|

Seni gerçekten de özlemişiz Carpenter usta...

Meslek hayatı boyunca hiç bir filminde öyle aman aman bütçelerle çalışmamasına rağmen, bilim-kurgu / korku / gerilim türlerine getirdiği yenilikler ve zaman içinde kendi tarzını oluşturan sinemasıyla adı haklı olarak 'usta'ya çıkan John Carpenter, tam on yıllık bir suskunluktan sonra çektiği 'Koğuş'ta sadık hayranlarına yine mütevazı bir bütçe eşliğinde farkını fark ettiriyor.

Ali Murat Güven
00:00 - 4/06/2011 Cumartesi
Güncelleme: 14:48 - 5/06/2011 Pazar
Yeni Şafak
Seni gerçekten de özlemişiz Carpenter usta…
Seni gerçekten de özlemişiz Carpenter usta…
alimuratg@yahoo.com

KOĞUŞ / THE WARD

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2011, ABD yapımı
Türü ve Süresi:
Korku-gerilim / 88 dakika
Gösterim Formatı:
35 mm standart sinema filmi
Perdedeki Resim Oranı:
2.35:1
(Geniş perde-Widescreen)
Türkiye'de Gösterime Sunulan Kopya Sayısı:
20
Yönetmen:
John Carpenter
Senaristler:
Michael Rasmussen, Shawn Rasmussen
Görüntü Yönetmeni:
Yaron Orbach
Özgün Müzik Bestecisi:
Mark Kilian
Kurgucu:
Patrick McMahon
Yapım Tasarımcısı:
Paul Peters
Kostüm Tasarımcısı:
Lisa Caryl
Makyaj Tasarımcıları:
Trista Jordan, Howard berger
(Makyaj özel efektleri)
Oyuncular:
Amber Heard (Kristen), Danielle Panabaker (Sarah), Mika Boorem (Alice), Sydney Sweeney (Genç Alice), Jared Harris (Dr. Stringer), Lyndsy Fonseca (Iris), Reila Aphrodite (Naomi), Mamie Gummer (Emily), Dan Anderson (Roy), Susanna Burney (Hemşire Lundt), Sali Sayler (Tammy), Jillian Kramer (Canavar Alice)
İthalatçı Şirket:
D Productions
Dağıtıcı Şirket:
UIP Film
İçerik Uyarıları:
Bir kaç sahnesinde ürkütücü/rahatsız edici görüntülere, yüzeysel çıplaklığa ve kanlı/kansız şiddete yer verdiğinden dolayı, 18 yaşından küçük izleyiciler için uygun bir yapım değildir.
Ailece izlenebilir mi?
/ HAYIR
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
Filmin resmî internet sitesi bulunmuyor. Fragmanı
'dan izlenebilir.
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* * 1/2

FİLMİN KONUSU:
1960'lı yıllar… Dikkat çekici güzelliğine rağmen huzursuz bir aile ortamında ruhsal sorunlarla boğuşup duran
Kristen
, tam olarak neler olduğunu hatırlayamadığı bir cinnet hâli yaşar. Genç kadın, sisler ardındaki bu olaydan sonra yavaş yavaş kendine gelirken, vücudunun her tarafının da yara-bereler ve kesiklerle kaplı olduğunu fark edecektir. Polisler tarafından uyuşturucu bir maddenin etkisiyle kendinden geçmiş olarak bulunmuş, şimdi ise tedavi edilmek üzere uzaklardaki bir akıl hastanesine götürülmektedir. Hafızası bütünüyle silinmiş bir vaziyette hastaneye kabul edilen genç kadının buraya neden getirildiğine dair en küçük bir fikri bile yoktur.
Kendisi gibi ruhsal rahatsızlıkları bulunan dört hemcinsiyle aynı koğuşta kalan
Kristen
, bir süre sonra ortamda asayişin pek de öyle göründüğü gibi süt liman olmadığını anlar. Olağan akışında yürüyüp giden, ya da en azından öyle görünen günlük hayata rağmen, bu hastanede yolunda gitmeyen tuhaf bir şeyler vardır. Tesisin üzerine gecenin kasvetli karanlığı çöktüğünde, koridorlarda diğer koğuşlardan gelen korkunç sesler yankılanmaktadır. Bu sesler de güvende olmadıklarının habercisidir.
Günler ilerledikçe,
Kristen
'in koğuş arkadaşları birer birer ortadan kaybolmaya başlar. Buhar olup uçma sırasının er geç kendisine de geleceğini anlayan genç kadın, özgürlük adına her şeyi göze aldığı çok tehlikeli bir kaçış planı yapar. Ancak, kahramanımız kendini bu yüksek duvarların ardına atmaya çalışırken, akıl hastanesini kuşatan tüyler ürpertici gerçek de adım adım günışığına çıkacaktır.

::::::::::

Özellikle 1970'ler ve 80'lerde çektiği, bugün artık pek çoğu kült mertebesine ulaşmış filmleriyle bizim kuşağın gençlik yıllarına damgasını vuran
“korkunun efendisi”
(master of horror) lâkaplı büyük usta
John Carpenter
'dan on yıl aradan sonra yeni bir korku-gerilim filmi izlemek, her ne kadar gerçekleştirdiği bu son çalışmanın ait olduğu tür içinde öyle aman aman bir iddiası bulunmasa da, yine de çok özel bir keyif… Çünkü, beyazperdenin bütün kalburüstü yönetmenleri gibi
Carpenter
da çektiği en sıradan görünümlü senaryoya bile kendisinin alâmet-i farikası sayılabilecek çentikler atmasını iyi biliyor.
İlk uzun metrajını
1974
'de
“Kara Yıldız”
(Dark Star) ile gerçekleştiren,
1976
'daki
“13'üncü Bölge Karakolu'na Saldırı”
(Assault on Precinct 13) ile de Hollywood'da nâmı ufaktan ufaktan yayılmaya başlayan sanatçı, korku-gerilim sinemasındaki asıl önemli çıkışını ise
1978
'de, İslâm dünyasının efsanevî yönetmeni
Mustafa Akkad
'ın yapımcılığında, onun kendisine
“Çağrı”
dan gelen
250 bin dolarlık
birikimini teslim etmesiyle çektiği
“Cadılar Cayramı”
(Halloween) sayesinde yapmıştı. Sonradan türün tarihinde çılgın bir seriye dönüşecek olan bu hikâyenin ardından çektiği
“New York'tan Kaçış”
(Escape from New York, 1981) ve
“Uzaydan Gelen”
(The Thing, 1982) gibi filmlerle de alıp başını gitti. Öyle ki, 1990'lara gelindiğinde, çağdaş korku-gerilim sinemasının beş-on saygın yönetmeni arasında yer almaktaydı.

HEP DAR BÜTÇELERLE BOĞUŞTU!

Carpenter
, gişede her ne kadar başarılı olursa olsun, bir türlü büyük stüdyo yapımları çekme fırsatı bulamayan, Hollywood'un ilk halkası dışındaki küçük yapım şirketlerinin kendisine sunabildiği dar bütçelerle kıt kanaat çalışmak zorunda kalan bir yönetmen olageldi. Bu da onun, sınırlı imkânlarla gösterişli filmler yapma noktasında bazen hedefi onikiden vurmasını sağladığı gibi, 1990'lardan sonra iyice coşup yüz milyonlarca dolarlık büyük ölçekli gösteriler üretilmeye başlanan bir piyasada -özel efekt ve oyuncu kadrosu açısından zayıf görünümlü- kimi filmleriyle de resmen çuvallamasına yol açacaktı.
Çektiği hiç bir film
7-8 milyon doların
üzerinde maliyete sahip olmayan ve neredeyse her çalışmasını biraz daha ferah feza bir televizyon filminin prodüksiyon koşulları içinde gerçekleştiren bu şanssız yönetmen, ondan dolayıdır ki milenyumun göz kamaştırıcı dijital sineması karşısında daha fazla tutunamayıp, gişede hezimete uğrayan
2001
yapımı filmi
“Mars Hayaletleri”
nden sonra (Ghosts of Mars) erken bir inzivâya çekilmek zorunda kaldı. Halbuki, pişmesi hayli meşakkatli bir tür olan korku/gerilim/fantazi sinemasında
Carpenter
'ın bu olgunluk dönemi, gerçekte onun en verimli çağıydı. Ancak, son filmlerinin uğradığı ticarî başarısızlıklardan sonra, yüksek bütçeli yapımların kendisine emanet edilmesi umudu da büsbütün suya düşecekti.
İşte,
“tekinsiz akıl hastanesi”
gibi, anılan türün yönetmenlerinin şimdiye kadar ıcığını cıcığını çıkardığı gayet beylik bir konsept üzerine kurulu bulunan dönüş filmi
“Koğuş”
da teknik ve mâlî imkânlar açısından yine benzer bir sıkışmışlığın izlerini taşıyor. Bu filmde de öyle aman aman lokomotif bir yıldız yok ve toplam bütçe
10 milyon dolar
sınırında… Öyle ki yapımcı şirketin film için bir internet sitesi bile hazırlatmadığını görmekteyiz. Fakat, ne gam!
Bir Carpenter filmi her zaman için bir Carpenter filmidir ve sadık hayranlarına -en kötü ihtimalle- izlenmeye değer bir yarım saat sunar.
Dijital sinemaya inanmayan ve şimdiye kadar çektiği bütün filmlerde mutlaka
35 mm standart film kamerası
kullanan usta, Hollywood'da artık neredeyse her üç yönetmenden ikisinin dijital çekim yaptıkları bir çağda kurallarından yine ödün vermemiş ve bu kez de negatif filmle çalışmış. Ancak, bütçesi dar olduğundan, son işinde de anılan klasik teknolojinin kralı
Panavision Panaflex
kameralar değil, onlardan klasman olarak biraz daha alttaki
Moviecam Compact MK2
kullanmak zorunda kaldığını görüyoruz filmin teknik künyesinde…
Alabildiğine beylik bir hikâyeye yaslanmakla birlikte,
“Koğuş”
ta öylesine etkileyici sinemasal anlar var ki bunları gördüğünüzde
“Tamam”
diyorsunuz,
“Usta hâlâ paslanmamış ve ben bir Carpenter gösterisi izliyorum.”
Yetenek aynen böyle bir şey işte, koşullar ne kadar iç bayıcı olursa olsun bir çırpıda silinip gidiverecek bir ayrıcalık değil. O yüzden, kimi batılı izleyiciler her ne kadar kendisine
“Senin işin bitmiş artık, emekli ol”
nidâları eşliğinde verip veriştirse de
Carpenter
sinemasını çeyrek yüzyıldır yakından takip eden bir hayranı olarak, bu ürpertici akıl hastanesi gerilimi beni on yıllık bir özlemden sonra yeterince kesti. Çünkü izlerken temel beklentim çok özgün bir konuyla karşılaşmak değil, yönetmenin kendine has sürprizlerle dolu kıvrak sinema dilinin yepyeni tezahürleriyle karşılaşmaktı. Bunlarla da hikâyenin orasında burasında yeterince karşılaştım.
“Koğuş”
, belki
John Carpenter
sineması içinde bir
“New York'tan Kaçış”
, bir
“Cadılar Bayramı”
ya da bir
“Uzaydan Gelen”
ile aşık atabilecek düzeyde değilse bile, klostrofobik serüvenlere, dar alanda geçen gerilim hikâyelerine müthiş hâkim bir ustanın ustalığını tescil eden eli yüzü düzgün bir örnek… Oyuncuların (neredeyse her
Carpenter
filminde olduğu gibi) mümkün mertebe ekonomik performanslarla ilerlediği bu orta karar yapımın asıl büyük kozu ise ustalıklı mekân kullanımı, özenli sanat yönetimi, usta işi kurgu ve müzik sayesinde etkili bir atmosfer yaratmak…
Rahmetli
Akkad
'ın sevgili çırağının kendine has lisânına vâkıf iseniz, uzun yıllar sonra kamerasını tekrar açarak ettiği bu yeni kelâmı da ilgiyle dinleyeceksiniz demektir.
* * *

YENİ ŞAFAK SİNEMA SAYFASI / YILDIZ PUANLAMA TABLOSU

* * * *
(4 Yıldız)
Sinemanın sanat kimliğini pekiştiren gerçek bir başyapıt… Kaçırmanız gerçekten de yazık olur.
* * * 1/2
(3,5 Yıldız)
Oldukça başarılı bir film. Şartlarınızı zorlamak pahasına mutlaka görmelisiniz.
* * *
(3 Yıldız)
Çoğu bölümüyle sanatsal bir derinlik ve lezzet yakalayabilen, kayıtsız kalınmayacak bir film. Ömrünüzden bir kaç saati vermeye değer…
* * 1/2
(2,5 Yıldız)
Bazı bölümlerinde iyi bir filmin kalite standartlarına erişmeyi başarabiliyor; fakat bir bütün olarak bakıldığında ise sorunlu ve tam olmamış.
* *
(2 Yıldız)
Hiç bir sanatsal değeri ve akılda kalıcılığı yok. Yalnızca zaman öldürmek için tüketilebilir. Ki zamanınıza önem verdiğimiz için bunu da pek önermiyoruz.
* 1/2
(1,5 Yıldız)
Kötü bir film ve neden çekildiğini anlamak zor… Görmemeniz yararınıza olacaktır.
*
(1 Yıldız)
Sinema sanatı adına utanç verici bir gösteri… Arkanıza bakmadan kaçın, sevdiklerinizi de uzak tutun!

13 yıl önce