Daha evvel söylediğim güzel bir söz vardır: "Yeni bir söz söyledim diyen sözlerin en eskisini tekrarlamış olur". Başkanlık Sistemi Türkiye'nin yeni duyduğu, üzerinde yeni bir şey söyleyeceği bir şey değil. 12 Eylül Anayasa'sı yapılırken de tartışılmış ama hayata geçirilmemiş bir sistem. Sonra rahmetli Turgut Özal, daha sonra Sayın Süleyman Demirel bunu gündeme getirdi. Sistem zaman zaman tartışıldı. Aslında tartışıldı demek doğru olmaz. Türkiye bu sistemi hiç tartışmadı, tartışamadı.
Çünkü sistemin yararlarını ya da mahsurlarını değil, sürekli olarak bunu dile getirenleri konuştuk. Sistemi değil, dile getirenleri tartıştık. Sistem iyi midir, kötü müdür; Türkiye'ye uygundur mudur, değil midir yerine kim dile getirdiyse onu tartıştık. Özal dile getirdi diye, ona karşı kim varsa herkes sisteme karşı çıktı ve onu tartıştı. Demirel'de de aynı hata yapıldı. Şimdi de Sayın Başbakan Erdoğan gündeme getirdiği için, siyasi olarak başbakana karşı olanlar sisteme de karşı çıkıyor. Bunları kişisel talep gibi algılayıp, dile getireni tartışıyoruz. Oysa bu bir yönetim sistemi. Türkiye'de bir fikir özgürlüğü varsa pek çok şeyi rahat rahat tartışabiliyorsak, bu sistemini de tartışmalıyız. Bu konuda Türkiye'nin bir eksiği daha var.
Türkiye'de pek çok şey konuşuluyor ama karara bağlanmadan ya da sonuç almadan kenara bırakılıyor. Bunun için birçok tartışma üzerinden çok zaman geçmeden sanki yeniymiş gibi gündeme geliyor. Sıfırdan konuşmaya başlıyoruz ve her seferinde aynı şeyleri tekrar ediyoruz.
Ben daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum: Başkanlık sisteminden yanayım ve destekliyorum.
Başkanlık sisteminin en önemli özelliği yürütmede istikrar sağlamasıdır. Türkiye gibi koalisyonlardan çok çekmiş bir ülke için bu sistem önemli bir istikrar unsurudur. Son yollardaki istikrara rağmen Türkiye'de iktidar ömrü ortalama 13-14 aydır. Hatta kuruluşu 3-4 ay sürüp, ömrü 3 ay süren hükümet oldu bu ülkede. Ben o hükümette bakandım. Türkiye koalisyonlardan ve siyasi istikrarsızlıktan çok şey kaybetti. Yüzde 10'luk baraja rağmen istikrar sağlanamadı. Bugün Türkiye'de istikrar varsa bu yüzde 10 barajından değil, Sayın Başbakanın şahsından, AK Parti'nin gücünden kaynaklanan istikrardır. Türkiye'nin son yıllarda siyasi alandan ekonomiye, demokratikleşmeden sivilleşmeye kadar pek çok alanda sağlanan gelişme ve iyileşmenin önümüzdeki dönem devam etmesinin koşulu siyasi istikrardır. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde yapacak daha çok işi var.
Bu yüzden başkanlık sisteminin Türkiye için yararlı olacağını düşünüyorum. Başkanlık sistemi ile yürütmede istikrar olacak ve herkes buna göre önünü görüp adımlar atacaktır. Bu sadece siyasi açıdan değil, ekonomik açıdan da güven verici bir ortamın oluşması demektir.
Hiçbir model mükemmel değildir. ABD'deki başkanlık sistemini de Fransa'daki yarı başkanlık sistemini de aynen uygulasak mutlaka sorunlar çıkar. Çünkü her ülkenin koşulları, sorunları, yapısı, kültürü farklı. Başkanlık sisteminde sakınca olarak ifade edilen yürütmenin güçlü olacağı tezine karşı, yasama ve yargının denetim gücü arttırılabilir. Parlamento seçimlerinden farklı modeller üretilerek yasama denetimi daha güçlü hale getirilebilir. Yani sisteme dönük itirazlar, anayasada ve yasalarda yapılacak değişikliklerle giderilebilir. Bir kez daha ifade etmeyi zorunlu görüyorum. Bunların hepsi tartışılmalı ve konuşulabilmelidir. Başkanlık sistemini Sayın Başbakan Erdoğan önerdi diye karşı çıkmak eşyanın tabiatına da, siyasi etiğe de aykırı. Ben tartışmaların ülke yararına olduğunu düşünüyorum.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda anayasa yazım sürecini 10 alt başlığa böldük ve sıra ile tartışacağız. İlk başlık temel hak ve özgürlükler. Bu başlıkta çalışmaya başladık. Başkanlık sistemi bir sonraki başlığımız olan yürütme faslı altında gündem gelebilir. Bunu isteyen AK Parti komisyona önerecektir. Orada gerekçelerini anlatır. Kararı uzlaşma komisyonunda olan 4 parti verecek. Bunu unutmamak lazım.
Yeni anayasanın mimarı olmak gibi tanımlar ve konumlandırmalar insanın kulağına hoş gelen sözler. Ben asla o havaya girmem. Devlet adamı olmakla "devletin adamı" olmak farklı şeylerdir. Bu terminolojiyi yerli yerine oturtmayanlar bu tanımlamaları çoğu zaman beni suçlamak için kullanır. Oysa benim bugüne kadar yaptığım her şey kamuoyunun gözü önünde oldu. Benim hakkımda hüküm verenler şunu iyi bakmalı; ülkenin en kritik dönemlerinde Cemil Çiçek neredeydi? Ben Türkiye'nin en zor dönemlerinde her zaman demokrasi ve sivilleşme tarafında yer aldım. Bunun son örneği 27 Nisan 2007'dir.
Daha konuşulmaya başlanmadı. Ortaya çıkanlar o gecenin brütü. Daha neti ortaya çıkmadı. Ama şu kadarını söyleyebilirim. Türkiye için kritik bir eşik, karanlık bir geceydi. 28 Nisan 2007, Türkiye'nin gerçekten aydınlanmaya başladığı gün oldu. Siyaset kurumu olarak AK Parti ve sivil toplum o gece tavır almasaydı, 28 Nisan günü AK Parti, siyasi olarak dik durmasaydı, bugün Türkiye ne 12 Eylül referandumunu ne 12 Haziran seçimlerini görebilirdi. Korkunç bir süreç başlayabilirdi o gün. Yeni Türkiye için kırılma noktası 28 Nisan 2007'dir.
Uzlaşma komisyonunda 4 partiden 3'er kişi var. Nisan sonuna kadar sivil toplumdan ve vatandaşlardan gelen istek ve talepleri dinledik. Onları derledik. Sivil toplum kuruluşları ile illeri gezdik. Süreçte katılım tam istediğimiz gibi olmasa da verimli geçti. Şimdi başka bir aşamadayız. Artık top Meclis'te. Ben yeni anayasa konusunda çok umutluyum.
Şunu ifade etmek gerekiyor ki, uzlaşma Türkiye'nin ve partilerin yararınadır. Partiler seçmenlerine yeni anayasa konusunda vaatte bulundular. Şimdi bir masanın etrafındalar ve birbiri ile konuşabiliyorlar. Yeni anayasa masasından kalkan parti, sandıkta mutlaka cezalandırılacaktır. Dışarıdaki yorumlara, kendilerini partilerin yerine koyarak "şu parti uzlaşır, şu uzlaşmaz" şeklindeki değerlendirmelere çok takılmayın. Bunlar sürece katkı sağlayan çıkışlar değil. Üstelik komisyonunda hem siyasi hem de insani olarak uzlaşma yolunda çok yol kat ettik. Şu ana kadar sergilediğimiz performansı önümüzdeki aylarda da sürdürebilirsek -ki ben sürdüreceğimizi düşünüyorum- 2013'te mutlaka yeni anayasamız olur.
Biz anayasanın sistematiği olarak değil, komisyonun görüşme sürecini bir takvime bağlamak ve öncelik sıralamasını belirlemek adına bir sıralama yaptık. 10 bölümden oluşan bir yazım süreci başlattık. İlk başlık, temel hak ve özgürlükler. Bununla ilgili dört siyasi parti, toplumdan gelen görüşleri, geçmiş tecrübeleri ve dünya uygulamalarını dikkate alarak kendi görüşlerini önerecekler. Uzlaştıklarımız yazıya geçireceğiz. Uzlaşamadığımız konuları sonra bir kez daha konuşmak üzere ayıracağız. Sonra diğer 9 başlığı da sırayla ele alacağız.
Hayır. İlk üç madde daha sonraki fasıllar içinde yer alacak. O konuda partilerin farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Ama adı üzerinde uzlaşma komisyonu. Bir noktada uzlaşacağız.
Evet, bekliyorum. Daha doğrusu uzlaşmaktan başka seçeneğimiz yok. Bunu başarmak zorundayız. Eskiden yeni bir anayasa bir toplumsal talepti, ihtiyaçtı ama bugün bir mecburiyet haline geldi. Çünkü bu anayasayı yapanları yargılıyoruz. Bir taraftan bu anayasayı yapanları yargılarken, onların yaptığı anayasayla Türkiye'yi yönetmenin ayıbını taşıyamayız, taşımamalıyız. Siyaset kurumu ne yapıp edip, kendi ürünü olan, kendi damgasını taşıyan bir anayasayı mutlak suretle topluma kazandırmak mecburiyetindedir. Bu aynı zamanda dört siyasi partinin de taahhüdü ve topluma borcudur. Toplum bizden alacaklı.
Ayrıca bu anayasa ile anayasadan kaynaklanan sorunları asgariye indirme durumumuz yok. Yaşadığımız pek çok sorunun kaynağı bu anayasa. Kuvvetler arası dengesizlikler, rol çalmalar, yetki gaspları bunlar hep önümüze toplumsal sorun olarak, siyasi gerginlikler olarak çıkıyor.
Uzlaşacağız. Diyelim ki bu ve benzeri pek çok maddede uzlaşamadık, ne olacak? Kim yapacak, nasıl yapacak? Bu dönemde anayasa yapamazsak başka bir dönemde yapmamız daha zor olur. Meclis'te yüzde 95'e yakın temsil var, partiler yeni anayasayı taahhüt ettiler. Üstelik uzlaşma komisyonunda hava çok olumlu. Ben bir biçimde yeni anayasa konusunda uzlaşma sağlayacağımızı düşünüyorum. Bu saatten sonra ben herhangi bir partinin uzlaşmıyoruz diyebileceğini sanmıyorum. Ben iyimser bakıyorum bugün itibariyle.
Önümüzde sorun olarak görülen bazı tartışmalı kavramlar olabilir ama eğer partiler şimdiye kadar göstermiş oldukları iyi niyeti sürdürürlerse, ben bu maddelerin sorun olacağını düşünmüyorum.
Komisyon olarak hedefimiz yıl sonuna kadar toparlamak. Biraz erken biraz geç olabilir ama hedefimiz bu. Bu süreçte asıl önemli olan uzlaşma kısmıdır. Yazım kısmı işin kompozisyon kısmıdır.
Yazın da devam etmeyi düşünüyoruz ama nasıl çalışacağımız konusunda henüz karar almış değiliz.
Dört parti uzlaşırsa referandum işin en kolay kısmıdır. Siyasi meşruiyet açısından referandumun yapılmasında fayda var. İleride meşruiyet tartışmalarına yol açmamak için bu yapmak gerekiyor.