|

Yunus Anadolu’daki İslam hakikatidir

Yunus Emre’nin farklı dönemlerde hazırlanmış Divanlarını karşılaştırarak Yunus Emre’nin şiirleri üzerine bugüne kadar en kapsamlı çalışmaları yapan Mustafa Tatçı “Yûnus’un Anadolu’daki karşılığı İslâm’ın hakikatidir” diyor ve şöyle devam ediyor: “Yûnus nefis terbiyesinden geçerek, seyr ü sülûk çıkararak aşk ve irfan ile elde ettiği ledünnî bilgiyi söylemiş bir erendir. Yûnus bu topraklarda bir masdar, bir metod, bir çıkış noktası, bir numune, bir model, bir insan- ı kâmil, yeni bir dil ve yaşayan bir Kur’ân’dır. “

04:00 - 15/09/2020 Salı
Güncelleme: 01:13 - 15/09/2020 Salı
Yeni Şafak
Mustafa Tatcı
Mustafa Tatcı
FATMA KAPLANOĞLU

UNESCO Yunus Emre’nin vefatının 700. yılı dolayısıyla önümüzdeki yılı 2021 Yunus Emre Yılı olarak ilan etti. Bu yıl pandemi nedeniyle pek çok etkinlik iptal edilse de seneye Yunus Emre’nin ismine yakışır projelere imza atılacağına dair umutluyuz. 35 yıllık emeği ve tecrübesiyle hepimize zevk ettiren Mustafa Tatcı, 8 yıl önce TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) tarafından yayınlanan Yunus Emre külliyatına 600 sayfalık ilavesiyle birlikte 50’ye yakın yazmanın karşılaştırmalı metniyle, 2200 sayfalık kapsamıyla, kavramların tahliliyle ülkemizde ilk defa hazırlanan geniş kapsamlı indeksiyle, Yûnus’un menâkıbından hareketle yapılan minyatürleriyle Yûnus Emre’nin üslubuna yaraşır bir baskı armağan etmeye hazırlanıyor. Tatçı ile Yunus Emre üzerine yaptığı çalışmaları ve Yunus Emre’yi konuştuk.

Öncelikle şunu soralım: Yunus Emre’nin Türk tasavvuf geleneğindeki önemi nedir? Niçin toplum olarak Yunus Emre’yi bu kadar sevdik ve sahiplendik?

Biz Müslümanız. Kitabımız Kur’ân, rehberimiz Resûlullah. Her iki kavramı özetleyip birkaç kelimeye dökmeye çalışsak sanırım ilim, irfan, merhamet, muhabbet ve aşk yoluyla insan ve daha ötesinde insan-ı kâmil olma hususları karşımıza çıkacaktır. Yine bu hülâsanın Yûnusçası “Kurân kendisi olmuş kendi Kurân içinde” ifadesidir. İnsan kendisini çözdükçe eşyanın hakikatini de çözecektir. Bu çözüm kelâmla başlar. Yunus manâ âlemine doğru derinleştikçe eşyanın iç yüzüne vâkıf olmuş ve elde ettiği bilgiyi kelama dökerek ama asıl olarak anadili ile anlatarak Türkçe’yi bir hakikat, manâ, aşk ve irfan dili haline getirmiştir. Bu sebeple o Türkçe’nin manâ âlemine açılan bir kapısı ve tercümanlığını yapan bir Cibril’i olmuştur. Bu makamın en belirgin özelliği; “Ben onun konuşan dili, gören gözü, duyan kulağı olurum.” hadîs-i kudsî’sinde de teyit edildiği gibi, o kişinin ağzından çıkan sözleri, -zat-ı âlileri fenâfillah makamında olduğu için- Hak kelâmı kabul ederiz. Cenâb-ı Hak “Ben onun konuşan dili olurum” dedi mi artık o kişi hangi dilden konuşursa konuşsun anadilini vahiy dili haline getirir.

Hak dilini Türkçe’ye yani şiirlerine tercüme edebildiği için bu kadar sevdiğimizi söylüyorsunuz değil mi?

Evet. Aynı zamanda bu şiirleri inceleyin şunu göreceksiniz: Yûnus’un Kurân’a ve Resûlullah’ın vaz ettiği İslâm’a ters düşen tek bir mısrasını asla bulamazsınız. Artık fânifillah dairesinde söz kendisinindir. Batı Türkçesi onunla birlikte hakikatin örtüsünü kaldırmıştır ki Yûnus’un milletimize ve insanlığa en büyük hediyesi budur. Bu sebeple de milletimiz için Yûnus bir lutf-ı ilâhîdir. Yeri gelmişken belirtelim; Ahmed Yesevi Hazretleri ve takipçileri de Yûnus’tan bir buçuk asır önce aynı görevi ‘Hikmetleri’ ile Türkistan’da yapmış idi.

İLK KEZ 18 YAŞIMDA DİVANINI BAŞTAN SONA OKUDUM

Sizin Yûnus Emre’yle yolunuzun nasıl kesişti? Sizin de hikayenizi merak ediyoruz.

Bendenizin Yûnus’a olan ilgisi ortaokul sıralarına kadar gider. Öncesinde de bu ilgi vardı tabii. Duyduğum Yûnus şiirlerinden büyük zevk alırdım. Ama Dîvânı ilk defa baştan sona 1978 senesinde Maarif Kitabevi’nin yayınladığı eserden okudum. Yani altını çizerek ilk defa 18 yaşımda okumuşum. Niyâzî-i Mısrî ile tanışmam da bu yıllara rastlar. Birinden anlamadığımı diğerinden çözmeye çalışırdım. Bazı kişiler Yûnus okumaları için birilerinden etkilenip etkilenmediğimi de soruyorlar. Hayır hiç kimseden etkilenmedim. Sevdim ve Yûnus gibi olunması gerektiğine inandım. Okudum.


Sonra bu alanda akademik olarak da çalışmalar yürütüyorsunuz. Bu nasıl oldu?

Yûnus Emre ile ilgili ilk olarak doktora yaparken çalışmaya karar verdim. Önceleri Niyâzî-i Mısrî üzerinde çalışıp iyi bir monografi çıkarayım diye düşünmüştüm. Fakat değerli hocam Sadık Kemal Tural ile yaptığımız bir sohbette “Sen Niyâzî’yi sonra çalış, şu Yûnus meselesini hallet” diye tavsiyede bulundular. Fakir de “Söyleyene değil söylettirene bak” diyerek bu tavsiyeyi emir telakki ettim. Dolayısıyla ilk ciddi araştırmaya 1986 senesinde başladım. Şu anda gördüğünüz bu yedi cilttik külliyatın ilk iki cildi, yani Yûnus’un hayatını ve tasavvufî düşüncelerini içeren birinci cilt ile on dört yazmaya dayalı tenkitli metin çalışmasını içeren ikinci cilt, doktora mesaimizin mahsulüdür.

Doktoradan sonra da çalışmalara devam ediyorsunuz o süreci de dinlemek isteriz?

Evet, daha sonra aynı metodlarla Risâletü’n-Nushiyye ile Yûnus’a ait olmayan diğer Yûnuslar’ın şiirlerini bir ciltte topladım ve külliyat ilk defa dört cilt hâlinde 1990 senesinde Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. 2013’deki iki cilt TOBB baskısından önce son ilmi neşri de altı cilt halinde 2008’de H Yayınları’ndan yaptık.

Bu çalışmaları yaparken geçmişte faydalandığınız isimler de oldu mu?

Tabii Yûnus Emre’yi tez konusu olarak almadan önce konunun bütün boyutlarıyla, geldiği noktayı inceledim. Şimdi hepsi rahmetli olmuş, M. Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi âlim hocaların araştırmalarını, ortaya koydukları metinleri inceledim. Esas bendenizin niyeti, Faruk K. Timurtaş’ın yayınladığı Dîvân’dan hareketle bir ‘Yûnus Emre Dîvânı Tahlili’ yazmaktı. Yazmaları inceleyince, metnin yeniden okunması ve tenkitli metin olarak yazılıp bunun üzerinde bir sistematik tahlil yapılması gerektiğini anladım.

Sizin tenkitli metinlerin piyasadakilerden çok farklı olduğunu biliyoruz. Bu farklılıkları en basit haliyle anlatmanızı istesek neler söylersiniz?

Yûnus Emre Dîvânı’nın sadece bir şiirindeki nüsha farkları, varyantları veya okuma hataları birkaç sayfada değerlendirilemez. Yani Yûnus Emre Dîvânı yazmalarındaki herhangi bir şiirde, beyit sayılarında, kelime ve ibarelerde, aynı kelimelerin yazımında vb. pek çok farklılıklar bulunmaktadır. Aynı şiirin değişik yazmalardaki şekillerine baktığınız zaman, varyantlar, atlamalar, yanlış yazımlar, müstensih yorumları gibi pek çok problemle karşılaşıyorsunuz.

İLK NEŞRİ GÖLPINARLI YAPMIŞTIR

Divan üzerine bu karşılaştırmalı çalışmalar daha önce yapılmış mı peki?

Evet, Dîvânı bu söylediğim hususları dikkate alarak yayına hazırlayan, daha doğrusu bir tenkitli metin neşri denemesinde bulunan ilk kişi rahmetli Gölpınarlı olmuştur. Onun 1943 senesinde yaptığı yayın bir tenkitli metin neşridir. Ancak kullandığı nüshaların sınırlı oluşu, tenkitli metin neşrinin inceliklerinin henüz oluşmaması, Eski Türkiye Türkçesi’nin sözlüğündeki eksiklikler ve bilgisayar gibi bir imkândan yararlanamaması Gölpınarlı’nın başarısına mâni olmuştur. Gölpınarlı, bilahare bu neşrinden vazgeçmiş, Fatih nüshasını esas alarak ve bu nüshada olmayan şiirleri diğerlerinden tamamlayarak bir Dîvân yayınlamıştır. 1961 ve 1965 senesindeki yayınlar metin tenkidine dayalı değildir. Bu bakımdan bizim hazırladığımız eser, şu anda piyasada bulunan Yûnuslar’dan çok farklıdır.

Siz nasıl bir yol izlediniz çalışmanızda?

Biz bu metni 20’ye yakın yazmadan ve onlarca cönkten hareketle hazırladık. Metni hazırlarken de sanki bizden önce bu metni hiç kimse okumamış farz ettik ve yeniden okuduk. Her şiirin otantik şeklini esas aldık. Beyit beyit, kelime kelime inceledik ve hatta harf farklılıklarına kadar indik. Yûnus bunu nasıl söyler diye düşündük.

Sonunda şimdiki yayınladığımız metin çıktı karşımıza. Bu Dîvân diğerlerinden oldukça farklıdır. Diğer neşirlerde mesela 8 beyit olan bir şiir, bizim neşrimizde 12 beyit olabilir. Kezâ bizim kurduğumuz tenkitli metindeki beyitlerin okunuşunda çok önemli farklılıklar görebilirsiniz. Zira beyitler baştan sona vezin ve anlam yönüyle tek tek değerlendirilmiş, ifadenin en mantıklısı neyse, öylece alınmıştır. Bazı şiirler iç içe girdiği için bunlar ayıklanıp yerlerine yerleştirilmeye çalışılmıştır.


TARAFLI BİR YUNUS ORTAYA ÇIKIYOR

Yunus Emre’nin farklı dönemlerde hazırlanan Divanları üzerine yeni bir metodla çalışıyorsunuz. Bunu biraz daha açsak?

Bir hayli Dîvân neşredilmiştir ama bu Dîvânlar da ya Gölpınarlı’dan ya da fakîrin eserinden alınmış emeksiz mahsullerdir. Doğrudan yazmaları kullanan sadece üç araştırmacı vardır. Bendeniz ilk defa yazma sayısını çoğaltarak ciddi manâda bir tenkitli metin çalışması yaptım. Bu çalışmada mevcut bütün yazma Dîvânları kullanmak bazı sebeplerden ötürü mümkün değildir. Bunların detaylarıyla sizi boğmak istemem. Bir kısım sözde araştırmacılar Gölpınarlı’dan, Timurtaş veya bendenizin neşrinden metinler alarak kendilerine göre yorumlar yapıyorlar. Bazı şiirleri göz ardı edip okuyucuyu yanıltıyorlar. Ortaya taraflı bir Yûnus çıkıyor böylece. Bunlar doğru şeyler değildir. Metne bir bütün olarak bakmak ve ona göre yorumlamak gerekir.Şimdi sadede gelirsek, bizim hazırladığımız bu eser de temelde yeterli değildir.

“İLMİ NESİLLER TAMAMLAR”

Neden yeterli değil peki?

Bunun sebebi, yazmaların yeterli olmayışıdır. Elimizdeki yazmalarla bu Dîvân ancak bu kadar ortaya çıkarılabilir. Sadece ortaya çıkan bu eserde bizim bilgisizliğimizden veya dikkatsizliğimizden kaynaklanan bir tercih hatası olabilir. Bunları düzeltmek de ulemâya düşüyor! Yûnus Dîvânı’nın bilinmeyen yeni nüshaları çıktıkça veya mevcut Dîvân filolojik titizlikle yeniden değerlendirdikçe şiirler daha da düzelecektir kanaatimce.

Köprülü’nün “ilmi nesiller tamamlar” cümlesi çok hoşuma gidiyor. Bu mevzuu için de aynı söz söylenebilir. Edebiyat tarihimizde Orhun Abideleri, Kutatgu Bilig, Makalât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, Velâyetnâme, Dede Korkud vb. gibi öyle metinler var ki, kelime kelime; paragraf paragraf değerlendiriliyor. Bu tür metinlerden biri de Yûnus Emre Dîvânı’dır. Yeni bilgilere ulaştıkça okunan metin veya manâ değişir, değişecektir.

Yunus bizim kültürümüzde tam olarak neye karşılık gelir?

Yûnus’un Anadolu’daki karşılığı İslâm’ın hakikatidir. Yûnus nefis terbiyesinden geçerek, seyr ü sülûk çıkararak aşk ve irfan ile elde ettiği ledünnî bilgiyi söylemiş bir erendir. Yûnus bu topraklarda bir masdar, bir metod, bir çıkış noktası, bir numune, bir model, bir insan- ı kâmil, yeni bir dil ve yaşayan bir Kur’ân’dır.

İNSANIN KEMALİ DÜNYADAKİ TERBİYESİYLE ORANTILIDIR

Aşktan Söyler bu Dilim adlı söyleşi kitabınızda; Yunus Emre’yi hakkıyla değerlendirebilmemiz için Yunus okumanın yetmeyeceğinden dem vuruyorsunuz. Yunus uzmanı olmakla Yunus anlaşılmaz diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın sırrı, kendi kemâlini sergilediği bir vitrinidir. İnsana yüklediği kemâl bir emanettir. O kendisine verilen kemâli ne kadar arttırırsa aslına o kadar yaklaşır. İnsan bu noktaya vehmedildiği gibi kolaycacık gelivermez. Bir uzun seyr ü seferden, zorlu bir yolculuktan sonra gelir. Yûnus’un “Bir kılı kırk yardılar birin yol gösterdiler / Bu mülke gönderdiler o yola düşüp geldim” demesi bundandır.

İnsanın kemâli, dünyadaki terbiyesiyle orantılıdır. Nefsini ne kadar terbiye ederse dünyada o kadar kemâl bulacak, o kadar insan, o kadar ‘Hazret-i İnsan’ olacaktır. Bunun için de ehlullahın seyr ü sülûk dediği manevî terbiyeden geçmesi, cemâle eyvallah deyip, celâle sabır göstermesi ve kendine düşen vazifeleri yapması gerekmektedir. Seyr ü süluk görmeyen birinin Yunus’un dizelerindeki metaforları anlayıp çözebilmesi ve isabetli manâ verebilmesi imkansızdır vesselam.

Yunus’un dizelerinden alıntı yaparak onun ve gönül çocukları olan iki binden fazla Hakeren’in bize örterek açtıkları hakikat dilinin sırlarını anlayabilmek mümkün değildir. Size açıkça söyleyeyim, seyr ü süluk görmemiş yani hakiki bir mürşid tarafından kendini bilme eğitiminden geçirilmemiş olanların Yunus’un kuş dilini işitebilmesi imkansızdır. Nitekim bugünlere kadar yapılan şerhlerin pek çoğunda bundan kaynaklanan zaaflar mevcuttur.

TEZATI DA CÜMBÜŞTÜR

Kuş dili yani ledün dilini belli nefis mertebesine gelmeyenlerin tam olarak çözemeyeceğini söylüyorsunuz. Bir yandan da Yunus’un halkın konuştuğu kelimeleri kullanarak söz söylediğini biliyoruz. Bu ikisi tezat değil mi?

Tezatı da cümbüştür. Bülbülün dala konması lazım! Yunus ve diğer Divan eseri bırakan evliyaullahın dil mirası bize her seviyede hitap edebilmesindedir. Bizin nefsimiz hangi merhaleye gelmişse, kabımız uyarınca manâyı idrak edebiliyoruz.

İmdi peygamberler yaşadıkları hakikati konuştukları halkın lisanıyla örtmüşlerdir. Bu umumi bir kuraldır. Yunus gibi ehlullah ise Peygamberlerin halk lisanıyla örttükleri hakikatleri tefekkür ve zikir yoluyla gönüle indirip açarlar ve bu yolculukları sırasında edindikleri tecrübeleri az önce dediğim gibi mecazlarla ifade ederler.

Kur’ân’da Cenâb-ı Hakk’ın Süleyman Peygamber’e öğrettiğini söylediği ‘mantıku’t-tayr’ için Yûnus âşık dili, manâ dili yahut kuş dili terkiplerini zikretmektedir. Kast ettiği tabii ki ledün dilidir yani eşyanın hakikatiyle ilgili dildir. Yunus vahiy dilini kendi anadilinde tercüme etmiş ve Türkçe’ye Rabçe haline getirmiştir.

Yunus; ninelerimizin bağda bahçede sokakta konuştuğu kelimelerle bize hitap eder ama kelime terkiplerini katmanlı ifadelerle kullandığından manâyı kanatlandırmıştır. Kısacası Yunus konuştuğumuz dili derinleştirmiş, miraç ettirmiştir. Bu marifet zihinsel bir çalışmayla elde edilen entelektüel bir birikim sonucu olmaz. Nefsini kâmile makamına getirdiğinde, yani “sen çıkarsan aradan kalır seni Yaradan” makamında, bu artık kuş dilini bilenlerin “nefsinden söylemeyenlerin” dilidir. Yunus’un “bir ben vardır bende benden içeri” dediği benliksiz dil.

Peki Yunus gibi olamayışımız yüzünden onu anlamadığımızı, bugüne kadar yapılan şerh ve okumaların hatta tercümelerin pek çoğunun yeterli olmadığını nasıl fark edeceğiz?

Aydınların Yûnus’u tanımaması, kendi câhilliklerinden kaynaklanıyor. Başka hiçbir sebebi yok. Adam ne bir tekke görmüş, ne de ehlullah tanımış. Yûnus’u, Hacı Bayram-ı Velî’yi, Mısrî’yi nereden tanısın. Yûnus Emre’yi Ebu’s-Suud Efendi’nin fetvasından duymuş. Müftü Efendi “okuma” diyor, o da okumuyor. Dolayısıyla aşk adamları sadece aşka tâlip kişiler tarafından tanınır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur.

Evet aydınlar Yûnus’u Fuat Köprülü ile tanıdı. Tanıdı da ne kadar anladı, tartışılır. Köprülü ve arkadan gelen araştırmacıların Yûnus Emre’yi keşfi, Yûnus’u anlamaları demek değildir ki! Köprülü’nün ve diğerlerinin anlattıkları Yûnus, diliyle felsefesiyle, tarihi kimliğiyle öne çıkan Yûnus’tur. Yûnus’un irfanî yönü değildir. Yunus’un irfanî yönü Yûnus gibi olunca anlaşılır. Tasavvuf terbiyesi insanı Yûnus’a dönüştüren bir terbiyedir. Yûnus’u anlamaktan maksat budur.

Onu kimileri humanist olarak nitelendirmiş. “Cümle âlem kardaş gelir” ifadesini bu felsefe içinde değerlendirebilirsiniz. Ama bu ifadenin bütününe bakarsak, “Hakkı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelir” dediğimiz zaman mesele değişir. Hak kavramını yok sayarsanız hümanistlerin aradığı Yûnus ortaya çıkar; elbette Cenâb-ı Hak sevgisinden ötürü o bir insan severdir ama, hakikaten buna indirgenmiş bir felsefeye hapsedilebilir mi? Gerçekte böyle bir Yûnus yoktur.

YUNUS’U KİMLER GERÇEKTE ANLAR

Kimileri kendinden müstakil bir felsefeci olarak addetmiş, bazıları meşrebiyle ilgili, bazıları da mezarının yeriyle ilgili dedikodularla yetinmiş. Onun için kim anlayabilir bu sözleri? Hak ve hakikate ulaşan anlayabilir. Orada ikilik olmayacağı, sen ben defteri dürüleceği için tâbiri câizse kendinden kendine konuşur Cenâb-ı Hak. Nihayet Yûnus’un gözünde başka kimse yoktur ki, birine hakikati anlatsın!

Arifler “Âşık söylemezse çatlar, arif söylerse çatlar” demişlerdir. Şeriat makamından geçip kapının ziline basan marifet arayıcısının tek sermayesi aşktır. O âşıkın vücûdu yaşarken türbeye döner. Burası Yûnus’un: “Yak külümü savur beni hep dillerde söyleneyim” dediği yerdir. Külün varlığından söz edilebilir mi? Demek ki aşk makamı, dönüşme makamıdır; olma makamı değildir. ‘Olmak’ için önce aşka ulaşmak gerekir. Sonrası irfandır. Önceki sorunun cevabını da böylelikle tamamlamış olduk. Yunus olununca, söz canlanır. Canlı söz bugünkü tabirle evrenseldir. Her çağa, her mekâna hitap eder.

Kâmiller çağlarının en ileri düşünceli, en modern insanlarıdır demeniz bundan mı kaynaklanıyor?

İnsanlar erenleri elbise içinde tanımaya çalışıyorlar ve aldanıyorlar. Yunus’u da pamuk dede olarak kodluyorlar. Halbuki vahdet ehli hem pamuk dede hem demir dededir. Celali cemali bir etmiştir. İnsan-ı kâmili tefekkür kabiliyetiyle, ufkunun genişliğiyle değerlendirmek gerekir. Onların düşünce hızına mesela Amerika’nın teknolojide geldiği son nokta yetişemez. Bütün eşyadaki sonsuz ve başdöndürücü gelişmeler yani bu hız kâmillerin hayal ve gönül dünyasından ortaya çıkar. An’dadır onların manâsı.

Bakınız Mısrî Baba “Ben nereye eğilirsem âlem o yana eğilir” der. Kast ettiği budur. Önce bu gerçeği anlayalım ve yazalım gönlümüze. Sonra derdimiz işte o kâmili arayıp bulmak, o kâmil gibi olmak olmalı. Ehlullah “elbiseyi bırak içine bak” demişler. Hırka ve taç gözetilecek dönemde değiliz. Hemen içe yönelmeli, varlığın kalbi olan insanı bulmalı, onda yok olmalıyız. Yûnus’un Dîvânı ve Yolcuya Öğütler olarak şerhli neşrettiğim Risaletü’n Nushiyye’si bu yolun rehberi, bütün nefis hastalıklarımızın reçetesidir.

#Mustafa Tatçı
#Yunus Emre
#UNESCO
4 yıl önce