|

Kalplerimizi tam olarak iknâ edemeyen bir aşk hikâyesi

Uzun metrajlı dramalara reklâm yönetmenliğinden geçiş yapan Ömer Faruk Sorak, 2000'li yıllarda birbiri ardına çektiği 'Vizontele', 'Gora', 'Sınav', 'Yahşi Batı' gibi her biri son derece yüksek bütçeli ve gişe rekortmeni olmuş iddialı yapımlardan sonra çıtayı birazcık indirip sessiz sakin bir romans çekmeye niyetlenmiş. Ancak, yönetmenin bütün biçimsel titizliği ve görsel ustalığına rağmen, filmin senaryosu ne yazık ki 'yürümüyor'.

Ali Murat Güven
00:00 - 5/02/2011 Cumartesi
Güncelleme: 02:44 - 6/02/2011 Pazar
Yeni Şafak
Kalplerimizi tam olarak iknâ edemeyen bir aşk hikâ
Kalplerimizi tam olarak iknâ edemeyen bir aşk hikâ
alimuratg@yahoo.com

AŞK TESADÜFLERİ SEVER

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2011, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi:
Romantik drama / 120 dakika
Gösterim Formatı:
Standart 35 mm film (16 mm master kaynaktan aktarmayla)
Perdedeki Resim Oranı:
1.85:1
Yönetmen:
Ömer Faruk Sorak
Senarist:
Nuran Evren Şit Erdik
Yapım Tasarımcısı:
İpek Sorak
Özgün Müzik Bestecisi:
Ozan Çolakoğlu
Ses Kayıt Teknisyeni:
Hasan Baran
Ses Tasarımcısı:
Burak Topalakçı
Görüntü Yönetmeni:
Veli Kuzlu
Kurgucu:
Çağrı Türkkan
Sanat Yönetmeni:
Hakan Yarkın
Saç Tasarımcısı:
Fatih Paşa Tınmaz
Makyaj Tasarımcısı:
Neriman Eröz
Oyuncular:
Belçim Bilgin, Mehmet Günsür, Ayda Aksel, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Hüseyin Avni Danyal, Berna Konur, Ümit Bülent Dinçer, Zafer Demircan, Hakan Çimenser, Batuhan Karacakaya, Pınar Çağlayan, Reyhan Asena Keskinci, Berkant Keskin, Yiğit Özşener, Yılmaz Gruda, Cezmi Baskın, Cansel Elçin, Ayşe Arman, Arif Keskiner, Caner Karamukluoğlu
Yapımcı Şirket:
Böcek Yapım
Dağıtıcı Şirket:
UIP Filmcilik
İçerik Uyarıları:
Cinsellik/çıplaklık, şiddet ve argo açısından genel olarak temiz bir film. Fakat, bir-iki sahnesinde romantik filmlere özgü (öpüşme düzleminde kalan) kısa süreli ve yüzeysel cinsellik içeriyor. Bu yüzden, 15 yaşından küçük izleyicilere önerilmemektedir.
Ailece izlenebilir mi?
/ ŞARTLI EVET
(Ailenin küçük üyelerinin 15 yaşından büyük olması koşuluyla)
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* *

* * *

FİLMİN KONUSU:
Yıl
1977
,
Ankara
'da bir eylül sabahı… Hamile karısı
Neriman
'ı hastaneye yetiştirmeye çalışan
Yılmaz Bey
' in kullandığı otomobil, panik nedeniyle
Ömer Bey
'in otomobiline çarpar. Bu çarpışma da
Ömer Bey
'in arka koltukta oturan hamile karısı
İnci
'nin erken doğum yapmasına neden olacaktır. İki bebek aynı gün dünyaya gelirken, hastanede ilk kez birbirlerini görürler. Ucuz atlatılan bu kaza,
Özgür
ve
Deniz
'i bir araya getiren tesadüflerin başlangıcı olacaktır. Bundan sonra yolları, çocukluk ve ilk gençlik dönemleri boyunca
Ankara
'da bir kaç kez daha kesişir. Her kesişme, iki gencin hayatında köklü değişikliklere sebep olur. Kâh birbirlerinin çocukluk aşkına dönüşürler, kâh ilk kalp kırıklığına… Fakat, bunların da ötesinde, yaşadıkları her yeni temas hayatlarının rotasını değiştirir. Üstelik, yalnızca onların değil, ailelerinin de…
Birbirlerinin hayatlarında bazen felaketlere, bazen de mucizelere vesile olan bu iki yoldaş, birleşmek alın yazıları gibi görünmesine rağmen, hiç bir zaman kalıcı bir şekilde birleşmeyi başaramazlar. Onları bir araya getiren şey her neyse, aralarına her seferinde şeffaf bir duvar örmeyi de ihmal etmemektedir. Bu durum, ta ki çeyrek yüzyıl sonra,
İstanbul
'da yolları bir kez daha kesişene kadar sürüp gider.


* * *

“Aşk Tesadüfleri Sever”
in vitrinine henüz izlemeden üstünkörü bir göz attığınızda, ilk anda kesin bir başarı için gereken her şey fazlasıyla mevcut ve yerli yerindeymiş gibi gözüküyor. Öncelikle, geminin dümeninde, uzun yıllardır yer aldığı reklâm sektöründe düzinelerce başarılı işe imza atan, ardından da 2000'lerle birlikte sektörünün yüksek yapım standartları ve görsel titizliğini beyazperdeye taşıyarak çektiği
“Vizontele”
,
“Gora”
,
“Sınav”
,
“Yahşi Batı”
gibi filmlerle
“gişesi sağlam yönetmen”
imajını iyiden iyiye perçinleyen
Ömer Faruk Sorak
var.
Sorak
'ın hemen yanıbaşında ise (benim de bir dönem kamera asistanı olarak stüdyolarında epeyce bir sürttüğüm)
URT-Ulusal Radyo-TV Prodüksiyon Şirketi
'nde yetişerek zaman içinde ülkemizin en yetkin görüntü yönetmenleri arasına giren, kendi adıma çok şey öğrendiğim o çıraklık günlerinden muhterem arkadaşım
Veli Kuzlu
'yu görmekteyiz. Üstelik,
Kuzlu
,
16 mm
formatında çektiği bu son filmi,
“blow up”
olarak tanımlanan
35 mm'ye büyütme
işleminde ister istemez belli ölçüde kalite kaybı yaşanmasına rağmen yine de çok iyi toparlamış.
Müzik derseniz, kâh
Ozan Çolakoğlu
'nun özgün melodileri, kâh 1970'lerden 2000'lere uzanan bir zaman çizgisi üzerinde anılarımızda iz bırakmış nostaljik şarkılarıyla, özellikle orta kuşak üzerinde
“damar etkisi”
yapmaya pek müsait bir havası var filmin… Hele hele, büyük usta
Bülent Ortaçgil
'in
“Eylül Akşamı”
adlı parçasının
Mehmet Günsür
tarafından yeni bir düzenleme çerçevesinde seslendirilmesi gibi hoş sürprizlerle müzikal altyapı iyiden iyiye zenginlik kazanıyor.
Oyuncu kadrosunu zaten hiç sormayın gitsin; simâlarına son dönemin bir sürü başarılı filminden âşinâ olduğumuz tam bir
“yıldızlar geçidi”
sunuyor hikâye bizlere… Öte yandan,
“Bu ekip beni yine de kesmez”
diyen magazine fazla meyilli sinemaseverler için, ağır isimlerden oluşan kastingin içine
Ayşe Arman
gibi hafif tatlandırıcılar da katılmış!
Eh, sonuçta bütün bu iddialı malzeme bir araya gelince, mis gibi tereyağı kokan çıtır çıtır bir
“Güllüoğlu baklavası”
yiyeceğimizi ummak pek de zorlama bir beklenti olmasa gerek, öyle değil mi? Fakat, üst üste istif edilmiş onca iddia ve emeğin
“Türk romans sineması”
adına yepyeni bir
“Issız Adam”
çıkarıp özellikle de genç kuşak izleyiciyi kendine meftun etmesini beklerken, filmin ilerleyen dakikalarında yavaş yavaş sükût-u hayâle uğruyoruz. Bu
“aradığını bulamama”
ve
“iddiasız bir varoş pastanesinin iç malzemesinden epeyce çalınmış hamur ağırlıklı baklavasıyla yetinme durumu”
da ne yazık ki bitiş yazılarına kadar katlanarak sürüp gidiyor.

Oysa, karşımızda yaşı 30'larını aşmış olup hayatında en az bir kez aşk acısı tatmış her izleyicinin burnunun direğini sızlatacak türden bir hikâye var. Ki özellikle yüksek resim ve ses kalitesiyle sinemalarımıza her iki haftada bir yepyeni bir örneği düşen Hollywood üretimi romantik komedilerden zerrece geride kalmayan bir yapımla karşı karşıyayız.

O hâlde,
Sorak
'ın filminin başarı formülünde eksik olan baharat nedir?
Bu soruyu film boyunca ben de kendi kendime sıklıkla sordum. Sonunda ulaştığım cevaplar ise iki ayrı yöne doğru uzanıyor. Bunlardan ilki, böylesi romans örneklerinde düşsel bir iyimserliğe, imkânsıza yaklaşan tesadüflere (türün klişelerine saygı adına) ne denli yüksek prim verirsek verelim,
“Aşk Tesadüfleri Sever”
bizi bir süre sonra kendi hikâyesinin iç tutarlılığına iknâ edemez hâle geliyor. Tesadüflerinin dozajıyla zaman zaman bir peri masalı için bile fazla zorlama duran bir senaryo bu ve
Nuran Erdik
'in yazdığı metin bol gedikli yapısıyla
“Helal olsun, tam da kadın duyarlılıkları taşıyan dört dörtlük bir aşk hikâyesi”
iltifatını öyle dolu dolu hak edemiyor. Bana (ve filmi izledikten sonra görüştüğüm bir çok meslektaşıma) göre,
“Aşk Tesadüfleri Sever”
in çekim senaryosu, bütünüyle olmuş, pişmiş ve çekim ortamına salınmaya hazır bir
“nihai malzeme”
den ziyade, kıvam bulma arayışının henüz ortalarındaki bir tür
“eskiz/draft”
görüntüsü vermekte… Bir aşk filmi olarak, var olanlardan çok daha şiirsel ve dokunaklı diyaloglarla takviye edilmesi gerektiği gibi, ödünsüz bir makasın da bazı görsel lüzumsuzlukları atması ihtiyacı hissediliyor film boyunca…
Yönetmen, bu tam pişmemiş senaryoyu eline alıp, onu usta bir ses, ışık ve görüntü ekibi eşliğinde elinden geldiğince özenli bir yaklaşımla görüntünün diline aktarmaya çalışmış. Ancak, sinemanın anayasasında hemen en başlarda yer alan o ünlü madde,
“İyi bir senaryodan kötü bir film yapılabilir, kötü bir senaryodan ise asla iyi bir film yapılamaz”
kuralı burada bir kez daha doğrulanıyor ve bütün o görsel çabalar prematüre doğmuş bir metnin zaaflarını örtemiyor. Bir aşk hikâyesini, -
Ankara
gibi- bu ülkede romantik bir film çekmek için akla gelebilecek en son kentin üzerine inşâ etmişseniz, o durumda daha zekice, sürprizlerle dolu ve inceltilmiş bir metinden destek almak zorundasınız.
Filmin bana göre ikinci açmazı da yan rolleri son derece ehil bir kadroyla beslemiş olmasına karşılık, hikâyenin belkemiğini oluşturan iki âşığı Türk izleyicisinin damak zevkine uymayan oyunculara teslim etmiş olması…
Mehmet Günsür
, Batı Avrupa (özelikle de İtalyan) sineması ve bu sinemanın ürettiği hikâyeler için son derece ideal bir fiziğe sahip olabilir, fakat
Ferzan Özpetek
”in
“Hamam”
ından bu yana yapıp ettikleriyle şu gerçek artık iyice ayan beyan ortaya çıktı ki Türk izleyicisi onu
yardımcı oyuncu
düzeyindeki katılımları haricinde, henüz bir baş rolü sürükleyecek aktör olarak benimseyemedi. Kimbilir, belki bunda da (
“Issız Adam”
ın her hâliyle yeterince buralı ve
“Türk”
fizyonomisine sahip
Cemal Hünal
'ına göre) yaşadığımız coğrafyanın duygusal beklentilerine uymayan Avrupalı havası ve perdede biraz fazla sentetik görünen yakışıklılığı da rol oynuyor olabilir.
Aynı şekilde, yeteneklerinden sual etmediğimiz sevgili eşi
Yılmaz Erdoğan
tarafından
“pişme”
süreci ne kadar hızlandırılmaya çalışılırsa çalışılsın,
Belçim Bilgin Erdoğan
da henüz bir filmin baş rolünü tek başına alıp götürecek kapasitede bir simâ ve yetenek değil… Ha, (
Şeyh Said
'in torunu olarak) gayet şuurlu bir politik aktivist olan
Belçim Hanım
'ın Iraklı Kürt yönetmen
Hiner Salim
'in
“Sıfır Kilometre”
(2005) ve
“Dol”
(2007) gibi filmlerinde erken gelen bir-iki baş rolü var gerçi, fakat gerek Türkiye'de gerekse dünyada şu son dönemlerde bir filmin ayakta alkışlanması için bünyesinde bir adet
“Kürt”
sözcüğünün geçmesi yetip de artıyor zaten. Henüz mevcut olmayan
Kürdistan
'ı adım adım ve sabırlı bir çabayla inşâ etme hırsı, sinemada, müzikte, edebiyatta, siyasette, sosyolojide, tarihte, ekonomide, akla gelebilecek her alanda tek kelimeyle
“yükselen yıldız”
pozisyonunda… O yüzden, referans olarak bu gibi
“peşinen ilftifata mahkûm yapımlar"
a değil, kendisinin -en azından hukukî uyruk itibarıyla- ait olduğu ülkenin sineması kapsamında yapıp ettiklerine bakmak gerekiyor ki bu kapsamda ilk aklıma gelen örnek de
“Güz Sancısı”
… Ancak, söz konusu filmde canlandırdığı
Nemika
karakteriyle öyle aman aman bir beğeniyle karşılanmamıştı genç sanatçı. Benim fikrimi sorarsanız, ben zaten gösterime girdiği günlerde topyekün reddetmiştim o filmi ve savunduğu siyasal tezleri…
Velhasıl, konuyu dağıtmadan seri bir biçimde toparlarsak, iki başrol oyuncusunun -kendilerinin de pek ısınamadıkları hissedilen- rollerinde vaziyeti kurtarmaya yönelik birer performans sergiledikleri
“Aşk Tesadüfleri Sever”
, en azından, yetenekli bir ekibin verdiği o yoğun emeklerin aşkına izlenebilir mi?

İzlenir elbette; hattâ aşırı yüksek beklentiler içine girilmeden izlenirse bir çok bölümünden düpedüz keyif de alınabilir. Fakat, kalplerde ve belleklerde derin izler bırakmamaya namzet bir çalışma bu, o da başka!

Hoş zaten, günümüz Türk sinemasında
“iz bırakmak”
kimin umurunda ki?

13 yıl önce