1800'lü yılların sonu, Arizona… Vahşi Batı'nın görüp göreceği en azılı kanun kaçaklarından biri olan cüretkâr demiryolu soyguncusu Ben Wade (Russel Crowe) iyi planlanmış bir operasyon sonucu güç bela ele geçirildiğinde, geçmişin yiğit ordu mensubu, günümüzün yoksul çiftçisi Dan Evans (Christian Bale) bu azılı katili yargıya sağ salim teslim etmek üzere gönüllü olur. Yasa koruyuculardan oluşan bir ekip, tutukluyu mahkemeye gönderileceği 3:10 Yuma trenine canlı olarak teslim etmek üzere hareket ettiğinde, Evans ve Wade yolda birbirlerine giderek saygı duymaya başlarlar. Ancak, Wade'in öfkeden gözü dönmüş çetesi ve her köşede bekleyen sinsi tehlikeler yüzünden, bu gerilimli yolculuk her iki adam için de kaçınılmaz kaderlerine doğru adım adım ilerledikleri bir göreve dönüşecektir.
“Yuma'ya 3:10 Treni”, kendi adıma özellikle “Polis Mahallesi” (Copland, 1997) ve “Kimlik” (Identity, 2003) gibi belli bir tarza sahip filmleriyle tanıyıp sevdiğim Amerikalı yönetmen James Mangold'un 7'nci uzun metrajlı çalışması. Mangold, bu kez, adını western tarihinin başyapıtları arasına altın harflerle kazıyan bir klasiği yeniden çevirmek gibi oldukça zorlu bir işe soyunmuş. Yaşı artık 50'leri aşmış, western türüne âşina ya da en azından bu türün kalburüstü örneklerini televizyon kanallarından, DVD'den izleme fırsatı bulabilmiş sinemasever okurlarımız “selef”i hemen hatırlayacaklardır. Delmer Daves'in yönettiği 1957 tarihli orijinal “Yuma'ya 3:10 Treni”, Glenn Ford ve Van Hefflin'li başrol kadrosuyla 50'li yıllarda ve sonrasında çekilen en iyi vahşi batı filmlerinden biri olarak milyonların belleğine kazınmıştı. Mangold da kendi türünde artık neredeyse aşılmaz bir klasiğe dönüşen bu filmin çarpıcı hikâyesine göz dikmiş ve onu günümüzün iki popüler oyuncusu -Russell Crowe ile Christian Bale- üzerinden yeniden yorumlamaya girişmiş.
Ancak, hakkını teslim etmek gerekir ki bu zorlu misyonun üstesinden rahatlıkla geliyor 44 yaşındaki yönetmen. 1990'larda ortaya çıkan “modern western” akımının o kendine özgü rahat oyunculukları, gösterişli kamera açıları, zamane teknolojilerinden destek alarak hazırlanmış iddialı özel efektleri ve özellikle de bu yeni dalganın en gözde yapıtı “Unutulmayan”ı (Unforgiven, 1992) andıran genel atmosferiyle (filmdeki bir kahramanın adının Eastwood olması da “Unutulmayan”ın unutulmaz yönetmeni Clint Eastwood'a bir tür saygı duruşu aslında) “Artık western filmlerinin modası tamamen geçti” diyenlere ve bu türün örneklerini izlerken sıkılanlara dahi gayet hoşça vakit geçirtecek düzeyde keyifli bir seyirlik. Son yıllarda beyazperdede oldukça yüksek bir karizmaya erişen iki yıldız oyuncu Crowe ve Bale'in yanısıra, 60 ve 70'lerin B-sınıfı macera filmlerinin gözde aktörü Peter Fonda'yı da (Jane Fonda'nın ağabeyi, Henry Fonda'nın oğlu) ilerlemiş yaşında kendisine oldukça yakışan bir yan rolde görmek ise sıkı sinemaseverler için apayrı bir sürpriz oluşturmakta…
Western türünü seviyorsanız bu hikâyeye tek kelimeyle bayılacaksınız; ancak anılan türe çok da düşkün olmasanız bile izleyiciyi sert erkeklerin dünyasında heyecanlı bir yolculuğa çıkartan “Yuma'ya 3:10 Treni”, günümüzün süper gücü ABD'nin kuruluş yıllarındaki o “memlekete nizam getirme” çabalarını ve (en azından kendi iç yapısında) “zorbalık düzeni”nden “kanun devleti”ne nasıl geçtiğini biraz daha yakından anlamak için bile izlenmesi yararlı olan şık bir yapıt…