|

Sanayi mantığı sanata mani

Taş, ahşap, çini gibi geleneksel sanatlarımızın yeni ustaları KURAM LONCA projesiyle yetişiyor. Proje koordinatörü Dr. Öğr. Üyesi Mimar Ömer Dabanlı, “Bugünkü seri üretim şartlarında yapı ustalığının sanat niteliği taşıdığını söylemek çok zor. Sanat yapmak için seri üretim mantığından kurtulmak lazım, zira sanat aceleye gelmez” diyor.

İlker Nuri Öztürk
04:00 - 17/11/2019 Pazar
Güncelleme: 21:49 - 16/11/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
KURAM lonca projesi
KURAM lonca projesi

Kaybolmaya yüz yutan geleneksel sanatlarımız Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Kültür Varlıklarını Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi (KURAM) koordinatörlüğündeki faaliyetle korunuyor: “KURAM LONCA: İstanbul Geleneksel Sanat ve Zanaat Atölyeleri”. Geleneksel “Lonca” yapısını örnek alan projede zanaatkar yetiştirmenin kıymetine dikkat çekiliyor. Proje kapsamında 6 atölyede 68 kursiyer taş, ahşap, çini ve tezyini sanatlar ile geleneksel boya alanı üzerine eğitim aldı. İstanbul özelinde faaliyet gösteren mevcut geleneksel sanat ve zanaat erbabının envanteri oluşturuldu. Böylece meslek erbabının görünürlüğü artırılacak, nitelikli işler ile nitelikli iş gücünün buluşması kolaylaştırılacak ve mesleki örgütlenme için imkân oluşturularak ekonomik sürdürülebilirliğe de katkıda bulunulacak. Ustalığın devamı ve kültürel mirasın korunmasına katkıda bulunduklarını belirten KURAM LONCA Koordinatörü Dr. Öğr. Üyesi Mimar Ömer Dabanlı ile geleneksel sanatların önemini ve projeyi konuştuk.


Usta adayları nasıl bir istek ve inançla projede yer aldılar?

Atölye eğitimlerine 6 bin başvuru aldık. Açıkçası bu kadar büyük bir sayıda başvuru beklemiyorduk. Atölye kapasitesi nedeniyle en fazla 100 öğrenci alabildik. Öğrencilerimiz atölyedeki eğitimlere yaz tatiline bile gitmeden büyük bir aşk ve şevk ile devam ettiler. Sanat ve zanaat konusu hakikaten büyük bir aşk ve sebat gerektiriyor, bu tutkuyu öğrencilerimizin gözlerinde okuyorduk.

TEKNOLOJİ YENİ PROBLEMLER GETİRİYOR

Bir kıvılcıma vesile oldunuz. Sizce bu projenin önemi nedir?

Günümüzde insanımız, özellikle de gençler bilgisayar, tablet ve telefonların esiri olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu teknolojiler hayatımızı kolaylaştırdığı nisbette yeni problemleri de getiriyor. Biz gençlere tablet yerine ahşap ve ıskarpela, telefon yerine taş ve madırga, bilgisayar yerine boya ve fırça veriyoruz. Böylece edilgen değil etken ve aktif olacakları, kendilerini ve yeteneklerini keşfedecekleri, üretecekleri imkân ve ortamları oluşturuyoruz.

Geleneksel sanatlarımızın sürdürülebilir olmasındaki engeller neler?

Geleneksel sanat ve zanaatların yaşadığı sorun modern hayatın içine yeterince girememiş olması. Endüstri devrimi ile birlikte seri üretim imkânları gelişince artık ustalıkların ve geleneksel üretimin önemi azalmaya başladı. Ustalar seri üretim ile rekabet edemeyince çoğu alandaki üretim neredeyse durma noktasına, sanat ve zanaatlar da kaybolma raddesine geldi. Zamanla seri üretimin oldukça sıkıcı bir dünya meydana getirdiği anlaşıldı ancak geleneksel üretim ile endüstriyel üretim arasındaki uçurum o kadar büyüdü ki, geriye dönüş imkânsız hale geldi. Günümüzde geleneksel sanat ve zanaat ürünlerine sürdürülebilir bir talepten bahsetmek mümkün değil, çünkü insanlarda o şuur yok. Bu noktada yapılabilecek en önemli şey, farkındalık oluşturmak. Bugün her ailenin kendi çabalarıyla inşa ettiği gecekondu semtlerini dönüştürmeye çalışıyorlar. Evet, bir dönüşüm gerçekleşiyor, ortaya çıkan çok katlı, sıkıcı, birbirinin kopyası ve estetikten uzak binalar bir felakete dönüşüyor. Neticede bu tabloyu görünce fiziki şartları yeterli olmasa da o hakir görülen gecekondu semtlerinin yerine gelen güya modern sitelerden daha şirin ve insani göründüğünü anlıyoruz. Peki neden? Burada cevap üretim şeklinde yatıyor. Kendi evini yapan aile, evi kendi ihtiyacına ve imkânlarına göre şekillendiriyor, asla ihtiyacından daha büyük de yapmıyor ve verdiği kararlar itibariyle tabiri caizse eve bütün kimliğini yansıtıyor. Bu tür binaların bir araya geldiği mahalleler de yeşil ile iç içe, mütevazı ölçekte, insani, her biri ayrı bir kimliğe sahip, zengin ve çeşitlilik içeren bir doku oluşturuyor. Dönüşümde ise sadece satılmak üzere planlanmış, içinde kimin oturacağı belli olmayan ve hiçbir zaman da sahibinin kimliğini yansıtmayacak binalar inşa ediliyor. Seri üretim ile ferdi-bireysel üretimin farkı bu. Eskiden yapı ustalığı bir sanat idi, tarihi şehirlerimizde benna olarak isimlendirilen ustaların yaptıkları binalara şu an hayranlıkla bakıyoruz. Bugünkü seri üretim şartlarında ise yapı ustalığının, hatta mimarlığın bir sanat niteliği taşıdığını söylemek çok zor. Sanat yapmak için seri üretim mantığından kurtulmak lazım, zira sanat aceleye gelmez.

Sadece isimleri kalmış

  • İstanbul özelinde oluşturulan envanter hakkında bilgi verebilir misiniz?
  • Özellikle hat, tezhip, ebru gibi sanatlardaki süreklilik ve usta-çırak ilişkisine bağlı mesleki tevarüsün belirli bir oranda hala geçerliliğini koruduğunu görürken mimari ile alakalı geleneksel yapı ustalıklarında neredeyse tamamen bu ilişkilerin yitirildiğini, bazı mesleklerin sadece isminin kaldığını, neredeyse hiç icra edeni bulunmadığını gördük. Mesela kimin usta veya mesleğinin erbabı olduğu hususunun büyük belirsizlikler içerdiği, hangi yeterliliklere göre birisine usta denebileceği, kendini usta olarak tanımlayan insanların kimlere çıraklık ederek mesleğini öğrendiği gibi konularda büyük boşluklar ve belirsizliklerle karşılaştık. Aslında bu kısmen bildiğimiz bir durumdu, ancak beklediğimizden daha büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu anladık. KURAM LONCA Sanatkâr-Zanaatkâr Veritabanı, çalışma konusu alanların mevcut insan kaynağı ve potansiyeli açısından önemli bir analiz imkân sundu. Eğer bir konuda sorunun ne olduğunu bilmiyorsanız çözümünü de ortaya koyamazsınız. KURAM LONCA projesi geleneksel yapı ustalıkları konusundaki sorunu açıkça ortaya çıkardı, dahası bu problemi nasıl çözeceğimizi biliyoruz ve bu doğrultuda çalışıyoruz.
#Ömer Dabanlı
#SAnat
#KURAM
#Proje
#Mimari
4 yıl önce