalıyla uğraşmış olması onun sosyal hayatta başarılı kılıyor. Mesela yaptığınız şeyin farkında olursanız tüketimi o derece azaltmış olursunuz. Yemeği bir hazmederek yemek var, bir de hızlı yerseniz midenize oturması ihtimali var. Sanatı sindirerek özümseyerek onunla hemhal olmak gerekiyor. Sanat hayatı hazmetmeyi ve kaliteyi beraberinde getiriyor.

Siz günlük yaşamda kalite bazlı tüketim mi yapıyorsunuz yoksa tamamen ihtiyaca yönelik mi?

Çok iyi tasarlanmış eşyayı alırım. Kalabalık dolabı sevmem. Mesela kaliteli bir peynir ile ekmek yemek bana çok keyif veriyor. Bir yandan da bir Osmanlı mutfağına ait özenle hazırlanmış yemeğe asla hayır demem. Bu ikisinin ortasında kalan hiç bir şey zevk vermiyor. Vasat bir şey yerken, ne yediğimin farkında olmuyorum.


Tek Kelime / Tek Yorum

Risk: yenilik

Para: lazım

Girişim: başlangıç

Gelecek: hepimizin

Eğitim: şart

Reklam: ihtiyaç

Kriz: aşılmalı

İnsan Kaynakları: gereklilik

Küreselleşme: kaçınılmaz

Yönetim: biçim

Lider: başarı

Otomobil: araç

Çocuk: gelecek

Kalite: zorunluluk



13 yıl önce