|

Televizyona uzak internete yakın

Geçmişte televizyona mesafeli duran dindar çevrelerin internete aynı temkinle yaklaşmadığının altını çizen akademisyen Mustafa Derviş Dereli, bu durumun sebebini herkesin kendi içeriğini oluşturabilme özgürlüğüne bağlıyor. Dereli, sosyal medya üzerinden dindar neslin değişimine de dikkat çekiyor.

İlker Nuri Öztürk
04:00 - 19/07/2020 Pazar
Güncelleme: 21:13 - 18/07/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Sosyal medyanın gerçek hayat gibi denetim ve düzene ihtiyaç duyup duymadığını tartışıyoruz bu günlerde. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Din Sosyolojisi alanında çalışmalarda bulunan ise “Sanala Veda” adlı kitabında dijital geçmişimizi ve bugünü tartışmaya açıyor. Nobel Akademik Yayıncılık tarafından neşredilen kitapta hayatımızı büyük oranda etkileyen internet dünyasının sanal denemeyecek kadar gerçek olduğuna vurgu yapılıyor. Dereli ile çevrimiçi yaşamın dini, insani ve sosyal boyutlarını konuştuk.



***


* Kendini arayan insan, internet ve sosyal medya ortamlarında ne buldu?

İnsan, yaratılışı gereği kendisine yetmeyen, kendiyle yetinemeyen bir varlık. Bir şekilde başka insanlarla tanışmak, sosyalleşmek mecburiyetinde. Halleşmek, muhabbetleşmek arzusunda. İnsanoğlunun yüzyıllardır yaşadığı dönüşümle birlikte bu sosyalleşmenin formları da değişti. Zamanın ruhu insanları günümüzde aşama aşama dijital dünyaya dahil ediyor. Dijital ortamlara katılma isteğini en nihayetinde insanın bir kimlik arayışı ve kendisini başkalarına açma ihtiyacı/çabası olarak görüyorum.

* Peki, kimlik ile dijital kimlik arasında ne gibi farklar bulunur?

Kimlik, insanın içerisinde yaşadığı dünyada kendisine bir yer yön tayin etmesi, kendi varlığını konumlandırmasıdır. Kim olduğumuza, nereden gelip nereye gittiğimize dair sorduğumuz sorulara verdiğimiz cevaplardır aslında. Geleneksel dönemde topluluk merkezli bir aidiyet söz konusu iken sonraki dönemlerde daha rasyonel ve birey merkezli bir kimlik anlayışı ortaya çıktı. İnsanların blog sayfası açmalarını ya da web sayfası oluşturmalarını, kendilerini ifade edebilecekleri yeni ortam arayışlarının bir sonucu olarak okuyabiliriz. Günümüzde ise insanların önemli bir kısmı, Facebook, Twitter ve Instagram gibi çeşitli sosyal medya ortamlarında hesap açarak paylaşım yapıyor. İşte oradaki varoluşları onların dijital kimliklerine karşılık gelmekte.

SOSYAL MEDYA TEBLİĞ MECRASI


* Tam bu noktada sormak gerekir sanırım. Kitabınızda çevrimiçi ve çevrimdışı hayatların birlikteliğine, bütünlüğüne ısrarla vurgu yapıyorsunuz. Bu birliktelik hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, burası oldukça önemsediğim bir nokta. İnternet ve sosyal medya üzerine yapılan çalışmalarda çevrimiçi ve çevrimdışı hayatların kategorik ve dikotomik olarak ayrıldığını görmekteyiz. Yani fiziki dünya düzlemine karşılık gelen çevrimdışı kelimesi için birincil, gerçek; internet ortamlarındaki etkileşimlerimize tekabül eden çevrimiçi uzam için ise ikincil, yapay, gerçek olmayan nitelemeleri sıklıkla yapılmakta. İnternetin etkileşime imkân tanımayan ilk formları için bu sıfatlar görece doğru olabilir; fakat bize göre bugünü anlatmada yetersiz kalmakta. Bu yüzden araştırmada çevrimiçi ve çevrimdışı uzamların birbirini beslediğini ve birini dikkate almadan diğerini yorumlamanın eksik kalacağını öne sürdük.

* Arayışlar, kimlik buhranları, gizli kişilikler arasındaki siber uzamda din algısı nasıldır? Dinin siber uzama bakışını nasıl yorumlarsınız?

Siber uzam günümüzde daha çok internet uygulamalarıyla hayatımıza dahil olan yeni etkileşim ortamlarını anlatmak için kullanılmakta. Dinin dijital dünyaya eklemlenişi elbette bir anda gerçekleşmedi. II. Dünya Savaşı’nın akabinde, 50’li yıllarda özellikle Amerika’daki dini içerikli televizyon yayınları, dinin medyada temsil edilmesinin önünü açan önemli kilometre taşlarından birisidir mesela. Televizyonun bu dönemde misyon iletme rolünün keşfedildiğine ve takip eden yıllarda da medyanın dini amaçlarla kullanılmasının yaygınlaştığına şahit oluruz. Fakat Amerika’da bu durum bazı dini çevreler tarafından endişeyle karşılanmış. Dolayısıyla sadece İslamiyet özelinde değil, genel anlamda büyük dinlerin gerek radyo ve televizyon gibi geleneksel medya araçlarına gerekse internet gibi yeni medya unsurlarına öncelikle mesafeli bir tutum takındığını biliyoruz. Bu mesafeli tavır alışta belki de dile getirilmesi gereken en önemli husus, seküler/profan alandan olabildiğince uzak kalınmasının öğütlenmesi. Bu anlayışa göre modern ve seküler dünyanın bir sembolü olarak görülen teknoloji, insanları bilinçli şekilde dini/manevi hayattan koparma niyetini taşır.

* Bizde nasıl karşılandı?

Kendi toplumsal gerçekliğimize baktığımızda, muhafazakâr/dindar kesimin özellikle televizyona uzun yıllar mesafeli kaldığını, dini grup ve cemaatlerin de o dönemlerde müntesiplerine bu konuda oldukça katı bir tutum sergilediklerini biliyoruz. Bununla birlikte aynı toplumsal çevrenin bilhassa sosyal medya ortamlarını daha çabuk benimsediklerini görmekteyiz. Çünkü özellikle yeni medya, geleneksel medyadan farklı olarak insanlara kendi içeriklerini üretmelerine de izin veriyor. Yani İslam veya dindarlar aleyhinde paylaşımlar yapanların yanında bunları olumlayan nitelikli paylaşımlar yapmanız ve gençleri, kitleleri etkilemeniz mümkün. Bu bakımdan kendisini dindar/muhafazakâr olarak tanımlayan ya da herhangi bir dini gruba, cemaate aidiyet hisseden çoğu insan için sosyal medya, dinin bizzat anlatıldığı ve öğrenildiği platformlar olarak görülmeye başlandı. Nitekim dini grup ve cemaatlerin internet ve sosyal medya ortamlarını günümüzde dini tebliğin en önemli mecraları olarak tanımladıklarına ve bu anlayışla paylaşımlar yapıp müntesiplerini motive ettiklerine şahit olmaktayız ki bu çalışma doğrudan sahadan hareketle bunu bize gösterdi. Yani onlara göre sosyal medya ortamları artık ‘başkalarına/ötekilere’ bırakılamayacak kadar kıymetli.


* Zamanın ruhu dediniz. Dönüşümü nasıl okursunuz?

Sözgelimi bugün sosyal medya uygulamalarında, özellikle de Instagram’da kendisini dindar olarak tanımlayan bazı gençlerin paylaşımlarını gören birkaç kuşak öncesine ait dindar bir birey, o kişiyi hiç de dindar olarak kabul etmeyebilir ve hatta dine zarar verdiği düşüncesiyle onu ciddi manada eleştirebilir. Çünkü sosyal medyanın ‘göründüğün kadar varsın’ anlayışı, hemen her insanı gösteriş ve teşhir konusunda kendi vasatına çekebilme potansiyeli var. Sosyo-ekonomik olarak sınıf atlayan ve daha müreffeh bir hayat süren dindar kesim içerisindeki bazı insanların düzenledikleri doğum günü, evlilik yıldönümü kutlamaları, baby shower partileri, mevlit programları... Yine böyle bir kimliğe sahip görünen kitle etkileme uzmanlarının başından sonuna kadar mesela evliliklerini her türlü ayrıntısıyla vlog’lar halinde paylaşmaları ya da bazı çiftlerin helal romantizm şeklinde tanımlanabilecek türde paylaşımlar yapmaları, ‘seküler dinsellik’ şeklinde adlandırabileceğimiz bir kavramı bize hatırlatmakta. Çünkü internet ve sosyal medya ortamları pek çok konuda olduğu gibi dini alanda da etkisini hissettirerek tüketimden mahremiyete kadar çeşitli sorunlara yeni boyutlar ekledi. Ve en önemlisi gerek dünya genelinde gerekse ülkemiz özelinde Müslüman kimliğinin ve dindarlığın dönüşümüne sebebiyet verdi. Fakat buradan hareketle söz konusu dijital ortamlara salt olumsuz manada yaklaşmadığımızı da belirtelim. Çünkü yeni imkânlar sağladığı da bir gerçek. Ayrıca dindarlığın hemen her rengini ve bu renklerin de farklı tonlarını görebilmek açısından da araştırmacılara devasa bir çalışma alanı sağladığını ilave etmemiz gerekir.

Meçhul sarmal

Koronavirüs salgını sonrası yeni normal konuşuluyor. Pandemi ve salgın günleri insanlara bir sorgulama sundu. Siz kendi alanınızla ilgili nasıl bir değişim görüyorsunuz?

Salgın süreci aslında bize, az önce de bahsini ettiğimiz gibi, ‘sanal’ kelimesinde mündemiç olan yapaylığın ya da gerçek dışılığın geride kaldığını ve sosyal medya ortamlarının gündelik hayatımızın çok önemli bir parçası haline geldiğini açıkça gösterdi. Bu süreç boyunca hemen her yaştan insan akıllı telefonları aracılığıyla ailesi, arkadaşları ve dostlarıyla görüntülü konuşmalar yaparak sosyalleşme ihtiyacını gidermeye çalıştı. Home-office çalışma, uzaktan eğitim, online konferanslar ve paneller hayatımıza fazlasıyla dahil oldu. Ve halen de tam olarak normalleşemediğimiz ‘yeni normal’ dönemleri yaşamaktayız. İsimleri ve işlevleri elbette değişebilir; fakat sosyal medya ortamlarının hayatımızdan artık kolay kolay çıkmayacağını öngörebiliriz. Gün be gün içinde daha fazla yer edineceğimiz dijitallik sarmalının bizi nerelere götüreceğini ise muhtemelen bizden sonraki kuşaklar tecrübe edecek. İçinde bulunduğumuz zor zamanlardan çıkmak ve benzer salgınları tekrar yaşamamak en büyük temennimiz.

Sanal denemeyecek kadar gerçek


  • Kitabınızda bir dönemin kapandığına işaret ediyorsunuz. Eski ve yeni dönemin farkları nedir peki?
  • Bu sorunuz aslında kitaba niçin sanala veda ismini verdiğimizle doğrudan alakalı. Kısaca ifade etmek gerekirse, önceki sorularınızda da vurguladığım üzere, internet ve sosyal medya ortamlarındaki bütün etkileşimleri yapay, sahte şeklinde etiketleyen yaygın bir anlayış var. Ve bu anlayışın sonucu olarak söz konusu mecralar için ısrarla ‘sanal’ kelimesi kullanılıyor. Sözlükte bu kelimenin karşılığı olarak gerçekte yeri olmayan, zihinde tasarlanan, tahmini gibi ifadeler görürsünüz. Bugün takdir edersiniz ki internet ve sosyal medya ortamları, en az içinde yaşadığımız fiziki dünya düzlemi kadar gerçekçi ilişkileri ve etkileşimleri barındırıyor. Anonim hesaplar aracılığıyla kimliklerini kasıtlı olarak çarpıtanları bir kenara bırakırsak, gündelik hayattaki kimliklerimiz neyse üç aşağı beş yukarı dijital kimliklerimiz de öyle. Ki bu çalışmada anonim kullanıcıların dahi benzer bir görüşü benimsediklerine şahit olduk. Bu yüzden söz konusu ortamlar için artık ‘sanal’ kelimesi yerine ‘dijital’ ya da ‘çevrimiçi’ kelimelerini kullanmamız gerektiğini ısrarla vurguluyorum. Yani ‘sanala veda’yı, bilgisayara ya da internet ortamlarına veda değil, sanal kelimesine veda anlamında kullanıyorum. Bu temel çıkarımdan hareketle bir dönemin kapandığına ve yeni bir dönemin başladığına işaret etmeye çalışıyorum.
#Mustafa Derviş Dereli
#Sanala Veda
#Sosyal medya
4 yıl önce