|

Hasta diyarların hastalıklı sineması

Sansasyonel olmayı ilke edinmiş Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook, vaktiyle yere göğe sığdırılamamış 'İhtiyar Delikanlı'sından 6 yıl sonra bu kez de yeni filmi 'Kan Arzusu'yla insanoğlunun en kadim ahlâkî değer yargılarıyla oynayarak kendisine dünyanın dört bir köşesinden yeni yeni genç hayranlar toplamayı sürdürüyor. Biz ise bu yöndeki bir sinema algısına karşıyız ve karşı olmayı da inatla sürdüreceğiz!

Ali Murat Güven
00:00 - 21/02/2010 Pazar
Güncelleme: 23:13 - 20/02/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Hasta diyarların hastalıklı sineması
Hasta diyarların hastalıklı sineması
KAN ARZUSU / Bakjwi
Yapım Yılı ve Ülkesi
: 2009, Güney Kore-ABD ortak yapımı

Türü ve Süresi
: Korku-gerilim 133 dakika

Yönetmen
: Park Chan-wook

Senaristler
: (Fransız yazar Émile Zola'nın "Thérèse Raquin"adlı klasik romanından esinlenmeyle) Park Chan-wook, Seo-Gyeong Jeong

Görüntü Yönetmeni
: Chung-hoon Chung

Özgün Müzik Bestecisi
: Young-ook Cho

Kurgucu
: Jae-beom Kim, Sang-bum Kim

Yapım Tasarımcısı
: Seong-hie Ryu

Kostüm Tasarımcısı
: Sang-keong Cho

Makyaj ve Saç Tasarımcısı
: Jong-hee Song

Oyuncular
: Kang-ho Song (Rahip Sang-hyeon), Ok-bin Kim (Tae-ju), Hae-sook Kim (Lady Ra), Ha-kyun Shin (Kang-woo), In-hwan Park (Rahip Noh), Dal-su Oh (Yeong-doo), Young-chang Song (seung-dae), Mercedes Cabral (Evelyn), Eriq Ebouaney (Immanuel)

İthalatçı ve Dağıtıcı Şirket
: Avşar Film

İçerik Uyarıları
: Çok sayıda sahnesinde kanlı şiddet ve cinsellik/çıplaklık içerdiğinden, 18 yaşından küçükler ve bu tür temalardan hoşlanmayanlar için uygun bir film değildir.

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı
:
* *

Hayatın korunması gereken bir hazine olduğuna inanan idealist rahip Sang-hyeon, insanların ölümcül bir virüsten kurtarılmasına yardım etmek amacıyla gizli bir aşı geliştirme araştırmasında gönüllü denek olur. Fakat, laboratuardaki deney sırasında virüsün kendisine de bulaşmasıyla ölür. Son bir çare olarak rahibin bedenine kan nakli yapılır ve iyiliksever kahramanımız kendisine verilen kan sayesinde mucizevî bir şekilde yeniden hayata döner. 500 denek içinde hayatta kalmayı başaran tek kişi de o olacaktır. Fakat kimden alındığı saptanamayan bu kan, kısa süre sonra onu bir vampire dönüştürür.


Mucizevî bir şekilde hayatta kalarak yeniden evine dönen Sang-hyun'un hayatı, çocukluk arkadaşı Kang-woo ve onun sadâkatsiz eşi Tae-ju ile kesişir. Kadının çekiciliği Sang-hyeon'un daha önce hiç hissetmediği arzularını tetiklerken, Tae-ju da sünepe kocası ve histerik üvey annesi yüzünden bastırdığı şeytanî fantazilerini bu adamla yaşamaya başlar. Sang-hyun, kan için duyduğu bedensel arzu ve ona öldürmeyi yasak kılan inançları arasında sıkışıp kalmıştır. Cinayet işlemeden hayatta kalmayı başarabilecek midir, yoksa kan arzusu bütün inançlarından vazgeçmesine mi neden olacaktır?


'KARA CAHİL İLAN EDİLMEK' PAHASINA, YOLA DEVAM!

Genç kuşak sinemaseverlerin daha ziyade 2003 yapımı “İhtiyar Delikanlı”sıyla (Old Boy) tanıyıp baş tacı ettikleri, benim ise sinemasını hiçbir zaman sevemediğim, aksine fazlasıyla hastalıklı bulduğum Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook, bir kez daha bildiği en iyi işi yaparak izleyiciyi öyküsü boyunca sürekli şoke etmeye çalışıyor.


Bu yazının, son 10-15 yıldır Çin, Tayvan, Güney Kore, Tayland ve Japonya gibi Uzak Asya ülkelerinden bütün dünyaya viral bir enfeksiyon gibi yayılıp duran “ultra-şiddet sineması” tutkunlarını nasıl sinirlendireceğinin farkındayım. Bana, “Sen sinemanın s'sinden anlamayan hıyarın birisin” mealinde bir sürü mesaj göndereceklerinin de… Ki pek muhtemeldir ki bu mesajların büyük bir bölümü (internet kültürüyle beslenen yeni Türkçe kurallarına uygun olarak) selamsız sabahsız bodoslama başlayacak, tamamı küçük harfle, “v”leri “w” ile yazılmış ve noktaların sonrasında hiç boşluk bırakılmamış birbirinden ucube metinler görünümünde olacaktır.


Heyhat, böylesi saldırılardan korkuyor ya da etkileniyor olsaydım, zaten beş yılı aşkın bir süredir bu sayfayı yönetmezdim. Herkesin doğruları, kendi bildikleri, gördükleri, duydukları ve kalbinde hissettikleri kadardır.


Bugün, zamane gençliğini yansıtan en ideal parametrelerden biri görünümündeki Ekşi Sözlük'e girip “Oldboy” maddesini incelerseniz, Park Chan-wook'a ve onun -bilmeden kızıyla cinsel birliktelik yaşayan bir adamın öyküsünün anlatıldığı- bilinçaltı saplantılarla dolu ünlü filmine 14 sayfa boyunca methiyeler düzüldüğünü görürsünüz. Aynı durum, “Grotesque” adlı mide bulandırıcı vahşet gösterisi geçtiğimiz aylarda demokrasinin kalesi İngiltere'de yasaklanan genç kuşak Japon yönetmen Kôji Shiraishi için de geçerli; etnik köken olarak Amerikan Yahudisi olmasına karşın stil açısından Asyalı meslektaşlarına özenip duran Eli Roth ve onun “Hostel” gibi manyakça filmleri için de… Ki sinemayı bir sanat formuna dönüştürüp bugünlere taşımış Kubrick, Fellini, Tarkovski, Truffaut, Kurosawa, Lean gibi adamların sayfalarında akıllara zarar uzunluktaki bu abartılı güzellemelerin çeyreğini dahi bulamazsınız.


Muhtelif uluslardan genç sinemaseverlerin “kan”a ve insan öldürmenin (yarım asır önce akıllara bile gelmeyen) yepyeni türevlerine her zamankinden daha fazla meraklı oldukları; bu içerikteki filmleri, dizileri, bilgisayar oyunlarını, manga tarzı çizgi romanları baş tacı ettikleri akıl almaz bir sosyolojik süreçten geçiyoruz. Yolun bundan sonrasında artık “Ben tarafsızım” diyerek kıvırmak, olup bitenlere herhangi bir biçimde tepki vermeden paçayı sıyırabilmek mümkün değil. Tıpkı Prens Hamlet'in o kült repliğinde olduğu gibi “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” girizgâhıyla safınızı net bir biçimde belli etmek zorundasınız… Hele de kendinizi “Müslüman” olarak tanımlıyorsanız!


İşte ben de “İnsanlığın sürüklendiği noktaya karşı olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diyerek bu sayfada böylesi spekülatif filmler her gündeme geldiğinde, kendi safımı altını kalın çizgilerle çizerek vurguluyorum.


SİNEMA YALNIZCA 'BİÇİMSEL CAMBAZLIK' DEMEK DEĞİLDİR

23 Ağustos 1963 doğumlu Park Chan-wook, yönetmenliğe ilk adımını 1992 yılında “Ay Güneş'in Hayâlidir” adlı polisiye serüvenle attı; ancak kendisinin dünya çapında bir karizma yapması içinse “İhtiyar Delikanlı”ya kadar bir 11 yıl daha geçmesi gerekecekti. Yönetmenimiz, alkolü fazla kaçırdığı bir gece sokaktan kaçırılıp 15 yıl boyunca nedenini bilmeden özel bir hapishanede esir tutulan Dae-su adlı orta yaşlı erkek kahramanının öyküsünü anlattığı bu filmiyle şiddet sineması örneklerinin katıldığı bazı festivallerde yere göğe sığdırılamadı; üstüne 2004 yılı Cannes Film Festivali'nde de bir jüri özel ödülü aldı. Cannes'da ödül deyince akan suların durması ve hepimizin esas duruşa geçmesi gerekiyor ya; o yılın Cannes jüri başkanına baktığımızda karşımızda bütün vahşetperestliğiyle Quentin Tarantino hazretlerinin durmakta olduğunu görüyoruz. Pekiyi, Tarantino'nun başında olduğu bir jürinin “İhtiyar Delikanlı” gibi tam da onun damak zevkine göre bir filmi ıskalaması ne denli mümkün olabilir ki!


Eğer bir sinemasever olarak hayattaki bütün derdimiz “filmlerdeki biçim” ise, kabul etmek gerekir ki çekik gözlüler, o fazlasıyla mıncıkladıkları, sürekli dört bir tarafa çevirip farklı farklı denemeler yaptıkları kameralarıyla bu sanata biçimsel bazı yenilikler getirmede pek mahirler… Yeni kurgu tarzları, yeni çekim açıları, hattâ yeni kadraj standartları… Bunlar iyi güzel; fakat ısrarla vurguladığım gibi, sinemanın biçim yönüne ilişkin buluşlardan söz edip duruyoruz. İşin “öz” tarafına dönüp baktığımızda ise yakın geçmişte iç savaş, uluslararası savaş, bunların sonucunda oluşan siyasal-askerî esaret ve inanç bunalımı gibi çok ağır travmalar yaşamış toplumlara özgü bütün ruhsal yıkımları, şiddet tezahürlerini, aynı sürecin tetiklediği cinsel sapmaların yoğun izlerini görmek olası böyle filmlerde… Zorlayıcı bir şiddet, zorlayıcı bir kan fetişizmi ve aynı düzeyde zorlayıcı ahlâkî-cinsel açılımlar…


Park Chan-wook'ın önceki pek çok çalışması gibi bu filmindeki temel kozu da bu… Amerikan sinemasının kesin egemen olduğu bir sahaya gecikmeli bir dalış gerçekleştirdiklerinin bilincinde bütün Uzakdoğulu sinemacılar… O yüzden de tur yemiş Formula-1 yarışçılarının yaptıkları gibi pistte risk alıp, aradaki büyük açığı kapatmak üzere gerek biçimsel arayışlarda, gerekse şiddet ve cinsellik iddiasında hızı iyice artırma yoluna gidiyorlar. Çünkü hepsi de ülkeleri ve kendilerinin ürettiği sinemanın küresel arenada ancak bu tür bir grotesk tavır sayesinde dikkati çekebileceğinin farkındalar…


Ben ise söz konusu akımın temsilcilerinin filmlerinde sergiledikleri bütün o gösterişli kamera ve kurgu oyunlarına, görsel cambazlıklara boyun eğmeyip, bu türden meydan okumaları içerdikleri ahlâkî zaaflardan ötürü kabul etmeyenlerin safındayım. Böyle de kalmayı inatla sürdüreceğim. “Kan”a her zamankinden daha fazla ihtiyaç hisseden sinemaseverler onların “yapıtları”nı ayakta alkışlamayı sürdürebilirler. Herkesin zevki kendine; fakat benim sinema anlayışımda vahşi şiddeti ve ahlâksızlığı çocuk oyuncağına çeviren böyle bir sinemaya yer yok!

14 yıl önce