|

Tamamlanamayan Çember

Balkan edebiyatının usta ismi Meşa Selimoviç’in yarım kalmış romanı Çember, Ketebe’den çıktı. Tamamlansaydı ikinci bir Savaş ve Barış olacaktı denilen kitap, mevcut haliyle de bir başyapıt. Yugoslavya’daki komünizmin yapısökümünü ortaya döken roman, konusuyla, üslubuyla ve anlatım biçimiyle okuru düşünmeye sevk ederken, bitmemiş sonuyla zihinlerde çarpıcı bir soru işareti bırakmayı başarıyor.

Arzu Şahin
04:00 - 15/08/2021 Pazar
Güncelleme: 22:32 - 14/08/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Roman, kahramanımız Vladimir’in, ağabeyi başta olmak üzere anne ve babasını da kaybettiği baskın sahnesiyle açılıyor.
Roman, kahramanımız Vladimir’in, ağabeyi başta olmak üzere anne ve babasını da kaybettiği baskın sahnesiyle açılıyor.

Balkan edebiyatının önemli isimlerinden, Derviş ve Ölüm’ün yazarı olarak tanınan Meşa Selimoviç’in kaleme aldığı Çember, Ketebe Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Yazın hayatına geç başlasa da birbirinden güzel kitaplara imza atan Selimoviç, romanda komünist Yugoslavya’nın çelişkilerini, sistemdeki arızayı ve zulmü bireyler üzerinden anlatıyor. Komünizmin yapısökümünü ortaya döken kitabın bir başka özelliği ise yarım kalmış olması. Meşa Selimoviç’in tamamlayamadan hayata gözlerini yumduğu roman, var olan haliyle de bir başyapıt. Çünkü Çember, ele aldığı konular, anlatım biçimi ve üslubuyla zamana, mekana ve dönüşen insana meydan okuyarak geleceğe taşınan klasiklerin tüm özelliklerini taşıyor.

Roman, kahramanımız Vladimir’in, ağabeyi başta olmak üzere anne ve babasını da kaybettiği baskın sahnesiyle açılıyor. Sonrasında yetişkinlik hayatına tanıklık ettiğimiz kahramanımızın felsefe okuması ve içine kapanık hali okuru kitap boyunca Vladimir’in zihninde bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta izlenen haritada komünist sisteme, politikaya, aşka, aileye, dostluğa, hafızaya ve ölüme dair birbirinden çarpıcı an ve metafor yer alıyor. Aslında kitabın ilk sayfasında yer alan şu cümle nasıl bir romanla karşı karşıya olduğumuzla ilgili ipucu veriyor “Başta sadece eylem vardı. Erkek kardeşinin gönüllü olarak seçtiği korkunç ve ihtişamlı ölüm vardı. Sonrasında ise sevgisinin ve şaşkınlığının yarattığı o karmaşık varlık belirmeden önce silüeti, karakteri, düşüncesi ve bir bütün olarak şahsiyetiyle ölü adam da ortaya çıkmaya başladı.”

“BİR FİKİR, BU KADAR KURBAN VERMEYE DEĞER MİYDİ?”


Vladimir, inandırıldığı değerlerle roman boyunca ince bir hesaplaşmaya girişiyor. Bu hesaplaşmada arkadaşı Çizmiç, sevdiği kız Nina ve dayısının da etkisi oluyor. Ailesiyle normal bir çocukluk geçiremeyen Vladimir, yıllar sonra milli bir kahraman haline getirilen ağabeyinin gölgesinde kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Baskının yapıldığı ve ağabeyinin öldürüldüğü ev müze olduğunda o evi ziyaret ediyor ve zihninde şu cümleler akıyor: Siyah bir tabela ve üzerinde altın rengi harflerle yazılmış bir ifade: BU EVDE... Tabeladaki yazıyı ezbere biliyordu, ama aynı zamanda bu evde hayaletler dışında hiçbir şey olmadığının da farkındaydı. Geçmiş var mıydı, yoksa şimdiki zaman tıpkı bir kök gibi onun üzerini mi örtüyordu? Yoksa var olan sadece geçmiş miydi, zira bugün yoktu sanki. Bugünü, geçtikten sonra tanıyacaktık. Hayatta basit ve çözülebilir herhangi bir şey var mı, yoksa her şey düğüm ve sır mı?

Komünist Yugoslavya’nın sancılı dönemleri ve trajedileriyle ilgili diyaloglar da hep Vladimir’in hayatını da içine alan sorgulamalar taşıyor.

“Bir fikir, bu kadar kurban vermeye değer miydi?”

“Eğer fikir değişim istiyorsa o zaman mücadele de istiyordur. Mücadele ise kurbanlar ister.”

“Hangi mücadele bunca kurbana değer ki?”

“Bizim kalbimizin ve aklımızın desteklediği mücadele!”

“En yakınlarını kaybetmek pahasına olsa da mı?”

Amaç ne olursa olsun yakınlarımızı feda etmeye hakkımız var mıydı?

BİREYİ ORTADAN KALDIRAN KOMÜNİZM

Kitap boyunca sorulan sorular ve herkesin kendi açısından verdiği cevaplar okurun zihnini açıyor. Değişen ve dönüşen dünyada geçmişin gölgesinde kalmış kahramanımıza nefes olan aşkı ile ilişkisi ise gel-gitlerle ilerliyor. Çember’de Vladimirin bilinç akışıyla uzun süre ilerledikten sonra Nina’nın zihnine de giriyoruz. Genç kızın dönemin önemli siyasetçilerinden biri olan babasıyla çatışması dikkat çekiyor. Nina’nın bireyleri ortadan kaldıran komünist sistemle ilgili düşünceleri ise çok tanıdık. Sistemin insanları yutarak tanrının yerine geçmesi Nina’nın değişim özleminin de temel sebebi. “Babasının da bir parçası olduğu iktidar tuhaf bir şeydi. Ne kadar yüksekte olursa olsun o da umursamaz bir despot değildi. Onun gücü partinin gücünden geliyordu. Onun insanlar üzerindeki iktidarı da bu ilahiliğin her şeye gücünün yetmesindendi… Parti olmadan o insan bir hiçti. Parti onun her şeyiydi. Görme ve duyma duyuları, beyni, ayakları, elleri, onu hareket ettiren ve diğer insanların üzerinde tutan güçtü.”

TESLİM OLMAYAN İNSAN

Yatalak olan ressam dayının son nefesine kadar fırçasını bırakmamasını hayata karşı bir direniş olarak yorumlayan Vladimir kendi vaz geçmişliğini de yeniden düşünüyor. “Yaşlı bir adamın resim yapabilmek adına fırçayı sağ elinin parmaklarına bağladığını gördüğü o ilk andan itibaren bu manzaradan hep çok etkilenmişti. Bunun aslında insanın kendini hayata bağlaması, düşünceden kopmaması, çaresizlikten kaçması, yenilgiyi kabul etmemesi olduğunu düşünmüştü. Bu inanılmaz eylem aslında hayata duyulan muazzam sevginin göstergesi ve aniden ortaya çıkabilecek bir tehlikeye karşı yapılan kahramanlıktı…”

Birbirinden güzel ve anlamlı cümlenin belli bir ahenkle ilerlediği roman, kitabın kapağını kapattığınızda geride ünlemler ve soru işaretleri bırakıyor. Kitabın sonunu bilmemek ise kolay olmasa da sizi kendi sonunuzu yazmaya, hiç olmazsa düşünmeye zorluyor.

Zor zamanlara şahitlik etmiş ve olgunluğa ulaşmış bir yazarın kaleminden çıktığı belli olan Çember, Vladimir’in ismini unutulmaz roman kahramanları listesine, Meşa Selimoviç’i ise ustalara saygı kuşağına ekliyor.

#Balkanlar
#Çember
#Meşa Selimoviç
3 yıl önce