|

“Yalnız taşralı” CEMİL KAVUKÇU

Cemil Kavukçu’nun ilk öyküsünün adı Pazar Güneşi aynı zamanda yazarın ilk öykü kitabına da isim olmuştur. Yazarın öykü evreni, büyük oranda, doğduğu kasabada üniversiteye gidinceye kadar geçen ilk yirmi yılı üzerine inşa edilmiştir. Boğuştuğu, bunaldığı, hesaplaştığı hayat, hayatının bu dönemidir. Bu süreçte öykü kitaplarıyla bir “kasaba”yı yeniden inşa eder adeta.

04:00 - 15/11/2023 Çarşamba
Güncelleme: 22:46 - 14/11/2023 Salı
Yeni Şafak
Cemil Kavukçu
Cemil Kavukçu
Alim Kahraman

Cemil Kavukçu 1951 İnegöl doğumlu. Ancak yazarın gecikmelerle yol alan bir öykü serüveni olduğunu kendi anlatımlarından öğreniyoruz. İlk öyküsü “Pazar Güneşi” 1981’de Sesimiz dergisinde, ilk öykü kitabı Pazar Güneşi 1983’te Yaba Yayınları arasında yayımlanır. “Patika” adlı öykü dosyasıyla 1987’de Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü alır, dosya aynı yıl Varlık Yayınları arasında kitaplaşır da. Buna rağmen bir türlü edebiyat kanonuna dahil olamaz. “Yıldızının parlaması” için 1995 yılına kadar beklemesi gerekir. O sene Can Yayınları arasında Uzak Noktalara Doğru adlı öykü kitabı çıkar; bu kitabıyla bir yıl sonra Sait Faik Armağanı’nı kazanır. Geniş bir nefes almıştır böylece, ne de olsa istediği açık sulardadır artık. Ancak bunun yıpratıcı bir maliyeti olmuştur kendisine. 1981’den 1995’e kadar zorlar ve zorlanır; 1992’de ciddi bir sarsıntı geçirince o zamanki ‘sınırlı’ edebiyat ortamındaki yazar arkadaşlarıyla ilişkilerini birdenbire keser. 1992-1995 arasında edebiyat dünyasına küser.

Kavukçu’nun yaşadıklarıyla sık sık bağlar kuran, yaşamından beslenen bir öykü dünyası vardır. Şimdi diyeceksiniz ki, hangi yazar için bu böyle değildir? Zaten bunun böyle olduğunu da büyük oranda kendi açıklamalarından öğreniyoruz. Belki şu söylenebilir; o bunu öykülerinin bir gücü olarak görüyor. Anı kesitleri değildir onun için öykü, ancak yeni bir atmosfer ve iç gerçeklik inşa ederken öykünün yaşanmış olandan aldıkları bir zorunluluktur adeta. Başka bir açıdan baktığımızda, onun için öykünün “iç dökmek” ve “paylaşmak” gibi insanî bir anlamı da bulunmaktadır. Yazdıkları, ağrıyan yanlarına dokunanlardır çünkü. Evet, bireysel ve sanatsal pencerelerden görünümü farklı ancak birbirini bütünleyen böyle bir yanı vardır onun için yazmanın.

YAŞADIĞIN ŞEHİRLERİN BELLEĞİ

Yazarın öykü evreni, büyük oranda, doğduğu kasabada üniversiteye gidinceye kadar geçen ilk yirmi yılı üzerine inşa edilmiştir. Boğuştuğu, bunaldığı, hesaplaştığı hayat, hayatının bu dönemidir. Bu süreçte öykü kitaplarıyla bir “kasaba”yı yeniden inşa eder adeta. Yaşadığı kasaba İnegöldür, yazdığı kasaba da oradan, oradaki hayatlardan doğmuştur; fakat ikisi aynı mıdır, işte ondan emin değiliz. Değil öyküleri, “biyografik bir anlatı” alt başlığıyla yayımladığı anılar kitabında bile “İnegöl” değil, eski adı “Angelacoma”yı kullanmayı tercih eder yazar. Bunun bir sebebinin yazılan her şeyin -anı bile olsa- yeni bir inşa olması olduğunu düşünebiliriz. Kaldı ki öykü ve roman gibi yaratıcı türlerin belirleyici bir vasfıdır kurmak. İkinci bir mesele daha var; söz konusu olan kasaba da yazarın ondan uzak olduğu yıllarda hızlı bir değişim yaşamıştır. Bu da belki biraz sosyal fakat asıl ruhsal bir boyutta öykülerin dünyasına yansır; anlatının bir boyutunu oluşturur. Kaybedilenin açtığı yeni yaralar, geçmişte kalanları anmayı, şimdiye ait olanın penceresinden bakan kişi için hüzünlü bir lezzet haline getirir. İç dökmek ve paylaşmak, zedelenmiş ruha sürülen bir merhem gibidir aynı zamanda; bir sağalmayı da beraberinde getirir.

Cemil Kavukçu için hayatının belli bir döneminden sonra yerleştiği ve orada kaldığı Ankara, ikinci bir ana mekandır. Buna rağmen ilk defa ortaokulu bitirdikten sonra liseyi okumak için Pertevniyal Lisesi’ne gelip bir yıl kaldığı İstanbul vardır arada. İstanbul’a asıl gelişi, 1972 yılında üniversiteyi okumak için olur. Yine Beyazıt’ta dedesinin evindedir. Laleli’deki Fen Fakültesi binasının Jeofizik Mühendisliği Bölümü’ndedir. Yemeklerini merkez binadaki Turan Emeksiz öğrenci lokantasında yemektedir. “Büyük Şehirde” bir “kasabalı” olarak yaşamaktadır. (Bağışlayın, küçük bir pencere açmadan geçemeyeceğim, Kavukçu’yla iki yıl (1974-1976) sırt sırta iki fakültenin aynı çatı altındaki binasında öğrenci olarak bulunmuşuz. İlk yıl ortadaki Hergele meydanı ortak kullanılıyordu sonra öğrenci olayları başlayınca bizim Edebiyat Fakültesi’nin o tarafa açılan kapısı kapatıldı. Girişimiz de Vezneciler tarafından Ordu Caddesi tarafına alındı. Ben de yemeklerimi çoğunlukla Turan Emeksiz öğrenci lokantasında yiyordum. Fırsat buldukça Sahaflar çarşısında vakit geçiriyordum. Arkadaşlar edinmiştim ancak ruhumun bir tarafıyla yalnız bir taşralı olarak yaşıyordum bu şehirde).

TUTUNAMAYANLAR’IN YAZMADA ETKİSİ

Üniversiteye başladığı yıllarda yazma denemeleri başlar Kavukçu’nun. Onu etkiyen ilk büyük eser, o sırada ilk baskısını yapan (1971) Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı olur. Kafasındaki alışılmış roman kalıplarını kıran bir roman olur Tutunamayanlar. Bu roman sadece Kavukçu için değil Türk edebiyatı için de kalıpları kıran bir işlev yerine getirecektir. Romanın iki önemli kişisiyle (Selim Işık ve Turgut Özben) kendini özdeşleştirir. O kadar etkisinde kalır ki o sıralar Teknik Üniversite’de hoca olan romancıyı ziyaret etmeyi bile ciddi ciddi düşünür. (Tehlikeli Oyunlar’ı okuyunca daha çok çarpılacakır. O zaman roman kişisi gibi gecekondu semtinde öyle bir evde oturmak ister.) Öykü ayrımı henüz kafasında oluşmamıştır. Yazarlığının hedefi roman yazmaktır. Bir arkadaşıyla ortak bir daktilo alırlar. “Karga” adını verdikleri bu daktiloyla arkadaşı şiirlerini o da romanını yazmaya başlar. Sonunda 1977 yılında roman ortaya çıkar; Tutunamayanlar’ın kötü bir kopyası olarak.

Cemil Kavukçu romanını yazdığı sırada yazdıklarını paylaştığı arkadaşından sen öykü yazsana, diye bir teklif alır. İyi de nasıl yazacaktır; arkadaşı biraz kısa tutarsın öykü olur, der. Öyküyü fark edişinde bir başka usta yazarın, Sait Faik’in “Bir Bahçe”sinin önemli bir rolü olur. İlk öyküsü bunlar ve başka bazı etkilerin hazırladığı bir ortamda ortaya çıkar: “Pazar Güneşi”. Artık okul bitmiş, MTA’da bir iş bulmuş, evlenmiş ve Ankara’ya yerleşmiştir.

Şimdi buradan bakınca, 1981’le 1995 arasında yaşadığı onca sıkıntıya sebep öykü yazmaya Ankara’da başlaması mıydı diye düşünmeden edemiyorum. Hayatını İstanbul’da kurma imkanı doğmuş olsaydı, durum daha mı farklı olurdu. Çünkü Ankara’dan İstanbul’a erişmek için çabalayıp duracaktı uzun bir süre. Yine de fazla zorlamayalım alternatifleri. Kolay gelen başarı ne kadar kalıcı olurdu diye de düşünmek lazım.

Biliyorum, Cemil Kavukçu öykücülüğü için bir başlangıç bile olmadı henüz yazdıklarım.



#Aktüel
#edebiyat
#yazar
6 ay önce