|

‘Üstü Açık Denizler’in Şiiri

Yunus Karadağ’ın ilk şiir kitabı “Gökyüzü Koşarken” adını taşıyor. Karadağ, bir iç yolculuğun şiirini yazıyor bir bakıma. Bu bir hayat yolculuğudur: “taş denizleri” aşmayı gerektirir. Şaire özgü gibi görünen bu yolculukta hepimiz varız; çünkü, hayat hepimizindir, hepimiz dünya denilen bir gemide yol almıyor muyuz?

04:00 - 15/05/2021 Cumartesi
Güncelleme: 01:39 - 15/05/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Doğuşla başlayan bu yolculukta bir limanı arkamızda bırakırken bir başka liman menzilimiz oluyor.
Doğuşla başlayan bu yolculukta bir limanı arkamızda bırakırken bir başka liman menzilimiz oluyor.
ARİF AY

Bir oluşun, bir başlangıcın an an tekrarının, dönüşümünün bütün bir hayatı içine alan bir yolculuğa tekabül ettiğini biliriz; fakat, her tekrarın bir öncekinden farklı özellikler taşıdığının kimi zaman farkında olmayabiliriz. Dolaysıyla, hayatın bir dönüşümden, bir çalkantıdan, bir gelgitten ibaret oluşunun şiirini yazıyor Yunus Karadağ.

Bir tarafta Herakleitos’un “Bir ırmakta iki kez yıkanılmaz” sözüyle örtüşen an an tekrarın farklılığı, diğer tarafta ise “deniz” imgesi üzerinden bitmeyen dalgalanma ve çalkantı…


Genç bir şairin bu ilk kitabında (Gökyüzü Koşarken, Muhit Kitap 2020) bir imgeyi okurun belleğinde, hayatın karmaşık gizlerine yönelik farklı farklı çağrışımlara yol açacak denli ustalıkla kullanması, onun şiir yolculuğuna dair umutlu bir başlangıcı işaret etmektedir.

Muhit’in Mayıs 2021 sayısında yer alan “Suyun Unutuluşu” başlıklı şiiri de “Gökyüzü Koşarken”e eklemek istedim. Çünkü, bu şiir de hem söylem hem de imge yönünden kitaptaki şiirlerle aynı gökyüzünü paylaşıyor. “Seni gören gemiler unuttular denizi” diyor şair, tıpkı “Gökyüzü Koşarken”deki deniz imgesinin geçtiği dizelerde olduğu gibi.

“Deniz”, Karadağ’ın sıkça kullandığı imgelerden biridir: “Kimse sularına dokunmuyor denizin”, “Annemin ellerinde saçı dökük denizler”, “Yırtılana dek giyeceğim denizi” ile bir giysiye dönüşen denizden, “Önce taş denizlerini aşmalıyım senin”e, “İlkbaharda ölüler eski denizler gibi”den, “Kamyon kasasında üstü açık denizler”e, “Benim babam denize / Yağmurlu pakistanlar bırakırdı her sabah”a, her biri hayatın bir başka veçhesine dair zengin çağrışımlar içeren bu “deniz” imgesi aynı zamanda şairin şiir dünyasının kapılarını açacak birer anahtar özelliği de taşmaktadır.

ÖLÜMÜ BİLE BİLE YAŞAMAK

Karadağ, bir iç yolculuğun şiirini yazıyor bir bakıma. Bu bir hayat yolculuğudur: “taş denizleri” aşmayı gerektirir. Şaire özgü gibi görünen bu yolculukta hepimiz varız; çünkü, hayat hepimizindir, hepimiz dünya denilen bir gemide yol almıyor muyuz? Doğuşla başlayan bu yolculukta bir limanı arkamızda bırakırken bir başka liman menzilimiz oluyor: “Delirmeden çıkılmaz bu yola / Her yanından su alan gemilerimle / Buradan nasıl geçemeyeceğimi / Ne yapsam geçemeyeceğimi / Dur durak bilmeden geçemeyeceğimi / Sana defalarca yenilmek istiyorum.” Diyen şair, tasavvufî bir hikmetle buluşturur bizi; ‘yenilmek’ nefsi yenmek, yaratıcıya teslim olmak anlamını da içermez mi?

Ölümü bile bile yaşamak insanın en trajik yanıdır belki de. Hele de ölümü bir son, bir yok oluş olarak gören insanın hâlini ancak “delirmek” sözcüğü karşılayabilir. Hayatı “saçma” gören Camus’nün düşüncesine denk düşen bir hâldir bu. Oysa ölüm, Müslüman için ebedî âleme geçişin kapısından başka bir şey değildir

“Deniz” imgesinden sonra sıkça geçen imgelerden biri de “ölüm” imgesidir. “Ölüm” imgesi de çok boyutlu bir imge olarak yer alıyor şiirlerde. Ölüm imgesi genellikle çocuk imgesiyle iç içedir. Bu biraz da çağın çocuk öldüren bir çağ oluşuna atıftır belki de. Elbette sırf soyut düzlemde yer almaz ölüm. Güncele dair acıları, ölümleri çağrıştırır bir yandan. Filistin’de, Bağdat’ta, Bosna’da, Suriye’de, tüm coğrafyalarda öldürülen çocuklar gelir gözlerimizin önüne.

Karadağ’ın şiirinde ölüm hayatın en dinamik, en diri, en devingen olgusu olarak yer alır: “Ben ne sanıyorum kendimi / Yanıp sönerken başucumda ölümler / İlk kelimede dağıldı mürekkebim.” Diyen şair, ölümün kuşatıcı yönüne çeker dikkatimizi. Ölümle iç içe olan insanın bir çabası da ölümü ötelemektir, onu geciktirme arzusudur. Kuşkusuz bu, ölümden kaçmak değil. Olsa olsa, ondan izin talep eder; söyleyeceğini söylemek için, sözünü tamamlamak için. Şairin şu dizelerinde olduğu gibi: “Biliyorum / bir gün ölmesem diyeceğim / -bari bugün ölmesem- ve o gün öleceğim. / Daha söyleyecekleri varken susmayı kim ister?”

Ölüm, çocuk ve güvercin üçlüsünde kırgın bir çocuğun dünyasıyla yüzleşiriz. Annenin her akşam ağıtlarla uyuttuğu “Ölü kuşlar kanardı gecelerime”, “Hiçbir şey demeden ölürdü güvercinim” dizeleriyle yüreğimize acılar boca edilir.

Şiiri gerçeği görmenin bir aracı sayan şairin, ilk karşılaştığı gerçek de ölüm gerçeğidir: “Ben arada sırada annemin öldüğünü / Düşlerim kahvelerde kelebek öldürürken / Şimdi nereye baksam hayat can çekişiyor orada / Herkes ustadır bir gülü soldurmakta / Dönüp dolaşıp aynı yere gelen dünyada / Neden yoktur ölümün geçmediği bir sokak / Ben şiire inandım görmek için gerçeği.”

ÖLÜM VE AŞK BİRBİRİNİN YOL ARKADAŞI

Ölüm aynı zamanda bir dirimin de başlangıcıdır. Mevlânâ’nın ‘şeb-i arus’ dediği bir kavuşmadır. Bu kavuşmada aşk vardır. Çünkü, hayatın mayası aşktır. Aşk hep diridir ve kalıcı olandır. Aşkın dışındaki her şey, Fuzûlî’nin deyişiyle ‘kıyl ü kâl’ dir.

Ölüm ve aşk birbirinin yol arkadaşı adeta: “Herkes gitti evlerine, tek ben kaldım / Seni unuttuğum nerede ki, beni ölümden kıskan.”

Karadağ: “Ben bakınca çürüyor çiçek / Bir dağ yırtılıyor ben bakınca / Aşk yaratılıyor, yoksa bir anlamı yok / Bu dirilip ölmelerin, köşe kapmaların” derken, her şeyi anlamlı kılanın ve kalıcı olanın aşk olduğunu imler. Şairin, ölümlerle, acılarla, yalnızlıklarla yoğrulmuş dünyadaki yolculuğunun tek güvencesi aşktır artık. Tüm şiirlerinde bu aşkın izlerine rastlarız. Şair bu duyguyu öyle işler ki, diline mahcup bir aşığın edası siner, tıpkı şu iki dizede dile getirdiği gibi: “Ben bu suyu tek başıma geçemem / Rüzgâr olsam değemem saçlarına”

Aşk insana en çok yakışandır. Çünkü o, her şeyi iyileştirendir: “Sen gelince her şey iyileşir / Bir bıçak yarasını sarar / Ceylanlar kurtulur aslanların elinden.”

Tüm dikkatini hayata yöneltmiş bir şairin, ince bir işçilikle işlediği dille ortaya koyduğu bu şiirler “Gökyüzü Koşarken”i bir ilk kitap olmanın çok ötesine taşıyor.

#Yunus Karadağ
#Gökyüzü Koşarken
#Mevlânâ
3 yıl önce