|

Tasfiye ya da takviye ikileminde Diyanet

Bugün Türkiye’deki dini alanı temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi hâlâ mufassal bir şekilde yazılmaya muhtaç. Mihrap, Minber ve Devlet Tek Parti Döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı (Küre yay. Mayıs 2019, 359 s.) bu sahada önemli bir boşluğu doldurmaya nazmet bir kitap. Hicret K. Toprak tarafından kaleme alınan eser, yazarın doktora çalışmasının bir neticesi.

Kamil Büyüker
04:00 - 15/09/2019 Pazar
Güncelleme: 10:57 - 17/09/2019 Salı
Yeni Şafak
Bu dönemin dikkat çeken ve en fazla takibe, tahkire ve ceza-i müeyyideye maruz kalan kesimi din hizmeti yürüten görevliler olduğu görülüyor.
Bu dönemin dikkat çeken ve en fazla takibe, tahkire ve ceza-i müeyyideye maruz kalan kesimi din hizmeti yürüten görevliler olduğu görülüyor.

Cumhuriyet’in kurulduğu yıldan beri Türkiye’de dinin konumu, devlet mekanizması içinde temsili ya da bu temsilin hangi çerçevede olacağı hep tartışma konusu olmuştur. Osmanlı bakiyesi bir toplum yapısından laik, üniter devlet yapısına geçişte yaşanabilecek en büyük sancılar dini alanda baş göstermiştir. Şeyhülislamlık kaldırılıp yerine Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti ihdas edilmiş, kısa bir süre sonra ise Diyanet İşleri Reisliği kurulmuş. Ancak dini alana dair yetki ve sınırlar belirsizliğini korurken Diyanet’in devlet kurumu olarak durduğu yer netliğe kavuşmamıştır.


Bugün Türkiye’deki dini alanı temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi hâlâ mufassal bir şekilde yazılmaya muhtaç. Mihrap, Minber ve Devlet Tek Parti Döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı (Küre yay. Mayıs 2019, 359 s.) bu sahada önemli bir boşluğu doldurmaya nazmet bir kitap. Hicret K. Toprak tarafından kaleme alınan ve Doktora çalışmasının neticesi olarak yayımlanmış olan eser, Meclis zabıtları, Başbakanlık Cumhuriyet arşivi, Diyanet arşivi ve Vakıflar arşivleri eşliğinde ciddi bir Diyanet tarihi okuması yapmamıza imkân sağlıyor.

SALTANAT VE HİLAFETİ KURTARMAK MI?

Toprak, kitabına yeni cumhuriyette İslam’ın konumlandırılışı ile başlıyor. Önceleri saltanat ve hilafetin bekâsı ve devamı için kayıtsız şartsız bir tutum serdeden Cumhuriyetin kurucu kadrosu bir zaman sonra bu kurumların varlığının gereksizliğinden dem vurup, dini Türklere has kılma ya da bir ulus dini haline getirme gayreti içerisinde olmuşlar. Toprak, ilk dönem yaşanan kavgayı, ‘Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına ilişkin siyasi atmosfer, kurucu kadroların yeni devlette dinin takviye mi yoksa tasfiye mi edileceği konusunda ikiye ayrıldıklarını göstermektedir’, şeklinde özetliyor. O dönem öyle muamma bir dönemdir ki, 1 Aralık 1921’de meclis kürsüsünde konuşan Mustafa Kemal Paşa mevcut kanunların ilahi kaynaklı olması gerektiğini savunur.

Saltanatın 1 Kasım 1922’de, Hilafet’in ise 3 Mart 1924’de kaldırılmasını hazırlayan zemin ve düzlem yeni bir kurum ihdasını da yeni devletin çizmiş olduğu sınırlara göre inşa etmeyi öngörüyordu. Yeni devletin çatısını oluşturacak “Laiklik” idealiyle tanımlanan bu temel hedefin uygulamaları, yazara göre kendine özgü içerikle dinin devlet katında denetlenebilir bir vasata çekilmesini, toplumsal hayattaki yansımalarının ise büsbütün ortadan kaldırılarak yerinin pozitivist dünya görüşüyle doldurulmasını içeriyordu. Diyanet kurumu bu manada içine doğduğu yeni sisteme dair pek çok yapısal mesele ile de uğraşmak durumunda kalacaktır. İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi, ezanın Türkçe okunması, Vakıflarla Diyanet’in bağının kesilmesi, dini neşriyatta yaşanan sıkıntılar vs. Diyanet’in yeni cumhuriyetle yaşadığı en önemli sınav alanları olmuştur. Anayasa’da 1928’e kadar “devletin dini İslam’dır” maddesi korunurken, bu tarihten sonra devrim kanunlarının ve öngörülen yeni hayat nizamının etkileri görülmeye başlanmıştır. 1937’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişiklik ile “Laiklik” ilkesi anayasa girmiş, müzakereler esnasında Dahiliye vekili Şükrü Kaya şunları söylemiş: “Biz diyoruz ki, dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işine karışmasın. Karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız.” (s.93) Evet din bir dönem hiçbir şeye karıştırılmamaya gayret edilirken öte yandan din üzerinde tasarruf ve müdahaleler ve ötesinde dinde reform yapma çabaları da devam etmiştir.

SANAT ADI ALTINDA TAHKİR

Bu dönemin dikkat çeken ve en fazla takibe, tahkire ve ceza-i müeyyideye maruz kalan kesimi din hizmeti yürüten görevliler olduğu görülüyor. Dini Temsil ve İtibar Kaybı bölümünde 20 Mart 1923’te Mustafa Kemal Paşa’nın hakiki ulema ile hoca kıyafetli cahillerin birbirinden ayrılması gerektiği ve ilmiye kisvesi altında, ancak ilimden uzak kişiler olduklarını söylediği nakledilmiş. Bu ifadeler ister istemez gerçekle sahtenin ayrımını kolaylaştırmak şöyle dursun işi daha da karmaşık hale getirmiştir. Özellikle yeni rejimle birlikte imamların pek çoğu ciddi bir statü kargaşası ve itibar kaybı yaşamış. Diyanet bütçe görüşmelerinde münevver din adamı yetiştirmek üzere salahiyet verilmesi ise maalesef kabul görmemiş.

23 Şubat 1942’de Çankaya Halkevi’nde gösterilen temsilde din adamları aşağılanınca dönemin Diyanet Reisi Şerefeddin Yaltkaya, Başvekâlete bir yazı yazar ve ikazda bulunur. Yaltkaya hiçbir meslek mensubunun düne veya bugüne dair kisve ya da kıyafeti ile tahkir edilmediğini ancak bu hususun sadece ilmiye sınıfı ve din adamlarına has bir durum olduğunu da sözlerine ekler.

Çalışmada yazarın da özetlediği üzere Diyanet İşleri Reisliği’nin tek partili yılların sosyo-politiğinde din ve laiklik politikaları açısından konumu, toplumsal talepler ve resmi yükümlülükler arasındaki ilişki ve gerilimi nasıl yönettiği ve kullandığı belli başlı araçlar üzerinden topluma nasıl bir din anlayışı sunduğu gösterilmeye çalışılmış ayrıca çalışmanın son bölümünde yer alan ve Müşavere Heyeti’nce 1930-1950’li yıllara ait denetimden geçmiş olan eserler listelenmiş ve eserler hakkında yer yer ilginç raporlara da yer verilmiş.

#Cumhuriyet
#Diyanet İşleri Reisliği
#Mustafa Kemal Paşa
5 yıl önce