|
Yabancı bir diplomatın Türkiye perspektifi

Henrik Liljegren ilginç bir diplomat.

İki kez İsveç''in Ankara Büyükelçiliği''ni yaptı.

İlk görevi sırasında Türkiye''de, 12 Eylül askeri darbe yönetimi iş başındaydı. İkincisi ise yine sancılı bir döneme denk düşer: 28 Şubat dönemi.

Anıları Türkçe''ye çevirilen Liljegren''in Türkiye''ye ilk gelişi 1969''da, gizli bir operasyon nedeniyledir. İzmir-Bodrum-İstanbul eksenli operasyonun amacı, Yunanlı bir muhalifin Türkiye üzerinden İsviçre''ye kaçırılması.

Bu, pek diplomatlık mesleğiyle örtüşmüyor.

Her neyse. Liljegren, 1974''de de Kıbrıs''ı Yunanistanla birleştirmeye heves eden Rum çetelerin kan gölüne çevirdiği adadadır. EOKA-B Çeteleri, Yunanistan''daki CIA destekli askeri cunta yönetiminin desteğiyle Ada''yı Türklerden arındıracaktı. Sonra da Yunanistan''la birleştireceklerdi. Ama tutmadı. Türkiye''nin müdahelesi oyunu bozduğu gibi, Yunanistan''daki cuntanın devrilmesini de sağladı.

***

Liljegren''in aktardığına göre, Rum askerleri -aralarında kadınların ve çocukların da yer aldığı- yabancı turistlerin kaldığı Ledra Palas Oteli''nin çatısından sürekli Türk bölgesine ateş açıyorlar. Türkler karşılık verecek, yabancı turistler ölecekti. Böylece, uluslar arası kamuoyu Türkiye aleyhine dönecekti. Liljegren, bu olayı “sivillerin canlı kalkan olarak kullanılması” olarak niteliyor. Bu da tutmuyor.

Tam da bu nedenle, Yunanlıların bekledikleri karşı ateş hiç gelmiyor. Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı, sürekli anonslarla otelin boşaltılması uyarısında bulunuyor.

Sonuçta BM devreye girerek yüzlerce rehine otelden tahliye ediliyor.

Bu olay, İsrail''in Lübnan''daki sivil hedefleri bombalamasıyla ilgili olarak yapılan tartışmaları hatırlattı. Hürriyet''in en yetkili bir yazarı, çocukların canlı kalkan olarak kullanılmasının Ortadoğu''nun inanç kültürü tarafından propaganda dehası olarak kabul edildiğini ileri sürmüştü. Hatta, dünyada başka örneği yokmuş bunun. Oysa, Batı uygarlığının temeli olarak nitelenen Grek-Yunan kültürünün mirasçısı EOKA-B''ci Rumlar ve işbirlikçisi Yunan askerleri, daha 1974''de bir oteli ve içindekileri sivilleri canlı kalkan olarak rehin tutmakta beis görmemiş. Olayın tanığı ise, oteldeki canlı kalkanlardan Liljegren''di. Demek ki bir bölge halkını itham ederken çok dikkatli ve temkinli bir dil kullanmak gerekiyor. Hele de ''beylik genellemeler'' yapılmamalı.

İddianız boşa çıkabilir. Size de utanmak kalır.

***

Liljegren anılarında Batı''da Türkiye''ye karşı köklü önyargıların varlığına dikkat çekiyor. Bu önyargılar, hem Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ''Yunanistan taraftarlığı'' olarak, hem Türkiye-AB ilişkilerinde ''çifte standartçı yaklaşımlar'' olarak kendini gösteriyor.

AB üyeliğini savunan Liljegren, Avrupa''nın çifte standartlarına yönelik tepkileri anlayışla karşılıyor, ''ancak, sonuca yönelik bir dış politika izlerken, duygular pek de iyi bir yol gösterici sayılmaz'' diye de ekliyor. Liljegren''e göre Türkiye''yle ilgili hatalı beyanatlar ve algılamalarla başa çıkmanın en doğru yolu gerçekleri tarafsız bir duruşla açıklamak ve Türkiye''nin dıştaki görüntüsünü düzeltme çabalarını ısrarla sürdürmekten geçiyor. Liljegren şöyle devam ediyor:

“Çoğu İsveçli ve öteki yabancılar bir Türkün Osmanlı ya da Türkiye tarihini ilgilendiren bir konuda haklı olabileceğine inanmakta güçlük çekerler. Türklerin Avrupa''da ve eski Osmanlı topraklarında mevcut önyargıların üstesinden gelmesi uzun zaman alacaktır. O güne kadar, Türklerin tanıştıkları bazı yabancılardan sanki bir parya ülkesinden gelmiş muamelesi görmeye hazır olmaları gerekir.”

***

Liljegren''e göre Türk toplumu yeterince inatçı ve dinamik yapıya sahip. Bu yapısıyla Kürtçülük, Şeriatçılık ve Aşırı milliyetçilik gibi akımlardan kaynaklanan tehditleri karşılayıp hazmedebilir. Ama, AB''nin Türkiye''yi dışarda bırakması halinde, bu gruplar arasında artan bir çatışma toplumu ciddi bir kutuplaşmaya götürebilir ve Avrupa''yı da derinden etkileyebilecek istikrarsızlık tehlikesi yaratabilir. Din ve Laiklik konusunda da ilginç gözlemlerde bulunan Liljegren, Türkiye''nin, komşularından çok farklı bir kimliğe sahip olduğunu belirterek analizini şöyle noktalıyor:

“Son tahlilde pragmatizmin üstün geleceğini ve bir gün Türkiye''nin halkının büyük çoğunluğunun İslami inanışıyla hem devlet işlerinin etkin yapılması, hem de Batı''yla başarılı bir ilişki için gerekli laik yapıyı bir arada yaşatmanın yolunu bulacağına inanıyorum.”

Liljegren''in anılarında daha neler var neler..

Ama benden bu kadar.

18 yıl önce
Yabancı bir diplomatın Türkiye perspektifi
‘Şiddetli’ Kürt sevgisi
Bahar gibi bahar
Cumayı Ayasofya’da mı kılalım fabrikada mı?
Gerçekten de, "Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar"
“Almanlar et başında”