|

Saraydan kaçırılan kitaplar Avrupa'da

Osmanlı kültür tarihi uzmanı Prof. Dr. İsmail E. Erünsal, Avrupa’dan gelen yabancıların sahaflardan topladıkları kitapların dışında Topkapı Sarayı’ndan gayri meşru yollarla pek çok önemli el yazması eserin Avrupa’ya kaçırılarak buradaki koleksiyonlara dahil edildiğini söylüyor.

Halil Solak
04:00 - 16/05/2021 Pazar
Güncelleme: 21:48 - 13/05/2021 Perşembe
Yeni Şafak
İsmail E. Erünsal
İsmail E. Erünsal

Son yıllarda yurtdışına giden pek çok tarihî eserimiz Türkiye’ye getiriliyor. Bunların başında da çok değerli elyazmalarımız geliyor. Bu eserlerin ülke dışına çıkarılma hikâyesi bir hayli eski. Konuyu Osmanlı kitap ve kütüphaneler tarihi deyince akla gelen ilk isimle, Prof. Dr. İsmail E. Erünsal ile konuştuk.

Hocam Osmanlı döneminde kitapların ülke dışına çıkarılmasının tarihini ne zamandan itibaren takip edebiliyoruz?

Bu tür bir kitap ticaretinin oldukça erken tarihlerde başladığını görüyoruz. İstanbul’a çeşitli görevlerle gelen yabancılar var: Diplomat, vaiz, elçi, seyyah… Bunlar, İstanbul sahaflarında kitap temini için dolaşıyorlar. Mesela Kanuni döneminde elçilik göreviyle İstanbul’a gelen Busbecq var. Çokça eski para ve bir araba dolusu Grekçe yazma ve 240 civarında kitabı deniz yoluyla Venedik’e gönderdiğini, oradan da kralın kütüphanesine konulmak üzere Viyana’ya taşınacaklarını yazıyor eserinde.

Bu çok yüksek bir rakam değil mi?

Yüksek tabii ki… Bu dönemde İstanbul’daki sultan ve vezir kütüphanelerinde bile birkaç yüz kitap var. Bunu göz önüne alırsak Busbecq’in götürdüğü kitapların sayısının önemi daha iyi ortaya çıkar. 17. yüzyılda bu iş daha da ileri gidiyor. Hollanda, Leiden Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki Şark Eserleri Koleksiyonu’nun nüvesi böyle oluşmuştur mesela.


ORYANTALİSTLER ESERLERİN PEŞİNDE
Nasıl gelişiyor süreç tam olarak?

Leiden Üniversitesi’nde Doğu dilleri ve matematik profesörü Jacobus Golius, öğrencisi Levinus Warner’le İstanbul’a ve Halep’e yaptıkları seyahatlerde çok sayıda yazma eser satın alıyorlar. Hatta bu kitap toplama işiyle o kadar meşgul oluyorlar ki, İzmir’de bulunan Hollanda İzmir Konsolosu Michiel de Mortier, Levant Trade Direktörü’ne bir mektup yazıyor: Diplomatik misyonda görevli Warner’ın Arapça, Türkçe ve Farsça kitaplar için şimdiye kadar çok para harcadığını, bütün enerjisini sadece kendisine ve öğrencisine faydalı olacak bu işe hasrettiğini, bu yüzden de hem ticaretin hem de kendisinin büyük sıkıntı çektiğini bildiriyor.

Yani kitap toplamaktan asıl işlerini yapamıyorlar?

Evet, zaten Osmanlı döneminde İstanbul’a hangi görevle gelirlerse gelsinler Batılılar, daima değerli elyazmalarının peşinde olmuşlardır. Bahsettiğim bu ikili, Halep ve İstanbul sahaflarıyla iyi ilişkiler kuruyorlar ve Hoca Sadeddin, Gazanfer Ağa, Kâtip Çelebi, Nevizade Atayi ve Hasan Beyzade gibi önemli Osmanlı müelliflerinin terekelerinden çıkan eserleri de satın alıyorlar. Bu çabalarla Leiden, Avrupa’daki mevcut en zengin Şark eserlerini ihtiva eden koleksiyon haline geldi. Daha sonraki yıllarda başka oryantalistlerin katkılarıyla daha da zenginleşecek zaten. Batı’daki pek çok büyük koleksiyon da bu şekilde oluşturuldu.

Başka kimler var böyle?

Yine aynı yüzyılda İstanbul sahaflarıyla iyi ilişkiler kuran ve çok sayıda eser satın alan Antoine Galland var. Daha çok “Binbir Gece Masalları”nı Batı’ya taşıyan oryantalist olarak tanınıyor. Galland Türkçeye de çevrilen günlüğünde, satın aldığı veya gördüğü 100’ün üzerinde eserden bahseder. Bu kitapların çoğu ise kendisine sahaflar tarafından getiriliyor.


SAHAFLARA GELEN YASAK
Peki devlet bu işi engellemeye çalışmıyor mu?

18. yüzyılın başlarında bir hüküm var bu konuda. Avrupalıların bu tür faaliyetleri rahatsız edici boyutlara ulaşmış olmalı ki kendisi de bir kitap meraklısı olan Sadrazam Şehid Ali Paşa yabancılara kitap satışını yasaklayan bir hüküm çıkarttırıyor. Bu hükümde sahaflar için “tamahkârlıklarından dolayı sayısız değerli kitabı etrafa, hatta Osmanlı ülkesi dışındaki yabancı memleketlere gönderdikleri” ifadesi geçtiğine göre sahafların Avrupalılarla olan münasebetleri dikkat çekici bir hâle gelmiş olmalıdır.

Peki yabancılara kitap satışını yasaklayan fermanından sonra durumda bir değişiklik olmuyor mu?

Ne yazık ki hayır! Batı’ya olan kitap akışı durmadığı gibi sonraki asırlarda, daha da artarak devam ediyor. Zaten yabancılara kitap satışı genellikle el altından yapılıyor. Ayrıca kitap alımı konusunda yabancılarla teması olan bir kısım Türklerle bazı yabancı misyon mensupları ve bu misyonlarda çalışan azınlıklar da bu işlerin içinde.

SARAY’DAN ÇIKARILAN KİTAPLAR
Peki mesela geçen gün ünlü bir müzayede firmasının kataloğunda II. Bayezid’in mührünü taşıyan bir kitap satıştaydı mesela. Saray gibi korunaklı bir yerden kitaplar nasıl çıkarılıyor?

Maalesef olmuş bunlar. Bazı yabancıların sahaflardan normal yoldan kitap satın almalarının yanında, gayrımeşru yollara da tevessül ederek Saray’daki koleksiyonlardan kitap temini yoluna gidiyorlardı. Benim 18 ve 19. yüzyıllara ait incelediğim sahaf terekelerinde Kur’ân yazmaları dışında, tezhipli, minyatürlü ve satış değeri yüksek eserlere pek fazla rastlanmıyor. Öyle anlaşılıyor ki sahaflarda bu tür eserleri bulmanın güçleştiği bu dönemde, Saraydaki elyazmaları, değerli kitap satın almak isteyen Batılılar için önemli bir kaynak olmuş.

Hangi eserlerin bu yolla çıkarıldığını biliyor muyuz?

Tabii. Mektuplardan, hatıratlardan, seyahatnamelerden tespit edebiliyoruz bazılarını. Mesela İngiliz şarkiyatçı Greaves bir mektubunda Batlamyus’un “Almagest” adlı eserinin çok güzel bir nüshasını satın aldığını söylüyor. Bu nüsha, kendisine söylendiğine göre, bir sipahi tarafından hükümdarın kütüphanesinden çalınmış. Yine Saray’ın önemli görevlilerinden silahtarın emrindeki bir İtalyan mühtedisinin de 17. yüzyılın sonlarında Saray’dan çeşitli zamanlarda götürdüğü önemli sayıda Grekçe yazmayı biliyoruz. 15’i yer yer parşömen üzerine yazılmış hatta. Bunların arasından önemlileri seçilerek Fransız elçisi M. Girardin için satın alınmış. Kalanı da Pera’da tanesi 100 liradan satılmış… 18. yüzyılın sonunda İstanbul’da Prusya elçisi olarak görev yapan Heinrich Friedrich von Diez bu süre zarfında binlerce matbu eser yanında 856 adet de çok değerli elyazması eserler satın alıyor. Bunlar arasında “Kitabı Bahriye” ve birçok minyatürlü elyazması da var. Saray Kütüphanesi’ne ait bu yazmaları Diez bir harem ağasının aracılığıyla Topkapı Sarayı’ndan Eski Saray’a gönderilen saraylı hanımlardan satın aldığını söylüyor.

ÜNİVERSİTELERE KÜTÜPHANE DEĞİL KİTAPLIK LAZIM

Hocam çok sayıda kütüphane kuruluyor. Sizce bir kütüphane kurulurken hangi kriterler göz önünde bulundurulmalı?

Bu kütüphanenin türüne göre değişir tabii. Bir ihtisas kütüphanesi kuracaksanız başka, bir üniversite kütüphanesi kuracaksanız başka yollar takip edersiniz. Mesela diyelim üniversite kütüphanesi kuracağız: Daha başlangıçta şunu belirlemeliyiz. Öğrenciye hitap eden bir kütüphane mi kuracağız yoksa aynı zamanda bir araştırma kütüphanesi de mi hedefliyoruz? Sadece öğrenciye hitap edecek bir kütüphanenin, daha doğrusu kitaplığın, mimarisi de, koleksiyonunun teşekkülü de tamamen farklı olacak. Gerçek bir üniversite kütüphanesi kurmak hem çok zor hem de çok pahalıdır. Birçok üniversitemizin bir kütüphaneye değil kitaplığa ihtiyacı var aslında.


İLİM DÜNYASI İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE

İsmail Erünsal ile yaptığım uzun soluklu söyleşilerden oluşan “Yirmi İki Mürekkep Damlası” yakın zamanda yayınlandı. Kitap iğne ile kuyu kazan bir ilim adamının belgelerden elyazmalarına, arşivlerden kütüphanelere uzanan keşiflerle dolu seyir defteri niteliğinde. İşte o defterin satır aralarından sizler için derlediğimiz Erünsal Hoca’nın ilim yolundaki gençlere nasihatleri…

-Derdimiz bilgi üretmek olsun. Şimdi bazıları alıyor önüne dört tane kitabı, beşinciyi kendisi yazıyor. Bu bilgi üretmek değil. Mehmet Genç Hoca’nın çok güzel bir tarifi var, diyor ki, “dört kova suyun yanına boş bir kova koyuyorlar. Dolulardan birer maşrapa boş olana aktarıyorlar. Böylece yeni bir kova su elde ediyorlar.”

-Üniversite mensuplarına, devlet, al maaşını, çalış diyor. Ancak genelde “kâr etmek” maksadıyla yazılıyor kitaplar. Oysa hangi alanda çalışmaya ihtiyaç varsa o alana yönelmeliyiz.

-Eğer Osmanlı’yla meşgul olacaksanız ilahiyat temelinizin olması büyük bir avantajdır.

-Bugün ilim dünyası için en büyük tehlike gazete, televizyon ve sosyal medya. Bizim akademisyenler manastırda keşiş olacaklarına televizyonlarda artist olmaya çalışıyorlar. Neden? Manastırdaki keşişi kimse tanımıyor ama televizyondaki artisti herkes tanıyor. Pek çok arkadaş da bunun cazibesine kapılıyor.

-Bir akademisyen konusuyla ilgili olarak senede birkaç defa elbette televizyona çıkabilir. Ancak her konuda konuşmak... Bu olmaz işte. Herkesin konuşacağı bir iki konu vardır zaten, o kadar. Şimdi konu ne olursa olsun adam çıkıyor konuşuyor.

-Bir akademisyenin fakülte dışında evindeki çalışma masasının üzerinde de daima çalıştığı konularla ilgili kitap, fotokopi, notlar bulunmalı ve akşam eve geldiğinde zaruri ihtiyaçlarına ve ailesine gerekli zamanı ayırdıktan sonra çalışmaya koyulmalıdır. Aslında bir akademisyen, zihni çalışma dışındaki aktiviteleri gerçekleştirirken de çalıştığı konuyla meşgul olmalıdır.

#İsmail E. Erünsal
#Saray
#Kitap
#Avrupa
3 yıl önce