İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Müdürü ve ses sanatçısı Dr. Aylin Şengün Taşçı, Türk müziğini gençlere öğretmek ve sevdirmek adına kolları sıvadı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte okullarda seminer dizisine başladı. Mısra ve Nevasel adında iki amatör koro da çalıştıran, bu korolarla yurt içi ve yurt dışında konserler düzenleyen Taşçı, koroların Türk müziğinin kılcal damarları olduğunu söylüyor.
Bu tamamen benim iç hesaplaşmamdan kaynaklandı. Kültür Bakanlığı kapsamında topluluğumuzla iki üç ayda konser yapıyoruz ve genellikle aynı profilden oluşan bir izleyici bizi dinlemeye geliyor. Ama ben bunun bir hak ediş olduğundan rahatsız olmaya başladım. “Ben bunu hak etmiyorum. Bir şey daha yapmalıyım” dedim Ben bu müziği seviyor ve bu işi yapıyorsam bu müziği sevdirmeliyim. Kime? Konselere gelmeyen, bu müziği bilmeyen genç nesle. Tek tek okulları aramaya başladım. İstanbul Erkek Lisesi’ni aradım ilk. Okul müdürü beni müzik öğretmenine yönlendirdi. Okula gittim gençlere bir buçuk saat Türk müziğini anlattım. Büyük bir alakayla dinlediler. Tamamen gönüllülük esasıyla hareket ediyoruz. Beş lira beklentimiz olmadan.
Geçen sene bir konser vesilesi ile Zonguldak’ta Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer ve eşi ile tanıştım. İkisi de sanata çok değer veren isnanlar. Eşiyle konuştum. Elimiz kolumuz İstanbul dışına yetmiyor. Anadolu’ya da gitmek istiyorum dedim. Onlar da destek oldular. Sonra Doğalgaz Sanayicileri ve İşadamları Derneği DOSİDER bize sponsor oldu. İstanbul dışında bu ay ilk kez Ankara’ya gittik. 500 çocuğa seminer verdik. Tanbur gösteri yorum bağlama diyorlar, neyi gösteriyorum kaval diyorlar, bendire darbuka diyorlar. Hiç suçlamıyorum ama böyle bir nesil var. 15 Şubat’ta Tokat’a gideceğiz, bakanımız da bizimle birlikte olacak. Her onbeş günde bir şehirde olacağız. Bir taş atacağız suya, o halkalar büyüyecek. Her gittiğimiz yerde on kişiyi etkilesek yeter. Küçük de olsa bir katkı.
Kaliteli müziği belli bir yaştan sonra, insan ruhu olgunlaştıktan sonra anlamaya başlıyor. Geçen seneki çok popüler şarkılardan beş tane say deseniz sayamayız. Çabuk tüketilen şeyleri gençler alıyor ama amaç insan ruhunu yukarıya çekmek. Ben iki tane de Mısra ve Nevasel adında amatör koro çalıştırıyorum. Bu korolar Türk müziğinin kılcal damarları bana sorarsanız. İkisinde de elli küsur öğrenci var. Yılda ikişer tane İstanbul konserlerimiz oluyor. Her yıl yurt dışında da konser veriyoruz. Mısra ile Kosova, Almanya, Slovakya’ya gittik. Nevasel daha yeni bir koro onlarla Moldova’ya gittik.
Sopranoydum evet. Bach, Mendelssohn, Schubert gibi klasik batı müziği bestecilerinin eserlerini okuyordum. Çok sesli müzğin parçası olmak da haz veriyordu. Dikey zenginlik var. Türk müziğindeki yatay zenginlik ise başka bir dünyaya götürüyor sizi. Bu beni daha çok etkiledi. Bu kararı vermemde Süheyla Altmışdört hocamın da etkisi büyük oldu tabii. Türk müziğini çok iyi bilen, bunu gençlere çok iyi ifade edebilen, zeki ve gerçekten bu işin sevgisiyle dolu bir hocaydı. Gökçen Koray da öyle. İkisi de bir şefte olması gereken özelliklere sahipti. Ama birisinde aile sıcaklığını hissetim. O farkı anlatmakta zorlanıyorum.
KORAL MÜZİK YAPSAYDIM MUTLU OLMAZDIM
Devlet Türk Müziği Topluluğu’na girdiğim an ‘Yaşarın artık elim ekmek tutuyor’ dedim. İlk albüm çalışmamdan sonra da henüz daha çok yetersizim diye kendime itiraf ettiğim anlar oldu. Bir şeyler daha yapmalıyım eskik olduğum çok şey var dediğim anlar oldu. Yapılan her çalışma insana bir adım daha getiriyor. Bugün bile ben artık iyi bir müzisyen oldum, diyecek cesareti kendimde asla bulmuyorum. Çünkü mükemmel hiçbir zaman ulaşılan bir şey değildir. Bir adım daha attım diyorum.
Necdet Yaşar. Onun aynı zamanda bir matbaası vardı Unkapanı’nda. Gençliğinden beri gözleri iyi görmez elinde bir lupla gezer ve tok sesiyle ‘Canım Benim’ diye seslenen bir kimseydi. Kerli ferli, iri yarı bir insan. Tam bir Gaziantepli. Dünyalar iyisi bir insan. Necdet Yaşar ile tanışmazdan önce Fırat Kızıltuğ ile tanışıyorduk. O bana Türk Edebiyatı Vakfı’nda bir konser düzenledi ve konsere Necdet Yaşar’ı da çağırdı. Muhayyer makamında klasik takım okudum. Necdet Yaşar “Nasıl kalktı bu repertuvarın altından” demiş benim için. Allah karşınıza bir vesile çıkarıyor. Böylece Devlet Türk Müziği Topluluğu’na katıldım.
Türk müziğinde çok sayıda makam var. Hepsi de kendince güzelliklere haiz. Ama tabi ki insan bazılarını kendi ses rengine yakın hisseder. Ben soprano olduğum için dik makamlar bana daha her zaman sevimli gelmiştir. İlk solo yaptığım eser muhayyer kürdi makamında. İlk albümümde ‘Bir kızıl goncaya benzer dudağın’ da muhayyer kürdi. Bu makamı hep sevdim. Hicazkar, kürdilihicazkar da severim. Ama Şu makamı sevmem, okumam demem. Sesimi parlatmaz dediğim makamlar var. Eğer akordu düşük olarak okursam uşşakta ve rastta kendimi pek gösteremem.
Bunun avantajı olduğu kadar dezavantajı da var. Bir bütünün parçası olarak kendinizi duymanız ve bütünsel güzelliğe adapte olmanız tabii ki size büyük bir tat veriyor. Ama kendinizi tek başına dinleyerek sizden çıkan tınıyla farklı güzelliği ortaya koymanızın tadı da başka. Ben avantajlı kısımlarından başladım. Ancak sadece koral müzik yapsaydım herhalde mutlu olmazdım.
POPÜLERLİĞİ YARATACAK RÜZGAR LAZIM
İstanbul’da Türk müziği gibi kaliteli bir müziği suncacağımız kalitede bir salon yok. Salonların ses sistemi bizim için her zaman sorun oluyor. Videolara balkın. Düğün salonunda söylüyormuş gibi bir uğultu gelir kulağınıza. Çok büyük ve tam donanımlı sahneler var. O tür yerlerde çıkmaya şansımız olmadı henüz. Biz salon müziği yapıyoruz. Oraya giden insanlar eğlenmeye gidiyor. Bu çok doğal. Yol almamız gereken çok şey var. Bir dönem Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nu gazino sanatçılarına açmışlardı. Şimdi öyle bir sorun yok sanırım. Takip ettiğim kadarıyla bu sene devlet korolarına açtılar. Güzel bir şey yaptılar. Çok eskiden Münir Nurettin Selçuk’un Şan Müzikolu konserleri varmış. Sonradan Nevzat Atlığ’ın AKM konserleri. Bugün bu popülerliği yaratacak bir rüzgar lazım. Onu bekliyoruz.