30 Mart seçimleri artık yerel seçim olmaktan daha öte bir anlama sahip. Gezi olayları ile başlayıp 17 ve 25 Aralık ile iyice su yüzüne çıkan bir yıkım kampanyası ile karşı karşıyayız. Bu yıkım kampanyasının temel hedefi, AK Parti'nin oylarını azaltmaya çalışmak ve tedricen hükümeti çalışamaz hale getirmekti. AK Parti, genel başkanından sandık müşahitine ve üyelerine kadar aylardır sahada. Bizim de yakinen gözlediğimiz kadarıyla milletimiz, sadece AK Parti'yi değil, Türkiye'nin bütün ekonomik ve siyasi kazanımlarını hedef alan bu saldırıların karşısında dimdik ayakta.
Milletin karşısına çıkıp yaptıklarından ve yapacaklarından, şehirlere kazandırılacak projelerden söz eden, edebilen tek parti biziz. Bunu yadırgamıyoruz da. CHP'nin, MHP'nin ve BDP'nin pek çok belediyesi var. Bu belediyelerin şu ana kadar yaptığı hizmetlerden söz edemeyeceklerine göre elbette 'tape siyaseti' yapacaklar.
Siyasetin sertliğinden değil, namertliğinden rahatsızız. Ana muhalefet partisi olan CHP'nin genel başkanından tapeler dışında herhangi bir söz duyduk mu meydanlarda? Hayır. Şu haliyle Kılıçdaroğlu'na 'playback siyasetçisi' demek en uygunu. Ağız ona ait, fakat dillendirilen sözler başkasının. İleride 30 Mart seçimlerini yazacak siyaset bilimciler için Kılıçdaroğlu'nu kısaca şöyle tasvir edebiliriz: 'montaj kasetlerin dublaj figürü.'
Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı, Bakanları, milletvekillerini, Genelkurmay Başkanı'nı dinleyen, bu kayıtları başka merkezlere taşıyan, başka ülkelerin istihbarat kuruluşlarına sevk eden bir yapının hukuk karşısında vermesi gereken bir hesap olduğuna şüphe yok. Dünyanın hiçbir ülkesi,böyle bir yıkım girişimine müsaade etmez. Türkiye de etmeyecektir. Öte yandan, bu suçlara bulaşmamış vatandaşlarımızın endişe duymasını gerektirecek bir husus yok. Samimiyetle hareket eden insanlarımız, bu dinleme faaliyetleri yapılsın, bunlar ülke güvenliğini tehdit edecek şekilde başka devletlere servis edilsin diye yardımda bulunmadı, destek vermedi. Suçta ve cezada şahsilik prensibi geçerlidir; kollektif cezalandırma olmaz.
Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri aylardır meydanlarda yolsuzluk iddiaları dışında seçmene herhangi bir söz söyleyemedi. Fakat bütün çabalarına rağmen milletimizi bu kara propagandaya inanmadı. Aylardır illegal dinlemeler ve montaj kayıtlar üzerinden dürüstlük simsarlığına girişen CHP, yolsuzluk gerekçesiyle partisinden ihraç ettiği bir kişinin İstanbul'da aday olmasına razı olmuşken milletimiz bu partinin iddialarına niçin itibar etsin ki?
Türkiye, köklü bir seçim geleneğine sahip. Tek parti ve darbe sonrası süreçlerde yaşanan tuhaflıklar hariç tutulursa, seçim güvenliği konusunda iyi bir sicile sahibiz. Bahsettiğiniz spekülasyonlar, AK Parti'yi % 25'lerin, % 30'ların altına itmeye ahdetmiş, bunu başaracağına iman etmiş Paralel Yapının ve müttefiki muhalefet partilerinin başarısız olmalarıyla ilgili. Eğer bu başarıya ulaştırsaydı, spekülasyonlara başvurmayacaktı. Fakat çaresiz kaldılar. AK Parti'nin milletimiz nezdinde gördüğü destek, onları bu tür kuşkuları yayma acizliğine itti.
30 Mart seçimleri, büyük bir şeffaflık içerisinde gerçekleştirilecek. YSK tarafından geliştirilen bir sistem sayesinde sandık sonuç tutanakları en hızlı bir biçimde kamuoyuyla paylaşılacak. Ayrıca, AK Parti geniş ve eğitimli bir müşahitler ve hukukçular ordusuyla seçimleri yakından takip edecek. Ancak yine de kimi provokasyonlar beklemiyor değiliz.
Mesela daha sosyal medya üzerinden bir haber yayılmaya çalışıldı. Erzurum'un Pasinler ilçesinde güya AK Parti'ye yakın 2 memur bir sandık görevlisini gizlice değiştirmiş. Tepeden tırnağa yalan olan bu haber, dezenformasyonla iş görmeyi maharet sayan malum odağın işi. Oysa, resmi makamlarca da kayıt altına alınan, savcılıkta alınan ifadelerle de sabittir ki AK Parti'ye yönelik bir girişim. Failleri de bizzat haberi yayan paralel bağlantılı kişiler. İsmen biliyoruz; ilişkiler belli; Pasinler küçük bir yer. Hukukçularımız ve teşkilatımız yerinde bir müdahaleyle bu girişimi hem önledi, hem de kayıt altına aldı.