O Balkanlar da efsane bir isim. Savaş yıllarında birçok ünlü sanatçı Bosna'yı terk ederken O, sesine; feryadını ve umudunu yükleyerek şarkı söylemeyi seçti. Mütevazı duruşu ve ülkesi için, müziği ile mücadele edişi onu efsane haline getirdi. Öyle ki; 400 bin nüfusu olan Saraybosna'nın en büyük stadında 100 bin kişi onu dinlemek için toplandı. Artık, sadece balkanlarda değil, dünyanın bir çok yerinde ismi anıldığında hep bir cümle fısıldanır oldu: “O şarkı söylediği zaman, Balkanlara barış gelir.”
Dino Merlin ya da gerçek ismiyle Edin Dervişhalidoviç, 1962 yılında Saraybosna'da doğuyor. Albümlerindeki tüm söz ve bestelerini kendi yapan ünlü sanatçı, Aliye İzzetbegoviç'e ithafen yazdığı “Da te nije Alija / Aliya Sen Olmasaydın” Boşnakların yüreğinde taht kuruyor. Onca ününe rağmen, Bosna caddelerinde iki çocuk babası sıfatıyla ve Pegout marka bir şehir mobiletiyle turluyor. İşte o mutevazi adam, bu akşam şarkılarıyla Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'na, İstanbullu dostlarının huzuruna çıkacak. Konserden üç gün önce İstanbul'a iner inmez ayağının tozuyla sorularımızı cevaplandıran Dino Merlin'in sesindeki titreme heyecanını çokca hissettiriyor. Hem hayranlarıyla buluşacak olmaktan hem de İstanbul'un büyülü güzelliğinden etkilendiğini bütün samimiyetiyle ifade ediyor. Yüzünde her saniye, savaşın tortusundan süzülmüş bir tebessüm, gözlerinde ise umudun hiç yılmayacak ışıltısı var. Dino Merlin, misafir edası ile değil de aidiyet yansıtan bir gülüşle “Merhaba” diyor. Böylesi içten ve Türkçe verilmiş selama karşılık “Hoş geldiniz.” demek olmaz diyip ben de“Merhaba” diyorum vee başlıyoruz söyleşimize..
Çok büyük fark var. Türkiye'de konser verecek olmam benim için çok önemli. Çünkü geçmişte acıları birlikte paylaştığımız bir ülke Türkiye. Bizim sancılarımızla kıvranan sayılı ülkeden biri. Yeri bu yüzden apayrı. Müslüman ve modern bir ülkede müziğin evrensel dilini paylaşmayı ve bu konseri vermeyi çok istedim. Bosna'da web sitemde, hayranlarım; “Dino Merlin Bosna'ya İstanbul'u getirmeye çalışıyor.” diyorlar. Buradan da anlaşılacağı gibi Türkiye'nin ve İstanbul'un bende bambaşka bir yeri var. Bu gün yani 2007 yılında İslami yaşayışın canlı kalabildiğinin bir örneğidir ülkeniz. İzliyorum, demokrasisi mükemmel olmasa da, dünya Müslümanlarına bakıldığında; en huzurlu yüz ifadesini bu ülkede görüyorum. Duam şudur ki, Türkiye, tüm sorunlarını aşarak güçlü bir yerde dursun ve bizim ülkemiz için de ağabeylik yapsın..
1983 yılında Merlin isimli bir grup kurarak 21 yaşında başladım müzik hayatına.. 1991 yılına kadar bu grupla 5 albüm çalışması yaptık. 1991 yılında, grubumuz dağıldı ve ben solo çalışmalarımla müzik hayatına devam ettim.
Tabi savaşın büyük etkisi oldu. Grubumuzda çalışan ve çalan birçok arkadaşımızı savaşta kaybettik. Herkes savaşın içine girmişti bir şekilde. Ülkenizde savaş varsa, müzik sizi koruyamıyor. Sanatla uğraşmanız bir ayrıcalık oluşturmuyor. Çünkü savaş seçim hakkı ve seçme şansı tanıyan bir olgu değil.
Bundan çok farklı tanımlamıyorum. Müziğimle zulme karşı direniyor, yine müziğimle barıştan yana ve dini inançlarım çerçevesinde doğrudan yana bir duruş sergilemekte ısrar gösteriyorum. Saraybosna'da kalışım bunun ispatıdır. Adil ve doğru bir adamsanız, safınız bellidir. Zalimden yana değil, mazlumdan yana bir duruşunuz olmalıdır. Benim yaptığım da budur. İslam dini, iyiliğe, hakka ve güzel olana çağırır. Bende bu çağrıya uymaya çalışıyorum. Müziğimi bu niyetle icra ediyorum.
Evet, savaş biteli 12 yıl oldu..Çok büyük kayıplar verildi, çok acı çekildi. Birçok kişi öldü. Unutmak zor elbette.. Hatırladıkça bir yanımız hep acıyor. Ama bir çizgi çekmeli ve ileriye bakmayı bilmeliydik. Bir şarkımda söylediğim gibi; insanlar Süpermen değildir ki; bunca acıyı sırtında taşıyarak yaşayabilsin. Geçmiş geçti, düzeltme şansımız artık yok. İleriye bakmayı başarmalıyız. Geçmişe müdahale edemeyiz ama geleceğin daha iyi olması için gayret göstere biliriz. İnsanlar bunu fark etmeli. Geçmişi sürüklemek yerine geleceği onarma çabamızı anlamalılar. Savaşı yaşamak, insanı olgunlaştırıyor. Ruhumuzda ki izleri şimdi müziğimize yansıyor.
Bunun tarifi zor. Çok zor.. Bu benim mücadelemdi. Ülkemin mücadelesiydi çünkü. Ve benim elimde müziğim vardı. Müziğimle destek olmalıydım. Zulme karşı direnmek için müziğimi seferber etmeliydim. Bu barışta söylenen şarkılara asla benzemiyor. Tarafım belliydi. Müslüman Boşnaklara destek olarak ne vere bilirim sorusunun cevabıydı şarkı söylemem. Kimse savaşı dilemez. Bende bütün insanlık için savaşı dilemiyorum. Ama ülkenizde savaş varsa ve siz müzik yapıyorsanız, müziğinize bir misyon yüklüyorsunuz.
Kaldım çünkü orası benim dini, biyolojik, psikolojik kültürel yuvam. Her yerde yaşayabilirsiniz. Ancak sadece bir yer, tek bir yer vardır size yuva olan. Oda doğduğunuz, bağlarınızın olduğu topraklardır. Memleketinizdir. Yuvanız yanarken komşuda oturamazsınız. Gidemezsiniz. Ben de birçok yerde yaşıyorum. Hırvatistan'da da bir evim var. Hollanda'da da kalıyorum. Ama sadece Saraybosna'da kurban kesiyor ve sadece oraya yuvam diyorum.. Siz söyleyin nasıl gidebilirdim?
Allah diyor ki; “Dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik..”(Bakara/143) ve yine “Yürüyüşünüzde orta bir yol tutun.” (Lokman/19) Milliyetçiydi ama zulmedenlerden değildi. Bir çizgi çekip tüm insanları o çizginin üzerinde tutamazsınız. Bu çizginin sağında, solunda ve üzerinde olan insanlar vardır. Genelleme yapmamak gerek. Joksimoviç işte bu genellemenin dışında olan insanlardandır. Onun barış daveti üzerine bu projeye imza atılmıştır. Daha öncede ifade ettiğim gibi, geçmişi düzeltemiyoruz madem “orta yolu tutup” geleceği etkileyebilir, düşmanca tavır yerine dostça davranışlarla bu gayreti pekiştirebiliriz. Ben ve müziğimin ölçüsü ilahi emirde ki bu “orta yol” dur. İşte beni seven Sırplar değil, bu “orta yolu” anlayabilenlerdir belki de..
Öncelikle Yusuf İslam, sevdiğim saydığım ve sıkça telefonlaştığım bir dostumdur. Bu beni rahatsız etmez. Ancak misyonumuz aynı ama hayat akışımız çok farklıdır. Bir kere Yusuf İslam Hıristiyanlıktan, Müslümanlığı seçerek farklı bir akış yaşamıştır. Ben hep Müslüman'dım. Onun iç savaşları olmuştur benim dışımda yıllarca süren savaşlar vardı. Kültürlerimiz, coğrafyamız, yaşadıklarımız birbirine benzemiyor. Aynı ve ayrı yanlarımız var tabi..
İlk sebep, Türkiye'yi ve İstanbul'u çok seviyorum. Bosna'da hayranlarımı kıskandıran bir sevgi bu.. Ayrıca çalışmalarıma farklı kültürlerden parçalar katmak, kültür birlikteliği sağlamak istiyorum. Bunun müziğin evrensel diliyle örtüştüğünü de düşünüyorum. Başka ülkelerden mesela; Türkiye, Hırvatistan, Sırbistan, Almanya, Hollanda, gibi ülkelerin ünlü sanatçılarıyla da ortak çalışmalarım oluyor. Bu kültür paylaşımı müziği güçlü kılacaktır diye düşünüyorum.
Bilirsiniz ki, tarih iktidardakilerin anlayışıyla yorumlanarak yazılır. Ne yazık ki, bizim tarihimizde komünist rejim denetiminde yazıldığından, kitaplarda ki tarih durumu böyle anlatmıyor. Fakat gerçeklerin parlaklığını örtmeye yanlışın gücü yetmez. Biz atalarımızdan, dedelerimizden öğrendiğimiz tarihimize inanıyoruz. Ve sizin tarihinizle bize büyüklerimizin anlattığı tarih örtüşüyor. Bugün bile dimdik ayakta duran, köprüler külliyeler, camiler, hanlar, hamamlar.. Dini inanç ve kültür birikimi.. Ve tabi su, Osmanlı'nın Balkanlar'a sayısız armağanlarından sadece bir kaçıdır.
Her şey, her yer.. İstanbul, şehirler içinde bir sultan benim için. Camileri ve Boğaziçi çok etkileyici..Bundan beş yıl önce Hollandalı bir arkadaşıma İstanbul'u çok sevdiğimi söylediğimde bana, “Yeterince yeşil değil.” demişti. Sevince bir şehri kusurlarını görmediğiniz için bu konuda tartışmıştık. Fakat şimdi görüyorum ki eskisine oranla çok daha yeşil ve yollarıyla, yerleşim alanlarıyla çok daha güzel bir şehir olmuş. Zaten manevi dokusu üzerine söyleyecek söz bulamıyorum.
Elbette. Ortak paydalarımızın büyük olduğu bir ülke benim için Türkiye. Birçok Türk sanatçıyı büyük beğeni ile takip ediyorum. İletişim kurduğum ve görüştüğüm Türk sanatçılarda var. Mustafa Sandal bunlardan biri.. Fakat benim önümde, aşmam gereken bir bariyer bir engel var ki; oda Türkçe bilmiyor olmam. Bu engeli kaldırmak için gayretim var. Ve belki ileride, Türkiye'de Müzik Prodüktörlüğü yapabilirim.
Niyetiniz çok önemlidir. Eğer niyetinizde inanç ve manevi değerler yer alıyorsa, her ses müzikleşebilir. Müziğinizde zikre dönüşe bilir. Her sesin müzik olma ihtimali vardır. Asra yemin edilmiş ilahi kitapta. Bizlere de asrımızı izlemek dinlemek gözlemlemek düşer. Her şey değişiyor. Eskiden ot, çalı çırpı evlerde barınılırdı. Şimdi büyük beton evler var. Eskiden kainattaki doğal seslerden başka ses duyulmazdı. Ama şimdi telefon sesleri, korna sesleri vs. birçok ses var. Doğru ritimle ve doğru amaçla değerlendirilen ses amacına hizmet eder. Niyetiniz ne ise ürettiğiniz şeyde niyetiniz doğrultusunda hedefini bulur. Niyetimiz; imanımız ve inancımız olur, “Allah'ın ipine” tutunursak her sesimiz neden zikir olmasın.. Ve tabi her ses neden müzikleşmesin?
İtalyan bir düşünüre ait şu ifadeleri hep hatırlarım. “Ahlaklı bir insanın tek yüzü olur. Ve etrafındakiler bu yüzle çoğalır.” Yani Ahlaklı iseniz ikiyüzlü olamazsınız ve sizin sahip olduğunuz tek yüz, kendine benzeyen yüzlerle muhatap olur ve bu bir zincir oluşturur. Bir de, hayatın kocaman bir tren olduğunu ve vagonlarında insanları temsil ettiğini düşünürüm. Her ruh özgürleşerek kendi yolculuğunu bir başına tamamlama arzusunu duyar. Bağını koparıp bağımsız bir serüvene atılmak ister. İşte bu harika bir yolculuktur..