|

Sır katibi konuştu

Türk edebiyatının önemli isimlerinden Samiha Ayverdi’nin kitaplarından özel mektuplarına kadar bütün yazılarını 36 yıl boyu daktilo eden Aysel Yüksel hatıralarını Sır Katibi adıyla kitaplaştırdı. Yüksel, romanları edebiyat dünyasında büyük ses getiren Ayverdi’nin yazmaya şeyhinin yönlendirmesiyle başladığını sonraki yıllarda toplumun siyasi ve sosyal yaralarını ele alan yazışmalara ağırlık verdiğini belirterek, “Ölümüne kadar yazmaya devam etti ve bugün hala yayınlanmamış eserleri var” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 25/03/2018 Pazar
Güncelleme: 22:59 - 24/03/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
Aysel Yüksel hatıralarını Sır Katibi adıyla kitaplaştırdı.
Aysel Yüksel hatıralarını Sır Katibi adıyla kitaplaştırdı.

Aysel Yüksel; Çapa Eğitim Enstitüsü’nden Hocası Nihad Sâmi Banarlı’nın daveti üzerine 1957’de İstanbul Fetih Cemiyeti’nde çalışmaya başlamış ve bu vesileyle tanıştığı dönemin ünlü yazarlarından Sâmiha Ayverdi’nin 22 Mart 1993’te vefatına kadar gönüllü olarak sekreterliğini yapmış ve ‘sır kâtibi’ olmuştur.Önce Sâmiha Ayverdi’nin kitaplarının tashihlerini yapan, daha sonra yazılarını ve mektuplarını daktilo eden Aysel Yüksel 36 yıllık bu birlikteliği anlatan bir kitaba imza attı. Önümüzdeki ay Kubbealtı Yayınları arasında okurla buluşacak olan “Sır Katibi/Sâmiha Ayverdi ile 36 yıl” adlı kitaptan yola çırakak Yüksel ile hem Sâmiha Ayverdi’yi hem de tanıklık ettiği son 50 yılın kültür sanat ortamını konuştuk.

* Kitabınızda hocanız Nihad Sâmi Banarlı’nın daveti üzerine İstanbul Fetih Cemiyeti’nde çalışmaya başladığınızı söylüyorsunuz.

Evet Nihad Sâmi Bey, Çapa Eğitim Enstitüsü’nü bitirdiğim senenin ekiminde ‘İstanbul Fetih Cemiyeti’nde bir sekretere ihtiyâcımız var. Bana da bir asistan lâzım’ bizimle çalışır mısın? dedi. Haziranda mezun olmuş, Urfa Erkek Sanat Enstitüsü’ne Türkçe öğretmeni olarak tâyin olmuştum. Urfa’ya gidemeyince bir Demir Bank’ın Şişli şubesinde işe başladığımın ikinci haftasında hocamdan gelen telefon üzerine kendi mesleğimle ilgili konularda hocamla çalışmak bana daha câzip geldi. Hemen istifâ ederek hocamın yanında çalışmaya başladım.

* Sâmiha Ayverdi ile Nihad Sâmi Banarlı vasıtasıyla tanışıyorsunuz değil mi?

Evet, ben 1957 yılında çalışmaya başladım. O dönemin entelektüel çevresi Fetih Cemiyeti’nin bünyesinde 1954 yılında İstanbul Akademisi’ni kurmuştu. Bu ekipteki isimlerden biri de Sâmiha Ayverdi idi ve hocam gelen misafirleri tanıtırken ‘hanımefendi’ye dikkat et’ diye beni uyarmıştı. Elini öptüm ve o an aramızda sıcak bir muhabbet doğdu.

* İstanbul Enstitüsü’nde başka kimler vardı?

Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Nihad Sâmi Banarlı, Târihçi ve Yazar Haluk Şehsuvaroğlu, Reşat Ekrem Koçu, Bizans Târihçisi Feridun Dirimtekin, Anayasa Profesörü Sıddık Sâmi Onar ve Mîmar Fatin Uluengin gibi memleketimizin tanınmış ilim ve kültür adamlarının âzâ olduğu bu toplantıda, toplantının zaptını tutmakla da görevli idim.

* Neler konuşulurdu?

Yukarıda ismini söylediğim zevat, her ay bir araya gelir, İstanbul’la ilgili meseleleri konuşur, çözümü için gerekli kuruluşlarla temasa geçerler, îcap eden yerlere yazılar yazılırdı. İstanbul’un tarihi eserlerini, aksaklıklarını, güzelliklerini konuşurlardı. Zâten, toplantıya katılan isimlerin bir kısmı aynı zamanda İstanbul üzerine çeşitli gazete ve dergilerde yazarlardı.

* Sâmiha Ayverdi ile nasıl bir çalışma yürütüyordunuz?

Fetih Cemiyeti’nde çalışırken zaten kitaplarını yayına hazırladığımız için tashihleri yapıp kendisine götürmek üzere evine gidip geliyordum. “Daha sık gel” diyordu. Önceleri haftada iki üç gün gidiyordum yazılarını, mektuplarını daktiloya geçiriyordum ancak 1980 emekli olduktan sonra her gün gitmeye başladım.


SEN DE YAZARSIN

* Sâmiha Ayverdi’nin bağlı bulunduğu şeyhi Ken’an Rifâî Hazretleri’nin yazması için tavsiyede bulunması üzerine yazmaya başlıyor diye anlatıyorsunuz kitabınızda?

İlk kadın felsefecilerimizden olan ve aynı zamanda Sâmiha Ayverdi’nin hem arkadaşı hem de akrabası ve kendisi gibi Ken’an Rifâî Hazretleri’nin yakın talebesi olan Semîha Cemal Hanım 1930’lu yıllardan sonra hastalanıyor. Gittikçe ağırlaşıyor. Onun öleceğini anlayan Sâmiha Ayverdi çok üzülüyor, ağlayarak onun yerine ölmek istediğini söylüyor. Niçin sorusuna ‘çünkü o yazıyor ‘ diyince mürşidi “Öyle ise sen yazarsın “cevabını veriyor. O günleri anlattıktan sonra: “Artık ben de yazmaya başladım” demişti.

KENAN RİFAİ DAYISININ ARKADAŞI

* Ken’an Rifâî Hazretleri’yle tanışıklığını da kitapta anlatıyorsunuz. Ayverdi’nin dayısıyla Ken’an Rifâî Hazretleri Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşları. Yıllar sonra gene bir araya geliyorlar ve önce dayı daha sonra da aile efradı ile mânevî yakınlıkları oluyor değil mi?

Evet. Ailece böyle bir yakınlıkları oluyor.

* Rifâî Hazretleri’nin etrafında dönemin ünlü kadın yazarlarından başka isimlerde var. Hattâ Sâmiha Ayverdi, Nezihe Araz ve Safiye Erol birlikte Efendilerini anlatan bir kitap yazıyorlar.

Evet ekipte Sofi Huri hanım da var. Banarlı Hocam ile de bu kitap vesilesiyle tanışıyorlar. 3 Kasım 1951 yılında Nezîhe Araz, Safiye Erol ve Sofi Hûri Hanım ile berâber yazdıkları Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık kitabını bitirince Sâmiha Ayverdi, ağabeyisi Ekrem Hakkı Ayverdi Beyefendi’nin evinde edebiyat, kültür ve tasavvuf âlemine tanıtma toplantısı düzenlediklerini anlatmıştı ve şöyle demişti: “O toplantıya edebiyat ve kültür hayâtımızın birçok mühim sîmâsı dâvet edilmişti. Toplantı, bunlardan sâdece iki kişiye çok tesir etti ve bizimle derûnî bir yakınlık kurdu. Bunlardan biri Nihad Sâmi Banarlı diğeri Şekip Tunç’tu.”


20 SENE BİRLİKTE ÇALIŞTILAR

* Banarlı da bu tanışmadan sonra ekibe katılıyor ve bu sefer de birlikte Ken’an Rifâî’nin Mesnevî Şerhi’nin kitaplaşması için çalışıyorlar değil mi?

Bu çalışma benden önce başlamış 1953-54 yıllarında. Ancak 1968-69’lı yılların sonunda tamamlandı ve 1973’de neşredildi. Daha önce bu çalışmanın sekreteryasını Sabriye Çökmez Abla yürütürken 1960‘lardan îtibâren Sâmiha Annemizin arzusuyla bu çalışmaları devralmış oldum. Yirmi seneyi bulan bu değerli çalışmalar sonunda neşredildi.

* Bu çalışma nasıl yürütülüyordu?

Her salı Sâmiha Ayverdi, Nihad Sâmi Banarlı, Nezihe Araz, Safiye Erol, Sofi Hûri’den meydana gelen bu beş kişilik ekipten birinin evinde buluşulurdu. Akşam yemekten sonra çalışmaya geçilirdi. Ken’an Rifâî Mesnevî’yi şerh ederken dinleyenler içinde dört - beş kişi devamlı not tutmuşlar. Sâmiha Ayverdi bu notların tutulduğu defterleri karşılaştırarak bir metin hazırlardı. Sofi Huri Hanım da Nikolson’unkini tâkip eder, sonra bu metin günümüz insanının anlayacağı şekilde ifâde edilir, ben de bu metni alır evde daktilo ederdim.

* Sâmiha Ayverdi ilk romanı Aşk Budur’u 1938 yılında yayınlıyor yine Kenan Rifâî’nin vasıtasıyla kitap basılıyor değil mi?

Aslında Sâmiha Ayverdi’nin amacı kitap yazmak değil. Okuduğu bir kitaba veya yazıya reaksiyon niteliğinde Aşk Budur’u yazıyor .15 günde yazdığı bu romanı bitirince de Ken’an Rifâî’ Hazretleri’ne okuyor. Mürşidinin ısrarı ile bu ilk kitabı çıkıyor.

* Edebiyat dünyasında nasıl bir karşılık buluyor?

Aşk Budur edebiyat âleminde çok büyük bir alâka görüyor. Hakkında basında birçok yazı yazılıyor.O dönemle ilgili kendisiyle yapılmış mülakatlar, romanları üzerine yazılmış yazılar var. Bunlar Ayverdi Enstitüsü, Sâmiha Ayverdi Arşivi’nde bulunmaktadır. Dönemin kadın yazarları arasında önemli bir yere sahip ancak roman yazmayı 1948’de bırakıyor. Artık İstanbul Geceleri, Edebî ve Mânevî Dünyâsı İçinde Fâtih, İbrâhim Efendi Konağı, Boğaziçi’nde Târih,Türk Târihinde Osmanlı Asırları gibi târihî, fikrî ve sosyal ağırlıklı eserleri birbirini tâkip ediyor.

  • İLGİ YENİDEN ARTTI
  • Ancak 1965’lerden sonra memleketimizdeki sağ- sol kavgaları, siyâsî çekişmeler, materyalist dünyaya duyulan alâka, dilde yozlaşma ve öztürkçe akımı gibi sebepler hakkındaki yazıların azalmasına yol açıyorsa da 1980’lerden sonra artık insanlar mânevî değerlere olan ihtiyaçları artmış olacak ki, kendisine ve eserlerine alâka gittikçe artarak devam etmeye başladı. Hâlen hakkında basında çıkan yazılar, dolaylı olarak eserlerinden alıntılar hakkında yapılan tezler artarak devam etmektedir. Meselâ şu anda ilâhiyat ve edebiyat fakültelerinde hakkında yapılan tezlerin sayısı 33’ü bulmuştur.

ROMANLARINI KENDİ SADELEŞTİRDİ

* 1970’li yıllarda ise Türkçenin yozlaşmaya başladığını ve bu yüzden Ayverdi’nin yeni neslin yeniden yazdığı romanları okuyup anlaması için sadeleştirme yaptığını söylüyorsunuz. Bu dönemi anlatır mısınız?

O dönemin ders kitaplarına üniversite sorularına bakın Türkçe’nin nasıl yozlaştığınızı görürsünüz. Buna Nihad Sâmi Banarlı da Sâmiha Ayverdi de çok üzülürdü. Bir sonraki nesil bir önceki neslin dilini anlamıyordu ve Ayverdi 1938’den başlayarak o yıllarda yazdığı romanları tekrar sadeleştirdi, romanlarındaki bâzı pasajları çıkarttı. Sâmiha Ayverdi Külliyâtı bu şekilde yeniden basıldı.

* Dili sadeleşince satışlara yansıdı mı?

Evet kitapları tekrar ilgi görmeye başladı. Ama bunun sebebi sâdece dil değil, az önce söylediğim hususların da tesiri oldu tabîî.

* ‘Sâmiha Ayverdi’nin sır kâtibi’ olarak anıldığınızı çok sonra öğreniyorsunuz..

Evet, bu ismi Sâmiha Ayverdi üzerine doktorasını yapan Banuçiçek Kırzioğlu adlı akamisyenden ilk kez duydum. “Doktorasını yaparken kaynaklar arasında beni “Sâmiha Ayverdi’nin sır kâtibi” olarak yazmış. Daha sonra kendisi de 1986, 87, 89’daki kitaplarının ithaflarında “Sır kâtibimiz” ifâdesini kullandılar.

* Bunun sebebi sadece kitaplarını değil mektuplarını da sizin daktilo etmenizden dolayı değil mi?

Sebeplerden birisi bu olsa gerek. Arşivimizde 3 bin 500 mektup var. Basının ona verdiği isimlerden biri Vatan Ana idi. Türkiye’nin her yerinden, hapisdeki bir kişiden tutun da devletin çeşitli kademedeki insanına kadar çok çeşitli konularda konuşmak, dertleşmek, fikir almak,veya ihtiyaçlarına cevap aramak yollu çok mektup alır ve bunların hepsini de cevaplandırırdı.

Bunlar arasında arşivimizde mesela Hâlit Ziya Uşaklıgil, Necip Fazıl, Ahmet Muhip Dranas, Adile Ayda, Annemarie Schimmel gibi fikir, sanat ve ilim adamlarının o dönemde Sâmiha Ayverdi’nin çıkan romanları hakkında mektuplaşmaları var .Yine devrin devlet adamlarına yazılan mektuplar raporlar var.


BUNLAR ARTIK SON YAPRAKLAR

* Fetih Cemiyeti’nden emekli olduktan sonra daha sık çalışıyorsunuz. Yazmayı bıraktığı oldu mu?

Hayır, son yıllarda daha verimli çalıştı. Hattâ 1991 yılına kadar her yıl bir kitabı neşredildi. Ancak son zamanlarda yazıları için:“Bunlar artık ağaçtaki son yapraklar” derdi.

* Yayınlanmamış yazıları var mı?

O son dönem yazılarından iki-üç kitap daha çıkar.Ayrıca elimizde gençlerle yaptıkları 28 konuşma bandının çözülmüş metinleri var. Devlet adamlarıyla yazışmaları var.


Ayşe Sultan Abdülhamit için üzgündü

* Kitabınızda Abdülhamit’in kızı Ayşe Sultan’a yaptığınız bir ziyaretten bahsediyorsunuz. Sâmiha Ayverdi’yi evlerine davet eden bir mektup yazmış diyorsunuz...

Evet o mektubu ilk kez bu kitapta yayınladık. Arşivimizde Ayşe Sultan ve oğlundan Sâmiha Ayverdi’ye gelmiş üç mektup var.

* Bu ziyaretten duyduğunuz üzüntüyü de anlatıyorsunuz.

Sâmiha Ayverdi, Ayşe Sultan’a yapacağı bir ziyârete beni de götürmüştü. Serencebey Yokuşunda olan ve zamanında saray uşaklarının oturduğu, artık iyice eskimiş, üstelik kirâ ile oturdukları harap binâya girdik. Koskoca Osmanlı Sultânı İkinci Abdülhamid’in Kadın Efendisi ve Kızı Ayşe Sultan’ın, üstelik kirâ ile oturdukları ev adeta harabe halindeydi. Gıcırdayan tahta merdivenlerden yukarı çıktık. Yer yer sıvası dökülen duvarlar bezle yamanmış, perdeler güneşten solmuş, mütevâzi eşyâlarla döşenmiş fakat yer yer duvarları süsleyen veya masa üzerinde bulunan ecdad hâtıralarıyle kıymetlenmiş, asâletle tevâzuun kaynaştığı bir salona buyur edildik.

* Ayşe Sultan ne zaman dönmüştü İstanbul’a?

Hükûmetin sâdece hânedâna mensup hanımların dönmesine müsâade etmesinden sonra 1952’de Türkiye’ye dönmüşler. Ayşe Sultan o târihten îtibâren annesi Müşfika Kadın Efendi ve küçüklüğünde rahat uyusun diye dadısı tarafından afyonla uyutulan bu yüzden aklen hasta olan konuşamayan ve konuşulanları da anlayamayan bu sebeple de kendisi ile berâber yurda dönmesine izin verilen oğlu ile birlikte orada oturuyorlarmış bu evde.


TARİH KİTAPLARI DOĞRU DEĞİL

* Nasıl karşılandınız ne konuşuldu?

Ayşe Sultan teşrif ettiler, Sâmiha Annemizle birlikle ellerini öptük, Ayşe Sultan’ın oturmasını bekledik sonra yerlerimize oturduk. Ayşe Sultan da hâli, tavrı, konuşması ve edâsıyle bir “Sultan” olduğunu bizlere anlatıyordu. Öyle mağrur ve ben Abdülhamid Han’ın kızıyım edâsında değildi. Mütevâzı, samîmî fakat bu samîmiyet içinde her hâlinde asâleti belli oluyordu. Konuşmalar sırasında söz Sultan Abdülhamid’e gelince babasının söylenildiği kadar müstebit olmadığını, ancak devrin siyâsî durumu onu bâzı tedbirler almaya zorladığını belirterek târih kitaplarında tersini okuduğumuz bâzı hakîkatlerin iç yüzünü de anlattı.

MECLİSİ KAPATMAK ZORUNDA KALDI

* Ne anlattı?

Anlattıkları bizim okullarda okuduğumuz gibi değildi. Ayşe Sultan’ın babasından duyduğu olayların sebebi çok başka idi. Buna göre Sultan İkinci Abdülhamid tahta çıktığında Birinci Meşrûtiyet’i îlân ediyor. 1876-78 seneleri arasında iki sene Türk, Arap, Ermeni, Yahûdi, Rum, Arnavut gibi çeşitli ırk ve millete mensup mebusların toplandığı bu meclis çalışıyor. Çalışıyor ama ne zaman memleket lehine bir mesele konuşulursa her mebus kendi milleti lehine bir karar çıkması için uğraşıyor. Mebuslar imparatorluğun her yerinden seçildiği, böylece Türk mebuslarının sayısı diğerlerinin toplamından az olduğu için bir türlü memleket menfaatini gözeten kānunlar çıkamıyor, kararlar alınamıyor. Bu yüzden İkinci Abdülhamid, müstebit olduğu için değil, ülkesinin menfaati için meclisi kapatmak zorunda kalıyor. Ne yazık ki dış mihrakların Abdülhamid aleyhine açtıkları kampanyaya kanan devrin münevver geçinenleri bile bu hakîkati göremiyor, dış güçlerin iftirâlarına kanıyor, târih kitapları da hakîkatleri onların gözü ile görüyor diye üzülüyordu.

* Başka bir şey anlattı mı?

Bir de târihçi İsmâil Hâmî Dânişmend’in tedkik edip geri vermek üzere kendisinden aldığı mühim evrâkı defâatle istediği halde iade etmeyişine üzülüyordu. Kendisi de Babam Abdülhamid isimli bir hâtıra kitabı yazmayı düşünüyordu.


Yahya Kemal kitaplarını görmeden vefat etti

* Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi’nin kuruluş aşamasında da bulunuyorsunuz. Bu Enstitü nasıl kuruldu?

Yahya Kemal ile Nihad Sâmi Banarlı Hocam çok samimi ve yakın idiler. Hocamızla haftada üç dört kez görüşürlerdi. Hocam o sıralarda Hürriyet gazetesinde yazıyordu. Yahya Kemal’e de gazetede şiirlerini yayınlaması için ısrar edince o da haftada bir gün aynı gazetede şiirlerinin yayınlanmasına müsaade etmişti. Hocamız, ayrıca Yahya Kemal’i, şiirlerini kitap hâlinde toplamaya iknâ etmiş ve berâber kitaplarının ismini de tesbit etmişlerdi.

Ne yazık ki büyük şâir daha kitaplarının hazırlık safhasına geçmeden 1958’de vefat etti. Hocamız ve Ekrem Hakkı Ayverdi Beyefendi, birlikte böyle bir enstitü kurmaya karar verdiler. Yahya Kemal’in şiirlerini ve gazetelerde çıkan yazılarını topladık. Bütün bu aşamalarda hocam ve arkadaşlarımla zevkle çalıştım. Bu arada Yahya Kemal Müzesi’nin kurulması faaliyetleri, Yahya Kemal Mecmuası’nın hazırlanması çalışmaları da at başı berâber yürüyordu. Günlerce gece 10-11’lere kadar süren çok yoğun bir çalışma içinde fakat çok zevkle çalışıyorduk.

BANARLI’NIN EMEĞİ ÇOK BÜYÜK

* Yahya Kemal’in yayınlanmamış eseri kaldı mı?

Hayır çok sıkı bir çalışma yaptık yarım kalmış şiirlerine kadar her şeyi yayınladık. Ama şunu söyleyeyim bugün Yahya Kemal’in bu kadar tanınmasında Nihad Sâmi Banarlı Hocamınnın büyük emeği vardır. Yahya Kemal’in şiirlerinin kitaplaşması için hocamız çok ısrar etmiş, bunlar Kendi Gökkubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyle, Ömer Hayyam Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş ve Bitmemiş Şiirler adıyle neşredildi. Arkasından Aziz İstanbul, Eğil Dağlar gibi nesir kitapları neşredildi.


İlk kadın lugatcımız İlhan Ayverdi

* Türkçenin yozlaşmasının önüne geçmek için bir akademi de kuruyorlar değil mi? Nasıl kuruldu bu akademi?

Sâmiha Ayverdi, İlhan Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Banarlı Hocam, Fâruk Nâfiz Çamlıbel, Fevziye Abdullah Tansel, Fâruk Kadri Timurtaş ve edebiyat âleminin diğer değerli isimleri ve dilci Prof. Tahsin Banguoğlu bu yozlaşmayı sık sık konuşuyor, bu durumu düzeltmek için çareler arıyorlardı. Türkçenin gittikçe fakirleşmesi, ses güzelliğini kaybetmesi, uydurma kelimelerin çokluğu nesillerin arasını açmış olması gibi sebepler hepisinin yüreğini yakıyordu. Nihâyet bu konuşmaların netîcesinde Kubbealtı Dil Akademisi kuruldu.

34 YILDA TAMAMLANDI

* Ardından da bu kurul lugat çalışmasına başlıyor. Bu lugat çalışmasının başında da Ekrem Ayverdi’nin eşi İlhan Ayverdi var değil mi?

Evet, Türkçenin ihtiyâcı olan bir lugat hazırlanmasına karar verildi ise de sonunda bu büyük mesâî ve zaman isteyen çalışma İlhan Abla’nın üzerinde kaldı. 34 sene emek verdiği Misalli Büyük Türkçe Sözlük 2005 yılında tamamlandı ve kendisi de ilk kadın lugatçımız olarak edebiyat târihimize geçti.

#Semiha Ayverdi
#Aysel Yüksel
6 yıl önce