|

Yurdunu kaybeden adam: Cengiz Dağcı

Cengiz Dağcı, esir kamplarından Türkistan’ın bağımsızlığı hayaliyle Alman saflarına sürüklenen Türklerin dramını, esirlerin maruz kaldığı işkenceleri, kendine özgü kurgusuyla işler. Dağcı, kültürel belleğin ana damarı olan ata topraklarını bir kameraman gerçekliği ile eserlerine aktarır. Kırım’ın kültürel mirasını kendinden sonraki toplumsal hafızaya kazımak için çabalar.

04:00 - 15/01/2022 samedi
Güncelleme: 01:54 - 15/01/2022 samedi
Yeni Şafak
Cengiz Dağcı
Cengiz Dağcı
AYLA ABAK

Türkistan’daki Türk yurtlarının 20. yüzyılda sözümona “komünizm” döneminde yaşadıkları “Korkunç Yıllar”, insanlık tarihinde görülmemiş zulümler ve acılarla doludur. Bir tür “Rus esareti” biçiminde yaşanan ve “Müslümanlıktan ve Türklükten çıkarma işkencesi” diye özetlenebilecek bu baskı ve sömürü dönemi, belki de en açık ve en çarpıcı olarak Cengiz Dağcı’nın romanlarında dile getirilmiştir.

Cengiz Dağcı, Kırım/ Gurzuf’ta 1919’da doğdu. 10 yaşındayken Stalin’in Kırım Türklerini ata topraklarından sürüşüne tanık oldu ve bu, ruhunda derin izler bıraktı.

Yazı hayatına şiirle başlayan Dağcı, 1937’de Akmescit Pedagoji Enstitüsü Tarih Fakültesi’ne girdi. Kırım tarihini anlatan kitapları ve Ömer Seyfettin’in hikâyelerini okudu. II. Dünya Savaşı sırasında askere çağrıldı. 1941’de Almanlara esir düştü. Uman esir kampında açlık, aşırı soğuk, bit salgını ve salgın hastalıklarla mücadele etti. II. Dünya Savaşı yıllarındaki Doğu Avrupa’yı anlattığı romanları otobiyografik özellikler gösterir ve savaşın dehşetini yansıtır. Bu eserlerde bir çılgınlık ortamında insanın kendini arayışı, zulme başkaldırma gibi evrensel boyutlar hissedilir.

TÜRK KARDEŞLERİNİN SESİ OLUR

Cengiz Dağcı, esir kamplarından Türkistan’ın bağımsızlığı hayaliyle Alman saflarına sürüklenen Türklerin dramını, esirlerin maruz kaldığı işkenceleri, kendine özgü kurgusuyla işler. Dağcı, kültürel belleğin ana damarı olan ata topraklarını bir kameraman gerçekliği ile eserlerine aktarır. Kırım’ın kültürel mirasını kendinden sonraki toplumsal hafızaya kazımak için çabalar. Çocukluğunun ve gençliğinin Kırım’ını mimarisi, dağı, ovası, bahçesi, denizi, türküleri, atasözleri, destanları; İsmail Gaspıralı gibi millî davayı savunan aydınlarıyla ele alarak Rus işgali altında yok edilmek istenen Türk Kırım’ını adeta belgeler. II. Dünya Savaşı sırasında Rus saflarında savaşmak zorunda bırakılan Türklerin mevcudiyetini Türk dünyasındaki okurlara duyurarak tüm Türk kardeşlerinin sesi olur.

Dağcı “Onlar da İnsandı” “O Topraklar Bizimdi” adlı romanlarında top “kolhozlaştırma” adı altında ata topraklarına el konulmasını ve mülksüzleştirmeyi anlatır. Kırım Türklerinin toprakları yavaş yavaş ellerinden alınarak devletleştirilir. İnsanlar kendi topraklarında boğaz tokluğuna işçi olarak çalışır. Bir tutam üzümüne bile sahip çıkamaz. Cengiz Dağcı’nın babası kendi bağının bir tutam üzümünü öptüğü için sürgüne gönderilir, Sürgünler, işsizlik, açlık…

Cengiz Dağcı, romanlarında, her bir Türk topluluğuna ayrı bir Kiril alfabesi kullanma mecburiyeti getirerek dil birliğini bozmak isteyen, dinî vecibelerin yerine getirilmesini ve geleneklerin uygulanmasını yasaklayan S.S.C.B’nin diktatoryal yönetiminin, Kırım Türklerine uyguladıkları Ruslaştırma politikası ve soykırımı işliyor olsa da anlattıkları Türkistan’ın tamamı için geçerlidir. Nitekim Kırım’a göre oldukça doğuda; Asya’nın ortasında yer alan Kırgızistan’da doğup büyümüş ünlü Türk yazar Cengiz Aytmatov da daha yoğun bir sembolizasyonla ve daha örtük, metaforik bir dille “Gün Olur Asra Bedel” romanında aynı dünyayı anlatmıştır. Dağcı, Korkunç Yıllar’ın hemen başında “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdığımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim.” yazar. Yine aynı kitabında halkına şöyle seslenir: “Bil ki yalnız değilsin. Büyük bir milletin zengin bir geçmişi ve parlak geleceği seninle beraber. Bahçesaray’dan Kaşgar’a varana kadar binlerce minarelerimiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar, Çerkes diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız.”

ESERLERİNİ TÜRKİYE’DE BASTIRIR

Birçok cephede, temerküz kamplarından mucize denilecek tesadüflerle kurtulan Dağcı, sonradan yerleştiği İngiltere’de kıt kanaat yaşamasına rağmen hürriyetin ne büyük saadet olduğunu anlar. Orada lokantacılık yaparak geçimini sağlar. Onu Türk edebiyatına bağlayan sadece aslen Türk olması değil, eserlerini günlük hayatında kullanamadığı bir dil olan Türkiye Türkçesi ile yazması ve Londra’da ikamet ettiği hâlde Türkiye’de bastırmasıdır.

Cengiz Dağcı’yı büyük bir yazar yapan Kırım Türkünün ebedî sesi olurken trajik ve dramatik öğelerin çevrelediği insanı anlatmadaki ustalığı ve insanı insan yapan özellikleri fark ettirmesidir. Dağcı, Anneme Mektuplar kitabıyla 1988’de Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülünü kazanır.

“Edebiyata belki de hazırlıksız bu Kırım Türk’ünün ilk romanlarındaki üslûbunda çok usta olmadığı, Türkçe’mizi özenle kullanamadığı, sayfaları arasında gevşek ifadelere rastlandığı söylenebilir. Fakat bu eksikler belgelere, yaşanmışlığa ve bin bir faciaya dayalı cehennem hayatını anlatan bu romanlarının değerini azaltamaz.” (Ahmet Kabaklı)

ESERLERİ:

Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam (1957), Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri (1962), O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968), Genç Temuçin (1969), Badem Dalına Asılı Bebekler (1970), Üşüyen Sokak (1972), Anneme Mektuplar (1988), Benim Gibi Biri (1988), Yansılar 1 (1988), Yansılar 2 (1990), Yansılar 3 (1991), Yoldaşlar (1991), Yansılar 4 (1993), Ben ve İçimdeki Ben (Yansılardan Kalanlar, 1994), Biz Beraber Geçtik Bu Yolu (1996), Haluk’un Defterinden ve Londra Mektupları (1996), Bay Markus Burton’un Köpeği (1998), Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998), Bay John Marple’ın Son Yolculuğu (1998), Regina (2000), Oy Markus Oy (2000), Rüyalarda Ana ve Küçük Alimcan (2 öykü, 2001).

#Cengiz Dağcı
#Türkistan
#Cengiz Aytmatov
il y a 2 ans