|

Oryantalist bir harem fantazisi

Yönetmenin zihinsel karmaşasından büyük esinler taşıyan her iki film de, başarılı yönlerinin yanısıra 'kocaman' bir zihinsel patoloji içeriyor: Oryantalizm. Harem Suare Yön: Ferzan Özpetek Sen: Ferzan Özpetek, Gianni Romoli Gör.Yön: Pasquale Mari Müzik: Pivio&Aldo de Scalzi Oyn: Marie Gillain, Alex Descas, Lucia Bose, Valeria Golino, Serra Yılmaz,Haluk Bilginer, Ayla Algan, Başak Köklükaya

.
00:00 - 28/09/1999 Salı
Güncelleme: 18:15 - 13/12/2013 Cuma
Yeni Şafak
Oryantalist bir harem fantazisi
Oryantalist bir harem fantazisi

Ferzan Özpetek ilk ve 'keşfedilmiş' filmi 'Hamam'dan sonra dünyada olduğu gibi ülkemizde de özel bir ilgiyle takip edilen bir yönetmen . İlk filminin ardından çekeceğini söylediği 'Harem Suare' henüz çekim aşamasından itibaren basının büyük ilgi odağı oldu. Bunun iki sebebi vardı; birincisi: 'Hamam'da elde ettiği 'başarı'yı tekrar edip etmeyeceği. İkincisi ise: hem ülkemizde hem de batılılar nezdinde merak ve tartışma konusu olan harem gibi 'mahfuz' bir konuyu ele alıyor olmasıydı. 37 dalda ödül toplayan 'Hamam'ın getirisiyle bir anda popüler bir yönetmen konumuna yükselen Özpetek bu kredi ve aldığı cesaretle bu netameli işe soyundu ve kısa sürede filmini bitirerek Cannes'da 'Resmi Seçme Bölümü'nde kapanış filmi olarak göstertmeyi başardı. Film aynı günün sabahı 17 ülkeye birden satıldı ve Özpetek bir anda yeniden basının gündemine yerleşti. 'Harem Suare' Osmanlı'nın son dönemlerinde haremde yaşanan yasak bir aşkı ve iktidar mücadelesinin yanı sıra, haremin gizemli dünyasını ilk kez bu kadar cesurca aralayan bir film olduğu iddiasına yaslanarak doğrusu iyi prim topladı! Acaba öyle mi?

Öncelikle film Osmanlı'nın 700. Kuruluş yılı etkinlikleri ve konunun popularitesi de gözetilerek kotarılmış ve doğal olarak daha başlangıçta ilgiyi üzerinde toplayacağı hesaplanmış. Öyle de oldu. Kaldı ki, Osmanlı'ya dair her şey peşin ve potansiyel bir ilgi odağı olmağa aday. Bu potansiyelin içinde peşin övgüler ve yergileri de katmakta fayda var. 'Harem Suare' ne anlatıyor? Baştan söyleyeyim: Harem, hernekadar, doğulu bir gelenek olan 'hikaye etme', sözlü kültürün kulaktan kulağa aktarılması geleneğine yaslanarak aynı anlatım tekniğini kullanıyor olsa da tam anlamıyla bir anlatamama örneği. Film, 1900'ün başlarında, II. Abdülhamid döneminde Osmanlı Sarayı hareminde geçiyor. Genç ve güzel İtalyan cariye Safiye (Maria Gillain) ve Haremağası Nadir (Alex Descas) arasındaki pek de gizli olmayan iktidar sözleşmesi ve aşk ilişkisi odağında haremin iç dünyası(!) ve dönemin genel siyasal atmosferinin etkisiyle iki yönlü bir çöküş öyküsünü anlatmaya çalışıyor. Filmde birbirinden bağımsız üç hikaye var: 1920'lerin İtalya'sında bir tren garındaki iki kadının konuşması. 1900'ler Osmanlı hareminde Gülfidan (Serra Yılmaz)'ın anlattığı harem öyküsü ve filmin şimdiki zamanında akan öykü. Bu karışık kurgunun anlamlı ve birbiriyle bağlantılı kurgusu başarılı bir şekilde gerçekleştirilemediğinden veya süre kaygısı nedeniyle öyküler arasında inandırıcı ve gerilimi sağlayıcı bir bütünlük sağlanamadığından filmde kolaj havası var. Filmin ilk yarısı birbiri ardına eklenmiş ve Binbir Gece Masalları-oryantalistçe harem fantezilerinden esinlenmiş harem fotoğraflarından ibaret. Çok ağır ve aksak ilerleyen, kimin ve neyin ne olduğu anlaşılamayan bir sürü fotoğraftan ibaret. Yani dramatik bir bütünlük veya öykünün kuruluşunu hazırlayan bir ortam ne yazık ki yok. Haremde cariyelerin dünyasını anlatmaktan çok uzak bu bölüm; haremi hamamda nude pozlar, lezbiyen ilişkiler ve zevk u safadan ibaret sanan batılı oryantalist anlayışın bir yansıması tam anlamıyla. Ancak ikinci bölümde dramatik bir akış sağlanarak öyküye bir derinlik kazandırılmış ve haremin çöküşüyle birlikte, kıyısından köşesinden gösterilen iktidar çekişmeleri ve entrikalar anlatılabilmiş. Öyküye dramatik çatışma katmak amacıyla sindirilen Nadir-Safiye aşkı da anlamlı bir zemine oturmaktan çok uzak. Bunun dışında belli belirsiz bir II. Abdülhamid silüeti, filmin genelinde nereye oturduğu belli olmayan Sümbül olayı, gece güreşen ve kim oldukları belli olmayan insanlar vs. ard arda sıkıştırılmış. Filmin çekim aşamaları sırasında takip ettiğim birkaç röportajında Özpetek haremin büyülü dünyası karşısında şaşırdığını, kanaatinin değiştiğini söylemişti. Haremi bir mektep olarak nitelendiren yönetmen doğrusu beni ümitlendirmişti. Ancak filmi görünce Özpetek'in de genel-geçer batıcı harem anlayışından fazla da uzaklaşmadan beklenilen ve umulan bir öykü anlatmayı tercih ettiği kanaatine vardım. Filmin görsel tasarım başarısına karşılık kalabalık oyuncu kadrosunun bir film için gerekli karakterler galerisini oluşturamadığı için süslü püslü bir sürü genç kızdan oluşan bir tür cümbüşe dönüştüğünü söyleyebilirim. Özpetek hareme ilişkin yeni bir şey söyleyememiş. Öykünün hantallığıyla birlikte haremin büyüklüğü karşısında yönetmenin kafası karışmış ve işin içinden çıkamamış. Filmin artı tarafları da var tabiiki: Haremin sanıldığı gibi kadınların hapsedildiği bir dört duvar olmadığı gibi bir anlamı da biraz zorlarsak çıkarabiliriz. Filmde hemen hemen hiç dış mekan kullanılmamış. Bu da haremin dışa kapalı dünya olduğu imajıyla örtüşen bir yaklaşım. Erkek gözüyle kadın dünyasına bir bakış olan 'Harem Suare'nin bu yönüyle başarı veya başarısızlığını kadın gözüyle bir değerlendirmeye bırakarak son olarak 'Hamam' ve 'Harem Suare' arasındaki bağlantılara değinerek bitiriyorum: Filmde sık sık kullanılan sigara ve ağızlık sembollerinin 'Hamam'a atıflar içerdiğini, Anita'nın Hamam'daki teyze olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu yönüyle de film hem tarihsel hem de film dışı birçok göndermeye de sahip. İtalya'da yaşayan, muhtemel ki iki kültür arasında bocalayan yönetmenin zihinsel karmaşasından büyük esinler taşıyan her iki film de, başarılı yönlerinin yanısıra 'kocaman' bir zihinsel patoloji içeriyor: Oryantalizm.


25 yıl önce