|

Yürürken kendini ve dünyayı keşfet

Günde yarım saatlik bir yürüyüşün depresyonun etkili ilaçlarından olduğunu söyleyen Psikiyatrist Mustafa Ulusoy, “Üşümeye bile fırsatımız yok. Atıl kalan yüzlerce duygumuz var” diyor. Yürüyüşü bir hayat tarzına dönüştüren yazar Melih Uslu ve Çağrı Günay ise yürümenin insana sayısız katkı sağlayacağını söylüyor.

Merve Akbaş
04:00 - 30/09/2018 Pazar
Güncelleme: 13:16 - 29/09/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
​Yürürken kendini ve dünyayı keşfet
​Yürürken kendini ve dünyayı keşfet
En son ne zaman yürüdünüz?

Bu sorunun cevabını hatırlamıyorsanız arabanızı otoparkta bırakarak veya otobüsten bir iki durak önce inerek hemen harekete geçebilirsiniz. Çünkü uzmanlara göre yürümenin hem zihinsel, hem de fiziksel sayısız faydası var. Yürüyüş insanı dinçleştiren, zihnini ferahlatan ve hiçbir masrafı olmayan bir etkinlik. Tabi bunun dışında sayısız sosyal ve kültürel katkısı da var. 3-4 Ekim’de kutlanan Dünya Yürüyüş Günü de insanlara bu yönde bir farkındalık kazandırmayı amaçlıyor. Psikiyatrist Mustafa Ulusoy yürümenin insan psikolojisine önemli katkıları olduğunu düşünen isimlerden. Günümüzde birçok insanın oturarak para kazandığına dikkat çeken Ulusoy, “Bir sandalye ve bir masaya mahkumuz çoğumuz. Bu hiç de fıtri değil. İnsan bedeninde yüzlerce kas var ve bugün bunların epey bir kısmı artık âtıl vaziyette” diyor. Yürümenin bedendeki kasları çalıştıran bir işlevi olduğunu hatırlatan Ulusoy, beden hareket halinde olmayıp âtıl kalınca ruhun da ona uyum sağlayıp âtıllaştığını belirtiyor. Ulusoy şunların altını çiziyor: “Bir psikiyatrist olarak insanoğluna en zarar verici icat nedir diye sorulsa, düşünmeden arabanın icadı derim. Bugün artık yürümenin yerini araba aldı. İnsanlar bir ekmek almaya bile arabayla gidiyorlar. Yürümemek demek, hareketsizlik demek yanında insanın kainatla, dış dünyayla irtibatının azalması hatta kopması demek.”

ÜŞÜMEYİ BİLE UNUTTUK

Kendisinin de günde bir saat yürüyüş yaptığını söyleyen Ulusoy, yürümediğinde bir eksiklik hissettiğini söylüyor. Yürümeyi hastalarına da tavsiye ettiğini belirten Ulusoy, bunun depresyonun da ilacı olduğunu belirterek ve ekliyor: “Hastalarıma yürümeyi kesinlikle öneririm. Günde en az yarım saat. Depresyon için en güzel ilaçtır. Özellikle sabah erken vakitleri öneririm. Hemen hepsinden, “ama hava çok soğuk ama hava çok sıcak” itirazı alırım. Ben de onlara şunu derim: “Yürümenizi isteme maksatlarından biri de zaten üşüme duygusunu, sıcak duygusunu hissetmeniz.” Dikkat edin, artık üşümek hissi bile bize yabancı. Sobalı evlerde bir odada soba olur diğer odalar soğuk olurdu. Şimdi her oda eşit sıcak. Arabaların içi sıcak. İşyerleri sıcak. Üşümeye fırsatımız yok. Beynin üşüme merkezi çalışmıyor. Bunun gibi yürümemekten, dış dünyayla minimal temas kurmamızdan dolayı atıl kalan yüzlerce duygumuz var.”

“Bir insan ancak yürüdüğünde soğuğu fark eder, sıcağı fark eder, terler, yağmurla ıslanır, karda ayağı üşür. Yani beyni çok farklı uyaranlara maruz kalmış olur ve bu beynin işlevi açısından çok olumludur” diyen Ulusoy, “İnsan yürüyerek başını gökyüzüne çevirme fırsatı bulur, ayı görür, bulutların süzülüşünü tefekkür ve temaşa eder ve çok önemli bir şeyin idrakine varır. Bir şehirde, bir ülkede değil kâinat denilen bir alemde yaşadığını. Yürümeyen insanın hayatı ve dünyayı sıradan, sıkıcı, boğucu, durağan algılaması mukadderdir” ifadelerini kullanıyor.


KENDİ ŞEHRİNİZDE
ROTALAR OLUŞTURUN

Farklı nedenlerle yürüyüş yapan insanlar da var. Kimisi oturduğu kenti gezmek, yeni keşifler yapmak için adım atıyor, kimisi de ‘trekking’le doğa sporlarına yönelerek yürümeye başlıyor. Ancak hepsinin ortak kanısı yürümenin adım atmaktan çok daha fazlası olması... Melih Uslu ise tam anlamıyla profesyonel bir yürüyüşçü. Uslu, uzun yıllardan bu yana yürüyerek şehir rotaları oluşturuyor ve bunları farklı mecralarda yayınlıyor. Kısa süre önce de Yürüyerek İstanbul isimli bir kitap çıkardı. Bu kitapta, farklı güzergalarla şehrin keşfedilebileceğini söylüyor. Ancak bu sadece İstanbul için geçerli değil. Hemen her kentte bu tür güzergahlar bulmak, oluşturmak mümkün.

Çocukluk yaşlarından bu yana yürüdüğünü söyleyen Uslu’ya göre bu etkinlik, bize görünenden çok daha fazlasını sağlıyor. Ona göre yürümek, yaşamın içinde karşımıza çıkan bir yığın önemsiz şeye saplanıp kalmaktansa ya da can sıkıntısı ve aylaklığın karanlık dehlizleriyle boğuşmaktansa size yeni ufuklar sunmaya elverişli bir etkinlik olarak tanımlanabilir. Uslu’ya yıllardır yürüdüğü İstanbul’da neler keşfettiğini soruyorum. Bana, “Dil için konuşmak ne ise şehir için yürümek odur” diyor ve ekliyor: “Antik çağda şehir kavramı, içerisinde rahatça yürünebilen kamusal alanları ifade ediyordu. Buradan hareket edersek bir şehri keşfetmenin ilk yolu, yürümektir. Ne kadar yürürseniz şehrin kılcal damarlarına o kadar kolay ulaşırsınız.” Uslu, yürümenin “görmek” olduğunu söylüyor. ‘Yürüyerek İstanbul’ kitabında da her biri iki ile dört saatlik süreler arasında yürünebilen 34 farklı güzergâh anlatıyor. Bu güzergahları da “adeta iğne ile kuyu kazmak misali bilgileri yolda toplanmış, sayısız olayın, heyecanların, izlenimlerin belleği” olarak nitelendiriyor.


ÇEVREME BAKMAYI ÖĞRENDİM

Yürümenin farklı yollarından biri de doğa yürüyüşleri. Çağrı Günay de uzun zamandır doğa yürüyüşleri yapıyor. Günay, ilk uzun soluklu yürüyüşünü, babasının rahasızlığını öğrendikten sonra kafa dağıtmak için yapmış. O günden sonra da yürümeye devam etmiş. Günay, “Yürüyüşlerde haftanın tüm negatif olaylarını kafamdan atmamın yanı sıra çok yönlü düşünmeyi ve etrafa daha dikkatli bir şekilde bakabilmeyi öğrendiğimi söyleyebilirim. Ayrıca evlenmek üzere olduğum kadınla da bir yürüyüş esnasında tanışmak hayatıma ayrı bir anlam kattı” diyor.

DOĞAYLA BİRLİKTE
HAREKET EDİN

Günay, yürüyüşleri esnasında şehir hayatının stresinden ve yorgunluğundan sıyrıldığını da söylüyor. Bu etkinliklerde yaşadıkları sayısız maceradan birini de Uludağ’da volfram madenindeki kampta yaşamışlar: “Kampımızı yoğun tipi ve sis eşliğinde kurduktan sonra çadırımıza sığınmıştık. Ve geç olmadan uyku tulumlarımıza girdik. Sabah uyandığımızda çadırdan çıktığımızda her yer bembeyazdı. Yanlış bir karar alıp çadırı topladık. Yürüyoruz fakat düz yürüyemediğimizi fark ediyoruz. Sanki devamlı sağa yada sola doğru bir dönüş yapıyoruz istemeden. Ve tekrar ayak izlerimizi takip ederek geri dönmeye çalışıyoruz. Ekipmanlarımız ıslak ve üşümeye başladık. Oturduk çaresiz bir şekilde beklerken, nihayet sis biraz olsun açıldı ve inişe doğru geçmeye başladık. Doğada gerçekten dikkatli olunması gerekiyor. Doğayı yenmek değil, doğayla birlikte hareket etmeyi öğrenmek gerekiyor. Şartları dağlar, tepeler, kısacası doğa koyuyor önümüze ve akıllıca olanı seçmek için sadece bir kaç şansımız oluyor.”


Sinem ve Aykut, diğer adıyla Yolumuzpatika ise 4 yıldır birlikte yürüyüş yapan bir çift. Kendilerini ‘kamp ve trekking’ kışkırtıcısı olarak tanımlıyorlar. Yürüyerek gezdikleri yerleri ise sosyal medyada paylaşıyorlar. İkili Türkiye’deki pek çok yürüyüş rotasını gezmiş. “Fethiye’den Antalya’ya sahil şeridi boyunca giden Likya Yolu rotasını bitirdik, Ege’deki bir diğer rota olan 800 km uzunluğundaki Karya Yolu’nda, İç Anadolu’da Midasın izinden Frig Yolu’nda yürüdük. Yürüdükçe yerlileri tanıdık, bahçelerden meyve yedik, hayratlardan su içtik. İnsanların araçlarla yalnızca kısacık sürelerde geçip gittiği yörelerde adım adım ilerledik, bu sayede her soluğumuzun başka bir hatırası oldu.” diyorlar. İnsanlara en çok tavsiye ettileri yürüyüş rotası ise onlar için de başlangıç olan, Teke Yarımadası ve Likya uygarlığının izindeki Likya Yolu.

İstanbul içi
iki rota

Uzmanlara göre günde 10 bin adım atmak vücudun ihtiyacı olan hareketi sağlıyor. Bunu özel bir zevke dönüştürmek de mümkün. Melih Uslu’nun hazırladığı iki tavsiye gezi rotası bunun için iyi bir başlangıç olabilir.

Süleymaniye’den
Şehzadebaşına

Önce Botanik bahçesine uğrayın. Müftülük Binası'nın çaprazındaki Mimar Sinan Türbesi’ni es geçmeyin. Süleymaniye’deki Ayrancı Sokak’tan Haliç manzarasını izleyin. Süleymaniye Hamamı’na uğrayın. Hamamın suyu hala kuyudan çekiliyor ve odun ateşinde ısıtılıyor. Süleymaniye’den Vefa’ya doğru inerken Molla Gürani Camii’ye uğramayı ihmal etmeyin. Eski bir kilise olan caminin sağ kubbesinde bazı freskler görülebiliyor. Vefa Bozacısı’na uğrayıp boza içmemek olmaz. Şehzadebaşı Cami bölgenin en önemli tarihi eserlerinden biri. Caminin İstanbul’un tam ortasında olduğuna inanılıyor.

Küçüksu- Kandilli arası sayısız hikaye

Küçüksu Kasrı Boğaz’ın en önemli sembollerinden biri olarak biliniyor Günümüzde müze olarak gezilebiliyor. Bu noktadan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi’ne uğrayın. Bu yapı oryantalist Boğaziçi tablolarını süsleyen eserlerden. Biraz ilerde Küçüksu Plajı’nda vakit geçirmeyi ihmal etmeyin. Plaj, Boğaz’ın en dar noktasını içine alan bir panoramaya sahip. Kıbrıslı Yalısı plajın hemen yanında ve Boğaz’ın denize cephesi en uzun yalısı. Cemile Sultan Korusu, Kandilli’nin tepesinde yer alan bir oksijen deposu. Boğaziçi’nin en zengin bitki örtüsüne sahip. Sondan önceki durak Kandilli Cami. caminin mihrabını süsleyen çinleri eşsiz. Son durağımız ise bölgenin en nadiden yapısı Adile Sultan Sarayı.

Buralarda da
mutlaka yürüyün

Türkiye’de yürüyüş yapmak için sayısız parkur var. Bunlardan biri Antalya’da bulunan Likya Yolu. Yürüyüşe yeni başlayanlar için kolay bir seçenek de var: Belgrad Ormanları’nın yürüyüş yolu. Aksaray’da bulunan Ihlara vadisi ise seçeneklerden bir diğeri. Ihlara’daki parkurun da zorluk seviyesi düşük, düz bir yol. Yalova’nın Çınarcık ilçesindeki Erikli Yaylası da yürüyüş yapmak isteyenlerin bir tercihi olabilir.

Evliya Çelebi, H. D. Thoreau, Jean-Jacques Rousseau ve birçok isim daha yürümek üzerine düşünüyordu. Werner Herzog Buzda Yürüyüş isimli kitabı da tavsiye edilebilir.




#gezi
#seyahat
6 yıl önce