|

Topçu’dan bize kalan

Nurettin Topçu’nun Fransa’da iken hazırladığı doktora tezi daha sonraki dönemde yine Nurettin Topçu tarafından Türkçeye çevrildi ancak kendi isteğiyle kitap olarak bugüne kadar hiç basılmadı. İlk kez kendi çevirisiyle geçtiğimiz ay okurla buluşan İsyan Ahlakı kitabını Asım Öz, Nurettin Topçu portresi üzerinden kaleme aldı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/01/2016 Çarşamba
Güncelleme: 06:38 - 12/01/2016 Salı
Yeni Şafak
ASIM ÖZ


Düşünce yaşamımızda 1990'ların ortalarından itibaren kendisinden söz ettiren eserler arasında Nurettin Topçu'nun İsyan Ahlâkı adıyla yayımlanan doktora tezi de yer alır. Kitabın hemen her şeyin medyatikleştirildiği metalaşma yıllarında yayımlanmış olması öteden beri, eserin adının 'slogan' olarak öne çıkarılmasını beraberinde getirdi. Bundan dolayı, eserin ele aldığı meseleler, eleştirdiği filozoflar ve öne çıkardığı yaklaşım üzerine henüz yeterince düşünülebildiğini söylenemez. Kabul etmek gerekir ki İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu'nun hareket, irade, mistisizm, taklit, iman gibi terimlere yaklaşım tarzının tespiti sadedinde son derece önemlidir. Elbette onu tanımayı sağlayacak yegâne eser bu değildir fakat eserin kavramsal örgüsü dikkate alındığında kurucu bir başlangıç teşkil ettiği son derece açıktır. Diğer taraftan, Spinoza, Bergson ve yanlış yollara tevessül edenlerin “isyanına isyan” babında Rousseau, Schopenhauer, Stirner gibi filozoflara dönük tenkitlerle beraber teklifler de öne sunulur söz konusu eserde.



KONFORMİZME İSYAN


Tercüme faaliyetinin salt teknik bir faaliyete indirgenemeyeceğini konuyla uzaktan yakından ilgili herkes bilir. Hele alanında özgün olan birtakım ilkleri barındıran bir eserin bir dilden başkasına tercümesi için çaba harcayan her mütercim, bu sürecin ne büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin farkındadır. Tabiî bir de tercüme edilen eser müellifin kendisinin 'kurucu' eseriyse, meselenin hiç tahmin edilemeyen başka boyutlarının da gündeme geleceği muhakkaktır. Bu açıdan Nurettin Topçu'nun vefatının kırkıncı yılı vesilesiyle İsyan Ahlâkı, müellifin kendisi tarafından yapılan tercümesiyle yayımlanmış olması son derece önemli. Her halükarda bu tercüme, Topçu'nun bir felsefeci olarak başka bir dilde de düşünebildiğinin göstergelerinden biri olarak ele alınmalıdır. Şüphesiz bundan sonra yapılacak çalışmalarda müellifin tercümesinin gramer, sentaks ve kelime hazinesi açısından da ele alınması gayet yerinde olacaktır. Mesela kitabın dördüncü bölümünün başlığı Mustafa Kök'ün tercümesinde “İnsan'da Allah'ın İsyanı”( Dergâh Yayınları, İstanbul, 1995, s.174) iken Topçu'nun tercümesinde bu başlık “ Allah'ın İnsan'da İsyanı” ( Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s.206) şeklindedir. Bu tür karşılaştırmalar bir berraklaşmayı da beraberinde getirebilir. Elbette her iki tercümenin kendi imkânları ve sınırlılıkları vardır, bunu söz konusu metinlerle karşı karşıya kalanlar bilir. Bir ara not olarak esere uygun bulunan adla ilgili bir hususa da değinmemek olmaz. Görüldüğü kadarıyla Topçu, tercümesinde eserin adıyla ilgili herhangi bir tercih yok. Aslında bu baskıda kitabın adıyla ilgili tercüme alternatifleri konusunda da bazı açıklamalar yapılabilirdi. Orijinal adı Conformisme et Révolte -Esquisse d'un Psychologie de la Croyance olan eser için Konformizm ve İsyan: Bir İnanç Psikolojisi Taslağı gibi adlar üzerinde düşünülebilirdi. Şayet bu yapılabilmiş olsaydı, Topçu'nun gerek mesuliyet vurgusu gerekse sosyolojizm odaklı eleştirileri bir miktar daha belirgin kılınabilirdi. Gelgelelim sadece bu farklı tercihlerim gündeme geliyor olması dahi Martin Heidegger'in “Anlat bana ne düşündüğünü tercüme hakkında; anlatayım ben de sana kim olduğunu senin” sözünü yorumlamak için yeter de artar bile.



İsyan Ahlâkı'nın Topçu'nun bizzat kendisi tarafından yapılan tercümesini anlamak bakımından, kitabın başında yer alan kısa sunuş da oldukça yararlı. İsmail Kara imzalı bu yazı, “dünya problemi” ahlaka dikkat çekerek, Topçu'ya bir ahlak filozofu olarak kulak vermenin bir gereklilik olduğu hatırlatmasıyla sona eriyor. Şunu belirtelim ki iki bölümlü bir eser var elimizde; ilkinde eserin tercümesinin yeni harfli şekli ikincisindeyse Nurettin beyin yaptığı tercümenin eski harflerle yazılmış şekli yer alıyor. Eserin yeni harfli kısmının hazırlanması için Rıdvan Özdinç'in büyük gayret sarf ettiği açık. Ayrıca tercümenin, -bazı hususlar hariç- notlarla da hayli zenginleştirilerek bir nevi “şerhli” şekilde okuyucuya sunulmuş olması da kayda değer bir hususiyet. Bu çerçevede eserin giriş kısmında, İsyan Ahlâkı'nı tarihsel bağlamı içerisinde anlamlandırılmasına katkı sunan M. Fatih Birgül imzalı müstakil bir yazının bulunduğunu da hatırlatalım. Elimizdeki neşrin ikinci kısmının “fotokopi” gibi durduğunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor. Doğrusu, eserin iki bölümlü yayımlanması yerine meşakkatli olsa da eski ve yeni harfli sayfaları karşılıklı olacak şekilde neşri yapılsa daha güzel olabilirdi. İki kapak arasındaki yan yanalığı birlikte iç içe ama karşı karşıya bulunuşa dönüştürerek sunulması farklı pencereler açabilirdi okurlara. Keza bu nüshaya has tafsilatlı; isim, eser ve kavram boyutlu bir dizin de konulsa ne harika olurdu. Bunun İsyan Ahlâkı'nı yeni sorunsallar eşliğinde okuma ve inceleme sürecine yapacağı katkılar kesinlikle göz ardı edilmemelidir.



DAHA VERİMLİ OKUMALARA DOĞRU


Yukarıda bahsettiğim sunuşta ayrıca bir hususa da dikkat çekiliyor: “(…) okunan fakat üzerinde yeterli ve vasıflı araştırmalar yapılmayan bu kitap elinizdeki neşirle daha verimli okumalara ve araştırmalara vesile olsun.”( s.8) Bu çerçevede bir hatırlatma yaparak eserle alakalı bir iki kenar notuna yer vermenin yararlı olacağını düşünüyorum. Artık “düşünce piyasası” olarak adlandırılmasında sakınca olmayan mahfillerin İsyan Ahlâkı'na dair dolaysız ve düz çizgide ilerleyen yönsüz yahut meselesiz, karşılaştırma yoksunu, bağlamsız, yeni meselelere yol açacak sorusuz okumaları acilen terk etmesi lazımdır. Bundan sonraki inceleme ve değini yazılarında muhtevadan başlayarak farklı yorum ve analizlere kapı aralanması gerekmektedir. Burada eserin muhtevasına dair ayrıntıların tümünü özetlemek niyetinde değilim ki zaten bu yazının hacmi buna elvermez. Son kertede bu kısa metnin gayesi, kudretine dair çokça söz sarf edilen esere dair birkaç hususa dikkat çekmekten ibarettir. Sözgelimi Topçu'nun tenkit ettiği filozoflardan Spinoza, memleketimizde son yıllarda gerek eserlerinin derli toplu tercümesi gerekse hakkında yapılan toplantılarla, hazırlanan kitaplarla kayda değer bir şekilde öne çıkmaya başladı. Öyle ki “iyileştirici doktor” olarak baş tacı edilen Spinoza ile karşılaşmalardan hareketle son derece ciddi sorgulama ve eleştiriler ileri sürülür oldu. O bakımdan, devrin genel gidişatının tenkidine önem atfeden Topçu'nun gerek İsyan Ahlâkı'nda gerekse diğer yazılarında Spinoza üzerine söyledikleri müstakil bir şekilde incelenip ele alınmalı, gerekiyorsa eleştirel yaklaşımlarla zenginleştirilmelidir. Keza Bergson, Stirner, Rousseau, Schopenhauer gibi filozoflarla Topçu'nun karşılaşmasının değeri ayrıntılı olarak irdelenmesi gereken konulardandır. Ayrıca Necip Fazıl'ın pek hazzetmediği Gandi üzerine hem mistiklik hem de mücadelesi bağlamında söylediklerinin dahası idealizasyonun da irdelenmesi icap eder.





Şimdi gelelim esas kendi alanımıza/dünyamıza ve buraya dair pasajlardan bir kısmına. Uzun süredir İslâm âleminin mevcut halinin ne'liği üzerine süregiden tartışmalardan biri de, çağdaş İslâm düşünürlerinin özellikle “çöküşe”, “bozulmaya” ve “gerilemeye” vurgu yapan görüşlerini eleştirmektir. Oysa etrafında onca efsaneler örülen bu konuda neredeyse bütün gelecek yönelimli düşünürler mahiyeti farklılaşmakla birlikte “ortak” bir tutum ve tavır içerisindedir. Bence esas önemli olan da budur. Öncelik buna verildiğinde, benim için Nurettin Topçu, bu yönünün belirgin kılınması gereken “kenardaki” isimlerden biridir bir anlamda. Dolayısıyla esere dair bu kısa değiniyi daha çok bu boyut üzerinden giderek sürdürüp tamamlamaya çalışacağım. Şüphesiz burada benim önceliklerimden kaynaklı hata payı olacaktır.



Okuduğum kadarıyla, Topçu'nun benimsediği dinî yorumun onun meseleleri kavrama sürecinde ciddi bir rol oynadığı son derece açıktır. Bunları söyledikten sonra, İsyan Ahlâkı'nda önümüze önemli somut örneklerle çıkan yaklaşımlardan birini bir şekilde fark edilir kılmak hususi önem arz ediyor. Topçu'nun İsyan Ahlâkı'nın mütalaasında ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli başlık, “dinî iman” bahsinde İslâm âleminin “çökmesine” dair düşünceleridir. Çöküş odaklı bir ifadenin Topçu'da karşımıza çıkması bazıları için şaşırtıcı bulunabilir fakat bunun onun eserlerinde bulunmadığı söylenemez. Zaten Topçu'nun metinlerinde böylesi pasajların olmadığını zannetmek ancak bir vehimden ibarettir. Şu satırları (vurgular bana ait) birlikte takip edelim:



“İslâm birliğinin bozulmasıyla İslâm âleminin çökmesi, çile dolduruculara mahsus olan bu mücadeleden[ferdin hür hareketlerine engel olan içgüdülere ve hem de hür hareketin yeryüzünde yayılmasına karşı gelen kuvvet ve devlet güçlerine karşı cihadı emreden… Muhammed'in ideali'nden] vazgeçilmekle başlamıştır. İslâm âleminde 'içtimaî' çöküntünün içerideki görüntüleri hicretin dördüncü asrında kendini göstermeye başlıyor, ve bunun asırdan asıra şiddetini artırması, her türlü askerî ve ekonomik olaylardan ziyade derinden, Müslüman cemaatinin bütünlüğünün zamanımızdaki bozuluşunun gerçek sebebi olmuştur.” (s.178)





Nurettin Topçu, cihadı hem sınırlarda hem de devlet merkezinde, sadece kâfirler arasında değil aynı zamanda müminlerin kendi kalplerinin derinliklerinde sürdürmeleri gereken bir ameliye olarak anlamlandırır. Ona göre, insanın kalbinde ve memleket içerisinde ilan edilen cihadın Hz. Muhammed'den Hallâc'a kadar uzanan ilk üç asırlık mistiklik gelenekleriyle yeniden canlandırılması gerekir. Keza bu anlayış dinî rönesansı yapabilecek, fertlerde benlik şuurunu ve tarihin mesuliyet yüklerini doğurabilecek yegâne kuvvet telakki edilmektedir. Bu hususa dikkati çekmeye çalışarak öne sürdükleriyle meseleye nasıl baktığını somutlaştırmaya devam edersek, Topçu'nun hemen bu satırların devamında ifade ettikleri daha da önemli hale gelmektedir:


“ Böylelikle, gerilemiş veya duraklamış olan bu medeniyetin bütün buhranları, maddî olanlar kadar mânevî buhranlar da, -aile, millet buhranları, iktisadî ve ahlâkî birlik buhranları- vicdanları evrensel birlik istikametinde yöneltmek için onları kendi üstüne yükselten dinin mistik hareketinin sonsuz feyzi içerisinde halledilmiş olacaktır.”(s.178-179)



İsyan Ahlâkı'nın özel ve yeni basımının açıklamalarıyla zenginleştirildiğinden bahsetmiştim. Ne var ki bu pasajlarla alakalı herhangi bir açıklama yapılmayışı dikkatimi çekti. Elbette bir düşünürün düşüncelerinin hepsinin ayrı ayrı açıklanması gerekmez ama Türkiye'deki düşünce tarihi çalışmaları açısından önem arz eden yönleri dikkate alındığında bu konu özelinde muhakkak bir açıklama yapılmalıydı. Öte yandan bir düşünürün takipçilerinin, o düşünürün yorum ve çıkarımlarının tümünü benimsemesi diye bir zorunluluktan da bahsedemeyiz. İşte tam bu noktada, girişte bahsettiğimiz ve neredeyse “Spinozacılık” meşrebine dönüşen yeni yorumlar çerçevesinde bir hatırlatmada bulunabiliriz. Mesela Antonio Negri, Yaban Kuraldışılık kitabında Spinoza'nın Ethica'sının birinci ve beşinci bölümlerinden duyduğu rahatsızlığı saklamadan çekincesiz bir şekilde ifade etmiştir.



Topçu'dan aktardığımız pasajlar noktasında son derece ciddi bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzun farkına varmalıyız. Şöyle ki İslâm âleminin durumu söz konusu olduğunda “meşrep farkı” bir yana bırakılırsa Nurettin Topçu'nun devrinin (ve sonrasının) çoğu düşünüründen farklı olmadığı tahmin edilebilir. Zira “bozulma”, “çökme”, “bozuluş”, “gerilemiş”, “duraklamış” gibi kelimeler dönemin farklı kalemlerinden çıkan metinlerde de ister istemez karşımıza çıkar. Yalnız şunu da hatırlatmalıyız: Buna benzer pek çok pasajın, terkibin yahut kelimenin Topçu'nun sonraki yazılarında da bulunduğunu düşünecek olursak bunların, sadece müellifin ilk dönemine yahut gençliğine hasredilmesinin doğru olmayacağını da belirtilmesi icap eder. Bu noktada bir düşünürün metinlerini ileriye doğru olduğu kadar, geriye doğru da okumanın açacağı yeni ufuklar açısından Topçu külliyatının kronolojik neşrini beklemek durumundayız. Öyle sanıyorum ki bu bekleyiş Samuel Beckett bekleyişi olmayacak.



Tartışmayı daha fazla açmadan, bir iki noktanın altını çizerek bitireyim: Bahsettiğim boyutun Topçu'nun metinleriyle farklı karşılaşmalardan birisine zemin teşkil edeceği düşünülebilir. Farklı niteliklere, derecelere ve frekanslara odaklanan karşılaşmalar sadece siyaset ve felsefe sahasında değil “hakikat usulleri” olarak adlandırılan sanat ve dinî yorum bahsinde de mümkün olabilir. Neden olmasın? Malum “her yorum bir devrimdir”, demiş Gadamer. Nurettin Topçu üzerine yapılan değerlendirmelerin kemâle ermesi için öncelikle İsyan Ahlâkı adının slogan olmaktan çıkarılması icap eder.





• • •


İsyan Ahlakı: Notlu Nurettin Topçu Tercümesi ve Eski Harfli Orijinali


Nurettin Topçu


Dergah Yayınları


2015


400 sayfa





#Nurettin Topçu
#İsyan Ahlakı
#Asım Öz
#Spinozacılık
8 yıl önce