|

Su israfından hepimiz sorumluyuz

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli, ülkemizde kişi başı su tüketiminin gıda ve kullandığımız eşyalar da dahil 5 bin 400 litreye ulaştığını belirtiyor ve herkese bu konuda büyük görev düştüğünü hatırlatıyor.

Ayşe Olgun
04:00 - 7/02/2021 Pazar
Güncelleme: 21:07 - 6/02/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Dünyada ve ülkemizde son zamanlarda en çok konuşulan konuların başında kuraklık ve su sorunu geliyor. Geçtiğimiz günlerde WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) bu konuya dikkat çekmek için bir toplantı düzenledi ve ülkemizi bekleyen su sıkıntılarını ve alınan önlemleri paylaştı. Özellikle de ülkemizde başta İstanbul olmak üzere 10 şehirde yaşanacak su sıkıntılarına dikkat çekildi. Peki bu su sorununa karşı nasıl bir önem alınmalı? Neler yapılmalı? Su sorunu bizi nasıl etkileyecek? Merak ettiklerimizi WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli cevapladı. Buyrun.

-Son zamanlarda en çok konuşulan, tartışılan konuların başında su sorunu geliyor. Yaptığınız çalışmalarda su sıkıntısı özellikle ülkemizdeki 10 şehirde öne çıkıyor. Öncelikle bu 10 şehirde, genelde ise tüm Türkiye’de alınacak acil önlemler neler olmalı? Neler söylersiniz?

Belirttiğiniz gibi son günlerde su sorununu sıkça tartışıyoruz çünkü bütün bilimsel veriler su krizinin kapımızda olduğunu gösteriyor. Büyüyen kentleri ve artan nüfusu ile su sıkıntı ile karşı karşıya olan ülkemiz bugün artık su fakiri olma yolunda ilerliyor. WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı)’nın gerçekleştirdiği Su Riski Filtresi çalışmasına göre küresel ölçekte su riski yüksek şehirlerin arasında ülkemizden 10 şehir - İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya- yer alıyor.

Bu gelişmelerden hareketle suyun bize ulaşana kadar geçtiği uzun ve zorlu yolculuğa dikkat çekmek için Suyun Yolculuğu kampanyamızı başlattık. Genellikle barajlardan ya da musluktan gelen bir kaynak olarak algıladığımız su, uzun serüveni boyunca önce dağların zirvesindeki kaynaklardan beslenir, ormanlarda düzenli akışa geçer, sulak alanlarda ve yer altı kaynaklarında birikerek evlerimize kadar ulaşır aslında. Su dediğimizde ormanları; nehirlerin, göllerin ilişkide olduğu sulak alanlar ve yer altı sularının bütününü göz önüne almamız gerekiyor. Bu nedenle suyumuzu korumaya da, öncelikle suyun doğduğu ve bize ulaşana kadar geçtiği yolları koruyarak başlamalıyız.

-Bu sıkıntı en çok kimleri etkileyecek?

Unutmayalım ki susuzluk bireyler, iş dünyası, tarım başta olmak üzere bütün sektörler, karar vericiler, belediyeler için ortak bir risk. Bu nedenle alınacak önlemlere de bütüncül bakarak adeta seferberlik ruhuyla hareket etmeliyiz. Tarımda sulama yöntemlerimizi iyileştirilmesi; sanayide suyu kirletmeden, verimli kullanan temiz üretim yatırımlarına geçilmesi; kentlerimizde, tarımda yağmur suyu hasadı gibi ekolojik uygulamaların teşvik edilmesi; atık su deşarjlarının denetimlerinde sıfır tolerans yaklaşımını benimsenmesi; kentlerimizde dağıtım kayıplarının ve kaçakların önüne geçilmesi ve insan ve doğanın su ihtiyacını bütünsel bir yaklaşımla ele alacak bir Su Kanununun hazırlanarak bir an önce hayata geçirilmeli. Bireyler olarak bizler de evlerimizde her damlayı tasarruf ederek; tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek suyumuza sahip çıkmalıyız.

TARIM YÜZDE 73’LÜK DİLİMİ OLUŞTURUYOR

-Tarım, su sorununda öne çıkan en önemli sektör diyebilir miyiz? Bu sektörler için nasıl bir yol haritası öneriyorsunuz?

Ülkemizde su kullanımında tarım sektörü yüzde 73’lük pay ile başı çekiyor. Bu nedenle modern ve akılcı sulama sistemlerinin desteklenmesi şart; hatta destek yerine hibe olmalı çünkü çiftçi için oldukça maliyetli sistemler ve suyun maliyeti ile karşılaştırıldığında çiftçinin bu yatırımı tercih etmemesi anlaşılabilir. Su bastırma şeklinde yapılan sulamada hem toprağı oksijensiz bırakmış oluyorsunuz ki toprağın içindeki canlıların da oksijene ihtiyacı var; hem de gereksiz yerlerde nemlilik yaratmış oluyorsunuz ki bu da mantar hastalıklarına davetiye çıkarıyor, Üstelik bir yandan da mekanik olarak toprağın tuzlanmasına sebep oluyorsunuz. Ancak modern sulama sistemlerinde bitkiye sadece ihtiyacı kadar ve ihtiyacı olan yerde (kök çevresinde) su verdiğinizde salma sulamada yaşanan sorunlar büyük ölçüde ortadan kalkmakta.

-Başka neler yapılabilir?

Modern sulama sistemlerinin yanı sıra sürdürülebilir toprak yönetimi de benimsenmeli. Su yönetimi ile toprak yönetimi tarımsal üretimde birbirinden ayrılamaz. Toprağın organik maddesini arttırdıkça, derin işleme yöntemlerini terk ettikçe, toprağın üstünü boş bırakmadıkça malçlama yapmaya örtü bitkisi kullanmaya devam ettikçe yeşil gübreleme yaptıkça ve topraktaki canlılığı korudukça ve destekledikçe toprak da tarımsal üretimi desteklemeye devam edecektir. Bu pratiklerle su tutma kapasitesi ve biyolojik canlılığı artırılmış bir toprak, gittikçe toza dönüşmenin aksine hem kuraklığa hem de taşkınlara karşı daha dirençli olacaktır. Su döngüsünü ve toprağı onaran bu uygulamalar tarımın da daha az girdi kullanılarak yapılmasını sağlayacaktır. Bunun için agroekolojik yaklaşımların ve bu yaklaşımı benimseyen çiftçilerin desteklenmesi gerekmekte.

AŞIRI YAĞIŞLAR DA RİSK OLUŞTURUYOR

-Tarım sektöründe sulama sisteminin yanında daha az su tüketen ürünlere göre de bir tarım politikası üzerinde çalışmalar yapılıyor. Tarım sektöründe hangi bölgeler risk altında? İklim ve bitki örtüsü, yetiştirilen ürünler su kriziyle birlikte nasıl bir değişim gösterecek? Hangi yerli ürünlerimiz su sorunu karşısında tehlike altında?
Su sorunu karşısında en şanslı bölgeler ve tarım ürünleri hangileri?

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz havzası risk altında ancak sadece kuraklık değil zamansız ve aşırı yağışlar, zamansız sıcak ve soğuk hava olayları aslında tüm Türkiye için risk oluşturmakta. Bunun için dirençli tarımsal sistemler kurulması gerekmekte. Çiftçinin kadim bilgisini hatırlaması ve tekrar kullanmaya başlaması çok önemli. Örneğin buğdaydaki atalık çeşitler kuraklığa dayanıklı ve fazla bakım gerektirmeyen çeşitlerdir. Ancak çiftçimizin yerel yetiştiricilik bilgisinin keşfedilmesi, devam ettirilmesi ve agroekolojik uygulamalarla desteklenmesi gerekli. Bunun için enstitülerin kurulması veya belediyelerin, il, ilçe tarım müdürlüklerinin, ziraat odalarının ve ilgili tüm paydaşların bu konuda ar-ge çalışmaları yapması gerekmektedir.

DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

Vakıf olarak yaptığımız çalışmalar neticesinde gördük ki, bugüne kadar çok fazla su istediği düşünülen bazı bitkiler, örneğin bizim de üzerinde çalıştığımız pamuk, aslında damla sulama sistemi ile de çok iyi verim sağlamakta. Genel kanının aksine, pamuk bitkisi kuraklığa dayanıklı bir bitkidir ve çok fazla sulamak verimi artırmaktan daha ziyade mantar hastalıklarını ve zararlı riskini artırmaktadır. Üstelik pamukta su basması yöntemi beraberinde “önleyici ilaçlama” denilen bir yaklaşımı getirmektedir. Su bastırılan araziye birkaç gün giremeyecek olan çiftçiler önlem niteliğinde, “olur da o süre zarfında zararlı gelirse” diyerek karışık pestisit uygulaması yapmakta ve bu da yine doğru bilinenin aksine zararlılarda direnç oluşturmaya ve bir sonraki neslin daha “yok edilemez” olmasına sebebiyet vermektedir. Aynı zamanda gene vakfımızın yürüttüğü anıza ekim yöntemi ile buğday üretiminde sulama yapılmaksızın başarı sağlanabilmektedir.

10 yılda bulaşıcı hastalıklar artacak

  • -Su sorunu dünyada ve ülkemizde sanayiden teknolojiye, moda dünyasından beslenme alışkanlığına kadar ne tür değişimlere sebep olacak?
  • Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Raporuna göre, önümüzdeki 10 yıl boyunca dünya ekonomisini etkileyecek ilk beş risk bulaşıcı hastalıklar, kitle imha silahları ile iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve su krizini de kapsayan doğal kaynak krizi olacak. Temiz ve erişilebilir su, bireyler kadar üretim için de gerekli. Ancak, mevcut suyun miktar bakımından azalması, suya talebi olan sanayi ve tarım sektörlerinde rekabete neden olabilir ve üretim hacmini olumsuz etkileyebilir. Su risklerinin farkında olan iş dünyasındaki bazı uluslararası firmalar, tedarik zincirlerinde suyun verimli kullanımı konusunu önceliklendirmiş durumda ve üreticilerini dönüştürme yönünde adım atmaya başladılar.
  • Bunun örneklerinden bir tanesini tekstil sektöründe görüyoruz. Moda, giyim ve tekstil endüstrisinin doğal kaynaklar üzerinde etkisi büyük. 2015 yılında 79 milyar metreküp su tüketimi, 1.715 milyon ton CO2 salınımı ve 92 milyon ton atık üretimi gerçekleştiren tekstil sektörü, dünyanın en kirletici endüstrileri arasında. Üretimin bu haliyle devam etmesi durumunda, bu rakamların 2030 yılına kadar en az yüzde 50 artacağı tahmin ediliyor.
  • Tedarik zincirindeki iyileştirmeler tekstil sektöründe üretim ve tüketimde, su kaynakları üzerindeki etkilerini, sera gazı emisyonlarını ve zararlı kimyasalların kullanımını azaltan temiz üretim gibi çevreci üretim uygulamalarına geçiş için ortak hareket başlamış durumda. Tekstil sektörü üretimin etkisinin en aza indirildiği, ürün ve malzemelerin daha dayanıklı hale getirildiği, bu faaliyetlerin tedarik zinciri boyunca tanıtıldığı ve uygulandığı yeni bir normale dönüşe öncülük etme potansiyeline sahip.

Su tasarrufuna sen de katkı sağla

-Kişisel olarak su orununa karşı herkese düşen görev nedir? Ne tür önerilerde bulunuyorsunuz?

Bireyler olarak öncelikle evlerimizde her damlayı tasarruf etmemiz gerekiyor. Banyolarımızda bir musluktan dakikada 14 lt su aktığını aklımızda tutarak ellerinizi yıkarken, dişlerinizi fırçalarken ve tıraş olurken musluğu kapalı tutmalıyız. Öte yandan damlayan musluklar da günde 4 litre kadar suyun boşa gitmesine neden olur. Damlayan muslukların mutlaka tamir edilmesi gerekir. Su tasarrufu sağlayan duş başlıklarını tercih edilmesi, musluklara suya hava karıştırarak, yüzde 30’a varan oranda tasarruf sağlayan perlatör takılması, sifonlarda küçük hazne tercih edilmesi, duş sürelerinin mümkün olduğunca kısa tutulması da alınabilecek tedbirler arasında yer alıyor. Mutfaklarımızda ise bulaşıkları elde yıkamak yerine bulaşık makinesini tercih ederek ve makinemizi tam dolu olarak çalıştırarak hem su, hem enerji tasarrufu sağlayabiliriz. Elde su yıkamamız gerektiğinde suyu kapalı tutarak ve su dolu bir leğen kullanarak su tüketimimizi azaltabiliriz. Aynı şekilde meyve ve sebzelerimizi de akan su altında değil de su dolu bir kapta yıkamak, bu suyu daha sonra bitkilerimizi sulamak için kullanmak da bir tasarruf tedbiri. Evlerimizde kullanılan suyun, toplam su tüketimi içindeki payının yüzde 16 olduğu ülkemizde kişi başına günlük su tüketimi 216 litre. Yukarıda doğrudan su kullanımına yönelik önerilerimize değindik. Öte yandan bir de sanal su, yani gıdamız ve kullandığımız eşyaların üretiminde kullanılan su var. Bu miktar dikkate alındığında ise kişi başına su tüketimimiz günde 5 bin400 litreye çıkıyor. Şöyle ifade edeyim. 1 yıl kullanmaya yetecek tek bir su deposu olsaydı, mevcut kullanım şeklimizle bu depo 2. haftanın sonunda tükenmiş olurdu. Suyumuzu korumak için tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz, ihtiyacın üstünde her türlü tüketimden kaçınmamız da büyük önem taşıyor. Örneğin bozulan eşyalarımızın yerine yenisini almak yerine tamir ettirerek, ikinci el eşya kullanarak, enerji tasarrufu sağlayan ürünleri tercih ederek, beslenmemizde ve tüketim alışkanlıklarımızda üretim süreçlerindesu ayak izi yüksek gıda ve ürünlerden kaçınarak da ciddi miktarda su tasarrufu sağlayabiliriz.

#Su
#İsraf
#WWF
3 yıl önce