|

Shems’in gölgesi

İyiliğe gücümüz yetmemiş olabilirdi ya da yeterince iyi insanlar olamayabilirdik ama iyi insanlara duyduğumuz sevgi bile bizi iyiliğe götürebilirdi. Gül tutan ellerde gül kokusu illaki kalırdı ve ben Allah dostlarının yanında olmanın verdiği enerjiyle kendimi daha iyi hissediyordum. Aynı hisleri cezaevindeki dostlarımla sohbetimdeyken de yaşıyordum. Nihayet dergisinden Hatice Ateş, zikirle ve duayla yaşayan mekânları anlatıyor.

Yeni Şafak
11:59 - 19/06/2017 Pazartesi
Güncelleme: 12:31 - 19/06/2017 Pazartesi
Nihayet Dergi
Elif, kısa bir süre önce Efsane’den kalan yeri doldurmak için kütüphaneye alınan mahkûmdu.
Elif, kısa bir süre önce Efsane’den kalan yeri doldurmak için kütüphaneye alınan mahkûmdu.

Yazmaya başladıktan sonra anladım ki ben onlardan ziyade kendimi anlatıyormuşum. Beynimde bazen bir uda eşlik eden gitar sesi, bazen neyle gelen âşıkların nefesi, her daim kendi şarkımı söylüyormuşum.

Gün içinde cezaevindeki yoğun koşturmacayı unutup akşam telaşlarına dizlerime kadar daldıktan sonra gece evime giderken yine cezaevinin önünden geçtiysem eğer, mutlaka Elif’e uzaktan bir selam yolluyorum. Hatta bu defasında dua okurken bir de Fatiha okudum ve sonra içimden, “Mezarlıkta değilim, içerdeki de ölü değil ama içimden yine de bu duayı okumak geçiyorsa bu da illa ölen ruhlar için değil.” diye geçirdim. İçeride en çok Fetih Suresi okuruz. Mahkûmlar da “Ya Fettah” ismini okurlar. Her duada, “Allah’ım onların önlerini aç, kapılarını aç, yollarını aç” diye dua ederim. “Aç ki evlerine, sevdiklerine, hayatlarına kavuşsunlar” derim. Fatiha da Kur’an’ın açılışı değil midir? Onunla da duvarların arkasındaki dostlara dua yollanabilir o halde.

Elif, kısa bir süre önce Efsane’den kalan yeri doldurmak için kütüphaneye alınan mahkûmdu. Onunla görevlendirilmeden önceki aylarda özel dersler yapmıştık ve hem Kur’an’ı iyi derece okumasına yardım etmiştim hem de ona tasavvuf ile ilgili kitaplar okutuyordum. Haftada üç dört kitap okuyordu ve bazı zamanlar okutacak kitap bulmakta zorlanıyordum. Her okuma sonrasında detaylı tahlillerimiz oluyordu. Aldığı notlarda gidilecek tekkeler, türbeler, ülkeler ve ziyaret edilecek büyük zatlar birikmeye başlamıştı. İkimiz de dışarıya çıkınca artık eski Elif olmayacağını biliyorduk.

Elimde okumakta olduğum kitabı bitirmemi heyecanla bekliyordu. Bense bitirmek istemiyor, hazmederek yavaş yavaş okuyordum. Nihayet kitabı bitirdim ve Elif’e verdim. Böylece onu da Sufi Shems Friedlander ile tanıştırdım. İlk olarak Kış Hasadı sonrasında ise Toynak Sesini Duyunca Zebra Gelsin Aklına kitaplarını okuduk.

Rus kökenli Amerikalı bir sanatçı olan Friedlander, evinde Jhon Lenon ile yediği yemeklerden bahsediyor, bense Bob Dylan’ı, İnayet Han’ı, Nezih Uzel’i, Leonard Cohen’i, Şeyh Muzaffer Özak’ı aynı satırlarda aynı hayatın içinde okuyunca âdeta büyülenmiş gibi oluyordum. Her okuduğumuz cümlenin altını çizerek Elif’le mütalaa ediyorduk. New York’ta yaşayan Sufi, aynı zamanda Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde de sanat profesörüydü.

Sohbetlerimiz esnasında Muzaffer Özak ile ilgili bir hatırayı Elif ile paylaştım:

Sıkıntılı dönemlerde sahaflardaki kitaplarından dolayı cezaevine konulan şeyh efendiyi gören bir mahkûm sevinçle eline yapışıp, “Dualarım kabul oldu sonunda! Allah’a bana bir mürşit gönder diye dua ettim, Allah da seni gönderdi.” deyince, Muzaffer Efendi:

“Ne biçim dua ettin be adam, ‘Allah’ım beni çıkar da dışarıda bir mürşit bulayım’ deseydin ya. Beni boşu boşuna tıktırdın buraya.” diye adama çıkışmış. Biz de burada kimin kim için gönderildiğini bilemezdik tabii. Elif koğuşundaki birçok arkadaşına Kur’an okumayı öğretmiş, namaz kılmalarına vesile olmuş, Allah’ın verdiği rızıktan zor durumda olanlarla paylaşmış biriydi. Çalıştığı kütüphanede mutlaka koliler halinde su bulunduruyor, ihtiyacı olan bir mahkûmu duyar duymaz hemen ona gönderiyordu. Dışarıdaki hayatında başarılı ve zengin bir iş kadını olan Elif, hayatının son altı yılını burada geçirmişti. İçerdeyken çalışma imkânı olmadığı için mal varlığının kalmadığını, bu durumu çok da önemsemediğini, dışarı çıkarsa kâğıt mendil bile satabileceğini söylemişti. Eline aldığı her işi profesyonelce yapan Elif’e, “Sen kâğıt mendil sattığın takdirde bir yılda kâğıt mendil fabrikası kuracak zekâdasın.” demiştim. Elif ise artık maddeyi çoktan aştığını, burada manaya yoğunlaştığını her haliyle gösteriyordu. Suçsuzluğu anlaşılırsa bunca kaybettiği yıl için üzülmeyeceğini, cezaevinde yaşadıklarını da birçok mahkûmun aksine unutmak istemediğini söylüyordu. ‘Burada yaptığı ibadetlerden aldığı lezzetin’ tüm bu yaşadıklarına değdiğine inanıyordu.

Elif’e, Sultanahmet’teki eskiden Özbekler Tekkesi şimdilerde ise “Tasarım Merkezi” olan yerin mescidini anlatmış, zikirle ve duayla yaşayan mekânların duvarlarının içeride dua edenle konuştuğunu söylemiştim. Dışarıdaki hayatı sanki gözleri âmâ birine anlatır gibi, cisimleri teker teker tarif eder gibi anlatıyordum. Gördüğüm, okuduğum ve yaşadığım her şeyi… Karşımdaki kalp gözü açık birisiydi. Ona bazen “sen benim mürşidimsin, senden öğrendiğimi kimseden öğrenmedim” derdim. Bana tek bir ders vermişti, o da teslimiyet dersiydi. Bu da tüm hayatım için yetti.

“Bugün Perşembe Tekke’ye giderseniz bana dua edin.” dedi.

Üst katta mahfilden zikri izliyor, ekrandan da takip edebiliyorduk. Şeyh büyük bir titizlikle zikri yönetiyordu. Hemen yanında ise diğerlerine nazaran daha ağır hareket eden bir kişi dikkatimi çekmişti. Sakin bir şekilde zikrin en hızlı ritmini bile zorlanmadan takip edebilen kişi Shems Baba idi. Uzun zamandır hakkında bilgi edindiğim, Elif ile çokça bahsini ettiğim Allah dostunu görünce: “Shems!” diye mırıldandım. Zikrin sonunda şeyh efendi kırmızı kadife bir koltukta oturmuş, yanındaki koltuğa da kulağında tercüme için takıldığını anladığım kulaklıkla Shems Baba yerleşmişti. Ne zamandır tanışmak istediğim kişi hemen alt katımızdaydı ve bu beni çok mutlu etmişti. Ertesi sabah hemen Elif’i çağırmış, olanları en ince ayrıntısına kadar anlatmıştım.

Yaşamış olduğu haksızlıklar ve aldığı darbelerden dolayı her vesile Elif için dua ederken, yakın arkadaşı olan Yıldız’ı da artık onunla birlikte anar olmuştum.

“Bir dahaki gidişinizde sağınızda Elif, solunuzda da ben varmışım gibi dua edin lütfen.” dedi Yıldız. Gerçekten de katıldığım her duada ikisi de yanımdaymış gibi dua etmeye başladım. Bu sefer Zikrullah bitince dışarıda bekledim. Shems Baba’nın yanına gidip onunla tanışmak ve duasını almak heyecan vericiydi. Birkaç gün sonraki imza gününe beni de davet etti. Mutlaka geleceğimi söyledim. Elif’in ve Yıldız’ın doğum günleri aynı haftaya isabet etmiş, ikisi için de doğum günü hediyesi olarak düşündüğüm kitaplarını imzalatmak üzere Shems Baba ile ikinci buluşmamızı gerçekleştirmiştim. Shems Baba’ya kitaplarını imzaladığı kişilerle ilgili bilgiler verdiğim imza programı yaklaşık bir buçuk saat sürmüştü ve ben yanındaki sandalyeden hiç kalkmadan onunla sohbet etme imkânı bulmuştum. Shems Baba tüm içtenliğiyle bizim çok rastlayamadığımız ender insanlarda olan engin gönlünü bana açmıştı ve onunla e-mail yoluyla haberleşmeye başlamıştık. Yola çıkmadan evvel son gece, Allah’ın sürpriziyle kendimi Tekke’de bulmuş, duasını alarak yola çıkabilmiştim.

İyiliğe gücümüz yetmemiş olabilirdi ya da yeterince iyi insanlar olamayabilirdik ama iyi insanlara duyduğumuz sevgi bile bizi iyiliğe götürebilirdi. Gül tutan ellerde gül kokusu illaki kalırdı ve ben Allah dostlarının yanında olmanın verdiği enerjiyle kendimi daha iyi hissediyordum. Aynı hisleri cezaevindeki dostlarımla sohbetimdeyken de yaşıyordum.

Profesyonel iş yaşantısı olan birisi için akşam eve gittikten sonrası ailesi ve kendisiyledir. Bense hiçbir zaman profesyonel olamamış, hayatımı bir bütün olarak yaşamayı tercih etmiştim her zaman. Benim için Elif de sadece cezaevinde değil, akşam teravihte duamdaydı aynı zamanda. Shems Baba da kitaplarda değil, hayatımın bizzat kendisinde canlı olarak vardı artık.

Cezaevindeki görevime bir süreliğine ara vermem gerekiyordu. Elif’le birbirimiz için iyi iki dinleyici, iki öğretici olmuştuk. Gidip de dönmemek olduğu gibi, dönüp de inşallah orada görmemek de vardı. Yargıtay’daki dosyasının ben dönene kadar neticelenmesi söz konusuydu. Bana ettiği duayı iki gözüm gibi saklıyor, başımla beraber kabul ediyorum. Sevgili dostumun bana söylediği “Ayağına taş değmesin hocam.” sözüne minnet ve şükranlarımı sunuyorum.

#Tekke
#Sultanahmet
7 yıl önce