Dilber (Nesrin Cavadzade), çocukluk çağlarından beri deliler gibi sevdiği Ali (Osman Akça) ile evlenme hayâlleri kuran bir genç kızdır. Buna karşılık, Ali'nin babası (Macit Sonkan) oğlunu bir başka kızla evlendirmek için arkadaşına söz vermiştir ve oralarda verilen böylesi sözler de her ne pahasına olursa olsun tutulmak zorundadır.
Baba otoritesi karşısında çaresizlik içinde kıvranan Ali için bu durumdan herhangi bir çıkış yolu yoktur; çocukluk aşkına zorunlu olarak bir başkasıyla evleneceğini söyler. Dilber ise teslimiyeti asla kabullenemez, eline geçirdiği bir orakla Ali'nin evini basar. Genç kızın bu delice tepkisinden ürken Ali'nin babası, durumu ona da izah etmeye çabalar. Duygularıyla oynandığını ve aptal yerine konulduğunu düşünen kahramanımız ise anlatılanlardan ikna olmak bir yana, o cinnet ânında hayatının en önemli kararını verir. Madem ki töre böyledir, o da bu dakikadan sonra kendisini istemeye gelen ilk adamla, ötesine berisine bakmadan evlenecektir. Genç kızın bu ilginç yeminini haber alan kasaba okulunun topal hademesi Mehmet (Fırat Tanış), onu yakınlarından istemek üzere hemen köye doğru yola koyulur. Aile üyeleri, topallığı yüzünden o güne kadar hiç kimsenin kızını vermediği bu yoksul, ancak son derece dürüst ve duygusal damat adayını karşılarında görünce ne yapacaklarını şaşırırlar. Fakat, Dilber'in inadı inattır ve o bu izdivaca peşinen onay vermiştir.
“Dilber'in Sekiz Günü”, senarist ve yönetmen Cemal Şan'ın 2005'den bu yana üzerinde çalıştığı “akıl, kalp ve ruh” temalı “aşk üçlemesi”nin üçüncü ve son halkasını oluşturmakta… Böylelikle Şan, “Ali'nin Sekiz Günü” (akıl) başlayıp “Zeynep'in Sekiz Günü” (kalp) ile ilerleyen üçlemede “ruh” üzerine son sözlerini de bu yapıtıyla söylemiş oldu.
Çekimleri Mardin'in Nusaybin ilçesinde gerçekleştirilen “Dilber'in Sekiz Günü”, Güneydoğu'nun fakir bir köyünde annesi, babası ve kardeşleriyle yaşayan baş kahramanı üzerinden Türkiye'nin bu bölgesini hem kadınlar hem de erkekler için kocaman bir hapishaneye çevirmiş durumdaki “Kürt feodal gelenekleri”ni eleştirel bir gözle ele alıyor. Film, duygusal finali itibarıyla da Türk sinemasının ölümsüz klasiklerinden “Selvi Boylum, Al Yazmalım”a bir tür saygı duruşu niteliğinde…
Solucan Barry son derece sıkıcı bir hayat yaşamaktadır; ta ki günlerden bir gün babası ona eski bir plak hediye edene kadar… Tavan arasından gelen bu tozlu plaktaki demode disco melodileri eşliğinde mükemmel biçimde dans edip şarkı söylemeyi öğrenen Barry, söz konusu yeteneğini kitlelerle paylaşmak üzere popüler bir şarkı yarışmasına katılmaya karar verir. Bunun için arkadaşlarının yardımıyla bir de grup kuracaktır. Ancak, gerçek hayat pistte tempo tutmak kadar kolay değildir. Barry ve arkadaşları bir gün yem niyetine topraktaki yuvalarından koparılıp alınıverirler. Hiç beklemedikleri bu “saldırı”, yarışma öncesinde bütün planlarını altüst etmiştir.
“Parti Tırtılları”, son yıllarda ardı ardına ortaya koydukları başarılı yapıtlarla “animasyon sinema” alanını Hollywood'un tekeline bırakmamaya kararlı görünen Avrupalı sanatçıların ellerinden çıkma son derece eğlenceli bir film… 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle yurt çapında yaygın gösterime sunulan, 1970'lerin popüler disco melodileriyle bezeli bu cıvıl cıvıl öykü, animasyon yapımlar söz konusu olduğunda her zaman yapılageldiği üzere, gayet özenli bir Türkçe seslendirmeyle de taçlandırılmış durumda…
Hafta sonunda çocuklarına neşe dolu saatler yaşatmak isteyen ebeveynler için uygun bir tercih olabilir.
Walt Disney şirketinin yarı animasyon-yarı gerçek çekimlerden oluşan yeni aile komedisi “Beverly Hills Çuvava”nın başrolünde, elmas tasmalı şımarık bir Beverly Hills köpeği olan sevimli kahramanımız Chloe bulunuyor. Çuvava cinsi dişi bir köpek olan Chloe, mensubu olduğu Californialı ailedeki lüks hayatın tadını doyasıya çıkarırken, habire çevresinde dolanan ve onun için çıldıran Papi adlı erkek hemcinsinin bu ilgisine hiç bir biçimde karşılık vermez. Ancak, şımarık kızımız sahibesinin yeğeni Rachel (Piper Perabo) tarafından Meksika'ya götürülünce orada kaybolur. Ümitsizce ülkesine geri dönmeye çalışırken yanında dost olarak sadece eski bir polis köpeği olan Delgado vardır.
Chloe'nin Aztekler'in ülkesinde kaybolduğunu duyan Papi ise aradaki büyük mesafeyi hiç önemsemeksizin aşkı uğruna derhal yollara düşer. Kahramanımız sevdiceğini yaban ellerde düştüğü zor durumlardan kurtarabilmek için çıktığı bu meşakkatli yolculukta üç köpek, iki insan, bir fare ve bir de aşırı sinirli bir iguanayla güç birliği yapacaktır.
23 Nisan Çocuk Bayramı nedeniyle bu hafta sonu kıyılarımıza vuran animasyon sinema dalgalarının ikinci bir örneği de “Beverly Hills Çuvava”… Her ne kadar ülkesi ABD'de pek fazla beğeniyle karşılanmadıysa da yüksek bir zenaatkârlığın ürünü olarak yine de belli bir ilgiyi hak ediyor. Kaliteli özel efektleri ve Meksika gibi heyecan verici bir ülkenin muhteşem tarihsel zenginliklerini yakından tanıtan bölümleri bir yana, finalinde verdiği olumlu mesajlar nedeniyle de çocuklar ve gençler için yararlı bir öykü… Ki zaten Disney senaristlerinin, hitap ettikleri izleyici kitlesine son tahlilde doğru ve sağlıklı mesajlar verme kuralına, bu şirketin çektiği her çocuk/gençlik filminin senaryosunda -bir tür yazılı olmayan anayasa maddesi gibi- titizlikle uyduklarını öteden beri iyi bilmekteyiz.
O yüzden “Parti Tırtılları”yla birlikte bu yapıtı da -çoluk çocuğunuzu bayram armağanı olarak gönül rahatlığıyla götürebileceğiniz iki yeni animasyon filmden biri olarak- gönül rahatlığıyla öneriyoruz. Hattâ, bize göre “Beverly Hills Çuvava” diğer gösteriden bir gömlek daha üstün…
“Dost Kazığı”, ümit vaad eden İngiliz gazetecisi Sidney Young'ın (Simon Pegg) New York'un en prestijli dergilerinden biri olan “Sharp's”a transfer oluşunun ardından, okurları nezdinde kazandığı yüksek popülariteyle birlikte meslekî çevresinde ölesiye nefret edilen bir adama dönüşmesini anlatan eğlenceli bir kara komedi…
Sidney; şöhret, gösteriş ve cazibeyi hem çok seven, hem de ondan nefret eden, özünde gayet saf ve mahcup karakterli bir adamdır. Çizgisini çok da benimsemeden çalıştığı dergi “Post Modern Review” medya yıldızlarına ve bunların yarattıkları zararlı trendlere her gün yeni yeni hayranlar kazandırmaktadır. Kahramanımız, bu çizginin tamamen karşısındaki muhafazakâr New York dergisi “Sharp's”dan iş teklifi alınca sevinçten çılgına döner. Böylece Yeni Dünya'daki daha parlak bir kariyerin kapıları da aralanmıştır. Hem yapıcı, hem de alabildiğine baştan çıkarıcı iş arkadaşlarının yanısıra, kendi saflığı da Sidney'i zaman içinde kontrolden çıkmış bir elemana dönüştürecektir.
New York'ta Manhattan'ın elit kesiminin kuşatması altında boğucu bir hayat süren Britanyalı kahramanımız, bu aşırı kuralcı çevreye pek de uygun olmayan kaba-saba İngiliz şakaları, çevresinde banallik olarak algılanan, oysa kendisine gayet doğal gelen günlük davranışları ve bir türlü peşini bırakmayan kimi talihsizlikler nedeniyle ardı ardına traji-komik durumlar yaşayacaktır. Amerikalı muhafazakâr kodamanlara kendini bir türlü beğendiremediği gibi, kuyruğuna da ondan feci şekilde gıcık kapan bir meslektaşlar ordusu takan Young'ın büyük baskı altında geçen New York günleri, hayatının kadınına rastlamasıyla daha bir içinden çıkılmaz hâl alır.
Kendisi de vaktiyle “Vanity Fair” dergisinde benzer tezgâhlardan geçmiş bir İngiliz gazetecisi konumundaki Toby Young'un anılarından uyarlanan bu film, özellikle sektörel ayak oyunlarına âşina medya mensuplarını koltuktan yerlere yuvarlayacak türden ince espri ve gözlemler içeriyor. O yüzden de her meslek grubundan izleyicinin ilgisini çekmeye aday bu eğlenceli öykünün, medya mensupları tarafından biraz daha keyifle tüketilmesi kaçınılmaz gibi…
Kayıp kız kardeşi Whitney'i (Amanda Righetti) aramak için, hakkında pek çok ürkütücü öykünün türetildiği Kristal Gölü ormanlarının yolunu tutan Clay Miller (Jared Padalecki), sonunda yosun kaplı ağaçların ardında iyice kamufle olmuş eski ve çürümüş bir kulübeye ulaşır. Bu kulübe, Whitney'in kayboluşuna ilişkin pek çok sırlar barındırmaktadır.
Polisin ve yöre halkının uyarılarına kulak tıkayarak kızkardeşini sabırla aramayı sürdüren Clay, aynı bölgeye macera ve heyecan dolu bir hafta sonu tatili umuduyla gelen üniversiteli gençler arasından Jenna (Danielle Parnabaker) adlı bir genç kızın da yardımını alır. Ancak, kahramanlarımız, Whitney'in izini sürdükleri bu arazide hiç hesaba katmadıkları büyük bir tehlikeyle karşılaşmak üzeredirler. Farkında olmadan dünyanın gördüğü en kana susamış katillerden birinin, ustura keskinliğindeki iri bıçağıyla uzun zamandır Kristal Gölü'nü mesken tutan efsanevî katil Jason Voorhees'in (Derek Mears) topraklarına girmişlerdir. Jason'ın ise nicedir yaşadığı bu ıssız yöreye izin almadan adımını atanlara karşı zerre kadar hoşgörüsü yoktur.
1980 yılında, Victor Miller'in yazdığı bol kanlı senaryo ve yarattığı Jason Voorhees seri katil karakterinden hareketle Sean S. Cunningham tarafından beyazperdeye aktarılan ilk “13'üncü Gün” filmi, önemsiz oyuncularla kotarılmış son derece düşük bütçeli bir B-tipi korku öyküsü olmakla birlikte, o dönemin genç kuşak izleyicileri tarafından şaşırtıcı bir ilgiyle karşılanmıştı. Elde edilen müthiş gişe başarısı üzerine yıllar içinde ardı ardına bir düzine dolayında devam filmi çekildi. Öykünün yeniden en başına dönmeyi deneyen 2009 tarihli bu son uyarlama da artık iyice kabak tadı veren bir serinin mirasının son kırıntılarını toparlamaya çalışıyor.
Sinemada “13'üncü Gün” kültü ve bu pehlivan tefrikasının esas oğlanı konumundaki gözü dönmüş katil Jason'a özel bir sempatiniz yoksa, en iyisi hiç bulaşmayın.
